Liste haberciliği, son dönemin en hızlı yayılan akımlarından biri. Anlatılmak istenen konunun, ilgi çekici ve kolay anlaşılır şekilde maddeler haline getirilmesi, çoğunlukla da mizah unsurlarıyla süslenmesi yönteminden söz ediyorum. Buna içeriğin bir tür viralleştirilmesi diyebiliriz. Tabii bu yöntem önceden de gazetelerde dergilerde kullanılıyordu. Ancak günümüzde tüm içeriğini bu tür listeler halinde yayınlayan ve büyük ilgi gören internet siteleri, eskiden beri kullanılan bu yöntemi bir trende dönüştürdü.
Benim niyetim viralleşme veya yazıya mizah katmak değil. Toplumun geneline yayılan bazı yanlış algı ve yönlendirmeleri aşarak konuyu netleştirmek için madde madde yazmak daha doğru gibi geldi.
Son yıllarda sadece bizim ülkemizde değil, milyonlarca insanın yaşadığı İslam coğrafyasına yayılmış bir kafa karışıklığı söz konusu. Bu öyle bir kafa karışıklığı ki, Diyanet İşleri Başkanı veya kendini “muhafazakâr” olarak tanımlayan hükümet üyeleri ve onlara destek veren yazar çizerler gibi, bilgi, birikim ve eğitim düzeyiyle kafasının karışmaması gereken herkesi kolayca pençesine alabiliyor. Charlie Hebdo olayı ve İslam dünyasında özgürlüklerin yanlış yorumlanmasına neden olan beş büyük algı hatasını ben de maddeler halinde daha kısa ve net anlatayım istedim.
1- 12 milyon Müslüman öldürülürken sessiz kalan dünya, Fransa’da 12 kişi öldürüldü diye ayağa kalkıyor.
Bu gerçekten çok büyük bir algı hatası. Çünkü mesele 12 kişinin Paris’te öldürülmesi meselesi değil, ifade özgürlüğüne karşı gerçekleştirilen bir saldırı meselesi. Bu konuda Başbakan’dan Diyanet İşleri Başkanı’na kadar toplumda yanlış algı oluşturmaya yönelik neredeyse kasıtlı diyebileceğimiz bir çaba var. “12 milyon Müslüman öldürülürken sesini çıkarmayanlar yalnızca 12 kişi için ayağa kalkıyor” dediğinizde, bu insanlar yalnızca Fransız veya yalnızca “batılı” diye tepki gösterildiği sonucu çıkıyor ki, bu büyük ölçüde yanlış. Batının dünyadaki ekonomik ve ideolojik hegemonyasını inkar edecek değilim, ama Charlie Hebdo olayındaki tepkinin büyüklüğü, ölenlerin Fransız veya Alman olmasına değil, en temel insan hakkı olan düşünce açıklama ve yayma özgürlüğüne karşı bir saldırı olmasından geliyor.
2- İslami değerlere hakaret edenlerin korkutulması, sindirilmesi, öldürülmesi meşrudur.
Hayır değildir. Önce bir noktada anlaşalım. İfade özgürlüğü, dünyadaki insan varlığının ve uygarlığının ilerlemesinin temel taşıdır ve sınırsızdır. Düşüncelerin açıklanmasını sınırlamak insanlığın ilerlemesini sınırlamak anlamına gelir ki, bu da insanlığa düşman olmakla aynı şeydir. İnsanlara bugün aykırı veya rahatsız edici gelen bir düşüncenin ileride insanlık için kurtarıcı olup olmayacağını bilemeyiz. Musevilik de, Hıristiyanlık da, İslam da böyle ortaya çıkmadı mı? Şimdi “insanlık için söylenecek bütün sözler söylendi” deyip kontağı kapatmak mümkün mü? Eğer birilerinin kutsal saydığınız değerlere hakaret ettiğini düşünüyorsanız, bu en fazla size de onlara hakaret etme ya da kapısının önünde istediğiniz kadar gösteri yapma hakkı verir, tehdit ve öldürme hakkı değil.
3- Çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve demokrasi gibi kavramlar Müslümanları yoldan çıkarmak için batının dayattığı kavramlardır.
Bu görüş, tam da otoriter bir manipülasyon. Yani İslam dünyasındaki iktidar sahiplerinin bir kandırmacