Ferda Balancar
Kurultay süreci CHP’lileri olduğu kadar “CHP dışı sol”u da yakından ilgilendiriyor. Prof. Erol Katırcıoğlu, solda yeni oluşum arayışlarını yakından izleyenlerin tanıdığı bir isim. 22 Temmuz seçimleri öncesinde ortaya çıkan 10 Aralık Hareketi’nin içinde yer alan Katırcıoğlu ile CHP kurultayındaki durumu ve bundan sonra CHP’de ve genel olarak Türkiye solunda yaşanabilecek olası gelişmeleri konuştuk. Katırcıoğlu’na göre sadece CHP değil, soldaki mevcut diğer partiler de toplumsal değişime ve yeni toplumsal taleplere uyum sağlamaktan uzak bir konumdalar.
Öncelikle CHP solun, sosyal demokrasini neresinde sorusuyla başlayalım?
CHP devleti kuran bir parti olmaktan geldiği için sosyal demokrat bir parti haline gelmesi zor olan bir parti. Ben hiçbir zaman CHP’li olmadım ama bu ülkede yaşayan ve sol değerlere sahip bir insan olarak CHP’yi sol veya sosyal demokrat bir parti olarak göremiyorum açıkçası. Bu açıdan baktığımda Erdal İnönü’nün SHP’sini (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) CHP’ye göre daha solda, sosyal demokrat bir parti olarak görüyorum.
İkisi arasındaki fark ne?
SHP’yi ya da Erdal İnönü’yü daha iyi tanıdığım için söylemiyorum bunu. Sadece insan malzemesi ve o insan malzemesinin o parti içindeki bakış açılarının farklılığından kaynaklandığını düşünüyorum. CHP daha elitist ve daha devletçi bir parti. Partinin yönetim kademelerine baktığınız zaman bunu çok açık görebiliyorsunuz. 12 Eylül’den sonra CHP’nin kapalı olduğu dönemde kurulan SODEP (Sosyal Demokrasi Partisi) ve sonrasında SHP’nin kuruluş sürecinde ortaya çıkan siyasi oluşum, bir kere ‘biz devletin sahibiyiz’ düşüncesini bir kenara atabilen bir parti olmayı başarmıştı. O bakımdan da daha sahici bir sosyal demokrat partiydi.
Daha sahici bir sosyal demokrat partiden tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Yani daha siyaset yapma heyecanı olan, çok farklı kimliklere sahip olan insanları aynı sosyal demokrat perspektifte bir araya getiren bir parti olduğunu düşünüyorum. Bugün CHP kurultayını düşündüğümde sol ve sosyal demokrasiyi konuşurken CHP’yi konuşmak abes bir şey olarak geliyor.
Ama sol veya sosyal demokrasi deyince yine de akıllara önce CHP geliyor…
Evet, maalesef öyle… Bu tabii bizim toplumumuzun sosyal demokrasi konusundaki gelişmeleri takip etmekteki ilgisizliğiyle de alakalı. Dünyaya baktığınız zaman sosyal demokrasi adına gördüğünüz şeylerle CHP arasında dağlar kadar fark olduğu açık.
Bu farklılık CHP’nin başında Deniz Baykal’ın ve onun kadrolarının bulunmasından kaynaklanan bir farklılık mı?
Hayır, yapısal bir farklılık söz konusu… CHP yıllardır kendini tekrarlayarak var olabilmeyi beceren bir parti. Karşımızda toplumun sol olarak algıladığı ama aslında solla ilişkisi olmayan bir parti var.
Ama CHP’ye oy veren kitlelere baktığınız zaman kendisini sol veya sosyal demokrat olarak tanımlayan kesimlerin ağırlığını görüyoruz… Yeni bir sol oluşum söz konusu olduğu zaman bu oluşumun hedef kitlesinin CHP’ye oy veren kesimler olduğunu görüyoruz.
Bunu açıklayabilmek için elimde somut yeterli bir veri yok ancak kendi gözlemlerimden yola çıkarak söyleyebileceğim şey şu ki CHP’nin kendisini Kemalist olarak tanımlayan bir taraftar kitlesi var. Bunlar cumhuriyetin ilk kuşakları, bu ilk kuşaklardan etkilenmiş ikinci kuşakları… Bunlar Türkiye toplumunun çağdaşlaşma serüvenini Kemalizm denilen bir ideoloji içinden görmeye ve yorumlamaya çalışıyorlar.
Tabii Kemalizmin bir ideoloji olarak ne olduğunu tartışmak bu söyleşinin çerçevesine sığmaz ama şu kadarını söyleyelim ki Kemalizm bir aydınlanma ve bir modernleşme projesi olarak otoriter zihniyete dayalı, toplumu yukarıdan aşağıya modernleştirme hedefi taşıyan bir ideolojik yönelimdir. Bunun tarihsel nedeni Osmanlı’nın son dönemlerinde yönetici seçkinlerle halk arasındaki ilişkinin üst ast ilişkisi gibi bir ilişki olmasıdır. Yani yukarıdan kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi gereken bir halk vardı. Bu anlayış, cumhuriyetin kurucu seçkinleri için de geçerliydi zira onlar da zaten Osmanlı sivil ve asker bürokrasisinin içinden geliyorlardı.
O günün koşullarında bunu tartışmak çok anlamlı olmayabilir ama bugün de yönetici seçkinler iyinin ve doğrunun ne olduğunu biliyorlar ve onu vazediyorlar. Sosyal demokrat ya da sosyal demokrasinin solundaki gruplar için de bu geçerli. Onların da bir teorileri var ve o teorileri aracılığıyla toplumu anlamaya çalışıyorlar. Topluma bakıyorlar ve topluma kendisi için neyin doğru olduğunu bildiriyorlar. CHP’nin içindeki emekli subay, emekli öğretmen gibi insanlar, yaşları ilerledikçe eriyen, azalmakta olan bir kitle. Ama 1960’lardan 80’lere kadar sol içinde mücadele eden ve aslında sosyal demokrasinin solunda yer alan kişi ve kesimler de zaman içinde kendi felsefelerinin başarısız olmasıyla birlikte CHP’ye yakınlaştılar. Bunda tabii Ecevit’in 70’lerdeki siyasi tutumunun da etkisi oldu.
O dönemden bugün en çok hatırlanan slogan “su kullananın toprak işleyenindir” oldu. Yani topluma bir tür toplumsal mülkiyet ima eden ve bir anlamda toplumun sıradan mülksüz kesimlerinin söz ve hak sahibi olması gerektiğini ima eden bir anlayıştı bu… Bu perspektif, sol değerler açısından cazipti ve pek çok solcu aydın da bundan etkilenmişti. Bir başka çok etkili slogan ise “bağımsız Türkiye” sloganıydı. Fakat bu slogan o dönemde anti – emperyalist bir slogandı. Ama aynı slogan bugün milliyetçiliği ima ediyor. Oysa o dönemde bu sloganı benimseyenler enternasyonalistti, milliyetçi değillerdi.
Dönem değişti, dünya değişti ama maalesef CHP’nin yüzde 20 oyunun içindeki önemli bir grup hala 70’lerdeki sol gelenekten gelen ve o gelenekten etkilenen kesimlerdir. Bir de daha modern, daha batılı, daha aydın insanlar var ve bunlar geçmişte CHP’ye oy vermelerine rağmen artık vermiyorlar. 2002’de yüzde 36 oy alan AKP, 2007 seçimlerinde yüzde 47 oy alıyorsa bu oyların içinde sol duyarlılığı olan kesimlerin olmadığını söylemek mümkün değil. Bu kesim CHP’nin toplumla da dünyayla da bağını kopardığını görüyorlar ve farklı arayışlara giriyorlar.
Kurultaya gelecek olursak, nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?
Tabii ki Baykal kazanacak. Baykal yaptığı parti tüzüğü değişiklikleriyle zaten herhangi bir alternatifinin çıkmasını önledi. Bu aslında Baykal’ın CHP’yi kendi istediği biçimde kurumsallaştırdığını gösteriyor. CHP kanaatimce 1999 seçimlerinde yüzde 10 barajının altında kalınca 2002 seçimlerinde ANAP ve DYP’nin akıbetine uğramaktan kurtulmuş oldu. Eğer 2002 seçimleri öncesinde CHP mecliste olsaydı, tıpkı Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi Baykal da silinip gidecekti.
Yüzde 10’un altında kaldığı, Altan Öymen’in genel başkan, Tarhan Erdem’in genel sekreter olduğu dönemde CHP parti içi demokrasi konusunda farklı bir arayışa girdi. Ama sonuçta Öymen ve Erdem başarılı olamadılar ve CHP yeniden Baykal’ın eline geçti. Bu deneyim CHP’nin kendini yenileyip, demokratik bir parti olamayacağını mı gösteriyor sizce?
Tarhan Erdem’in kendisi bugünlerde CHP kurultayıyla ilgili yazdığı yazılarda ‘Bu iş CHP’yle olmaz, yapısal olarak bu mümkün değildir’ diyor. Çünkü Baykal’ı orada tutan bir insan malzemesi var ve o insan malzemesi partinin tüzüğüyle birleştiğinde hep aynı sonucu çıkartıyor, diye düşünüyorum. CHP üyeleriyle konuştuğunuzda parti faaliyeti olarak neredeyse hiçbir şey yapılmadığını görüyorsunuz. Ne parti içi eğitim ne de başka bir şey. CHP’nin çıkmazı yapısaldır ve sol alternatif CHP’nin dışında olmalıdır.
Kurultay sonrasında Baykal’ın genel başkan olması dışında CHP’de veya solda bir hareketlilik öngörüyor musunuz?
Hayır, henüz değil. Ancak önümüzdeki yerel seçimlerde gelecek ciddi bir başarısızlık koşullarında böyle bir hareketlenme olabilir. Baykal’ın politikası gerilim politikasıdır. Yani siz gerilim yarattığınızda gerilimdeki uçlardan bir tanesi size yöneliyor. Baykal’ın son yıllardaki politikası bu… Özellikle son günlerde bu politika iyice sertleşti. Bu sertleşme bilerek ve isteyerek yapılıyor. Baykal, AKP’nin kapatılmasının meşruiyetini sağlamaya çalışıyor. Bu bir süre daha devam edecek gibi görünüyor ama yerel seçimlerde ciddi bir başarısızlığın geleceğini ve ondan sonra da ciddi bir hareketlenme olacağını düşünüyorum.
Bu hareketlenme CHP’de mi olur yoksa CHP dışı solda da bir hareketlenme olabilir mi?
Bugün CHP dışında siyaset yapan parti ve diğer kuruluşlara baktığınız zaman CHP’ye endeksli bir durum olduğunu görüyorsunuz. Mesela ben başından beri 10 Aralık Hareketi’nin içindeydim. Kendimize göre bir proje oluşturduk ve CHP dışı solun tek çatı altında seçimlere girmesini hedefledik. Özellikle SHP ve DSP’yle anlaşma noktasına geldik. Zeki Sezer ve Murat Karayalçın’ı bir araya getirdik. Ama seçimlere 10-15 gün kala Baykal, Sezer’le görüştü ve DSP 10-15 milletvekiline razı olup CHP’ye gittiler. CHP, sosyal demokrasinin dışında ama diğer oluşumlar da bu konuda tutarlı ve basiretli bir çizgi izleyemiyorlar. Böyle olunca CHP de onları kendi içinde eritmeyi başarabiliyor. DSP’nin şu anda 10-12 milletvekili var ama bir dahaki seçimde onların da bir varlık gösterebileceğini sanmıyorum.
CHP’de daha önce Umut Oran gibi işadamı bir genel başkan adayıyla daha önce karşılaşmamıştık. Oran’ın adaylığını nasıl yorumluyorsunuz?
Umut Oran benim öğrencimdi. Siyasete atılmayı düşündüğü dönemde kendisiyle görüştüm. Bugünlerde böyle bir işe soyunmak ciddi bir fedakârlık anlamına geliyor. Umut Oran çok genç yaşta bu işe soyundu. Çevresinde Meral Gezgin Eriş gibi isimler var. Ama söylediklerine baktığım zaman sosyal demokratların söylemesi gereken şeyler olmadığını düşünüyorum. Oran’ın Kemalizm’den etkilenmiş bir söylemi var ve AKP’nin iktidar olduğu bir ülkede sosyal demokrat bir partinin neler söylemesi gerektiğine dair yeterince kafa yormamış. 301. madde konusunda net bir tutum takınamıyor. Bir işadamı olarak yerel kalkınma perspektifine sahip olması önemli ama tek başına yeterli değil. Ben Umut Oran’da bir netlik göremiyorum ama yine de aday olmasını olumlu karşılıyorum çünkü yakın gelecekteki bir başarısızlık halinde yeni bir sosyal demokrasi ihtiyacı daha görünür hale geldiğinde Umur Oran gibilere ihtiyaç olacağını düşünüyorum.
Diğer aday, Haluk Koç’u nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür siyasetçilerin yaptığı aslında siyaset bile değil. Koç ve yanındaki Ali Topuz gibi siyasetçiler CHP’nin tüzüğünü mahkemeye vermiş. Peki, ama o tüzük yapılırken hem Koç hem de Topuz, Baykal’ın yanında üst düzey parti yöneticisiydi. Şimdi mi aklınıza geldi tüzüğün demokratik olmadığı? Bu tür siyasetçilerle Türkiye’nin de sosyal demokrasinin de bir yere varabileceğine inanmıyorum.
Kimileri de diyor ki yüzde 20 oy CHP için aslında başarıdır. Zira CHP’nin oy potansiyeli yüzde 20’nin üstünde değildir ve Baykal da bu potansiyeli partisinde toplamayı başarıyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Hayır, katılmıyorum. AKP’nin yüzde 47 oyunun tamamının sağ kesimden geldiğine inanmıyorum. Bunların içinde sol partilere oy verebilecek geniş bir kitlenin olduğunu düşünüyorum. Son zamanlardaki kamuoyu yoklamaları AKP’nin kapatılma davasıyla birlikte oy oranının yüzde 55’lere dayandığını gösteriyor. Bu beni hiç şaşırtmıyor. Bu kitlenin tamamının sağda olduğunu söylemek mümkün değil. Böyle baktığınızda yüzde 20 başarı olamaz. Ama eğer yüzde 10’un altına düşmüş bir parti, yüzde 20 almıştır diye bakıyorsanız evet başarıdır. Ama sosyal eşitsizliklerin ve anti demokratik uygulamaların olduğu bir ülkede bir sol siyaset bundan fazlasını yapabilir.
Sol siyaset sadece ekonomik eşitsizlikler üstüne mi inşa edilmeli?
Hayır, sadece işçi hakları ya da sosyo ekonomik eşitsizliklerle mücadele eden bir sol anlayışın bugünün dünyasında önemli bir yeri olmadığını düşünüyorum. Bugün sadece Türkiye’de değil dünya genelinde çok ciddi bir kimlik sorunu yaşanıyor. Yani mesela Türkiye’de de insanlar sadece işçi ya da yoksul olduğu için ezilmiyor. Kürt olduğu için Alevi olduğu için ya da başörtüsü sorununda gördüğümüz gibi dindar olduğu için de eziliyor. Özgürlük sorunu yaşıyorlar. Bunların taleplerine cevap veren bir sol anlayışa ihtiyaç var. Tüm ezilmişlerin, mağdurların taleplerini dile getiren bir sol anlayış İslami kesimden de ciddi oy alabilir. Böyle düşündüğünüzde yüzde 20 başarı olamaz. Zaten bu yüzde 20 oy da gerilim siyasetinin sonucudur. Yoksa CHP’nin anlayışı bu yüzde 20 oyu da göremez.
Peki eğer AKP kapatılırsa bundan sonra soldaki yeni oluşumların hız kazanması mümkün olur mu? Siyasi dağınıklık bu tür oluşumların önünü açar mı?
Bu, AKP’nin atacağı adımlara bağlı. AKP kendi pozisyonuna çekilir ve birkaç gündür Tayip Erdoğan’ın ağzından duyduğumuz sözleri sık sık duymaya başlarsak bu durum CHP’nin de MHP’nin de işine yarayabilir. Bir oy kayması olabilir. AKP yönetimi toplumun bütün demokratik taleplerine sahip çıkan bir anlayışı savunsa ve bu konuda inandırıcı olsalar o zaman AKP kapatılsa bile yeni kurulacak parti çok daha büyük bir oy alabilir.
Eğer AKP sözünü ettiğiniz demokratik açılımı yapamazsa o zaman CHP ve CHP’nin dışındaki sol bundan nasıl etkilenir?
AKP parçalanabilir ve bundan CHP kârlı çıkar ama o zaman da yeni sol arayışları sekteye uğrar. Çünkü CHP’nin gerilim siyaseti belli bir süre için dahi olsa başarılı olmuş olur.
CHP dışındaki sola baktığımız zaman da cumhurbaşkanlığı sorunu ya da türban sorunu gibi konularda CHP’den farklı bir tutum göremiyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün 50 yaşın üstünde olan kuşaklar cumhuriyetin ilk kuşaklarından etkilenmiş kuşaklardır. Bu perspektif dini dışlayan bir anlayışı içerir. Dinin toplumsal gelişme ve ilerleme için ciddi bir engel olduğuna inanan pozitivist bir anlayış bu. Günümüzde Türkiye solunda yani CHP dışı solda bu anlayış hâkimdir. Bu anlayış, yerel kültüre ve yerel dinamiklere mesafeli ve kuşkulu bakar. Bu durum sadece bugüne özgü değil, solun geçmişinde de bu böyle. Bunun belki tek istisnası Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır aslında. Kıvılcımlı, yerel dinamikleri anlamaya çalışmış, bu toplumda dinin yerini ve işlevini, kendi özgünlüğü içinde açıklamaya çalışmıştır. Bir sosyalist olarak dindarlara neden sosyalist olmaları gerektiğini bizzat dinin argümanlarına başvurarak anlatmaya çalışmıştır. Ama Kıvılcımlı da sol içinde etkin olamamıştır çünkü Türkiye solunda pozitivist anlayış Kemalist eğitim sisteminin de etkisiyle oldukça baskın olmuştur.
Sözünü ettiğiniz türde yeni ve farklı bir sol anlayış nasıl çıkacak o zaman?
Teorik tartışmalarla bir yere varabileceğimize inanmıyorum. Bugün yapılması gereken ahlaki pozisyon alabilmektir. Ahlaki olarak baktığımızda, kapitalizm en vahşi döneminde kazananlar ve kaybedenlerden oluşan bir toplumsal doku oluşturdu. Sol ideoloji esasen vahşi kapitalizmin mağdurları olan işçilerin sorunları üstünden inşa olmuştur. Avrupa sosyal demokrasisi bu temel üstüne oturur. Ama 1980’lere, küreselleşme dönemine geldiğimizde daha önce olmayan bir durum ortaya çıkıyor. Artık sermayenin küreselleştiği bir dünyadayız. Buna karşılık solun da küresel bir anlayışla hareket etmesi gerekiyordu. Ama sol ulus devlet ölçeğinde düşünüp hareket etmekten kendini kurtaramadı. Oysa bugün insanlığın yaşadığı sorunlar ancak küresel düzeyde ele alınarak çözülebilir. Bunun başında çevre sorunları geliyor. Ayrıca ulus devletin zayıflamasına paralel olarak kimlik sorunları da ortaya çıkıyor ancak geleneksel solun henüz bu konuda da net bir tavır ve siyaset ortaya koyduğunu göremiyoruz. Bugün dünyanın mağdurları sadece işçiler değil. Örneğin Türkiye’de Kürtler, Aleviler, dindar Müslümanlar, Ermeniler de mağdur. Sol onların mağduriyetlerine karşı da aynı duyarlılığı göstermeli. Bu günümüzde biraz ÖDP’de var ama onlarda da kafa karışıklığı var.
ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’ın milletvekili olarak performansını nasıl buluyorsunuz?
Beğenmiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve daha sonra türban krizinde net bir tutum takınmadı. Demokrat bir duruş sergileyemedi. Türban sorununda ‘Ben sizden değilim ama sizin özgürlüğünüzü savunuyorum’ diyebilmeliydi ama bunu diyemedi, boş oy attı.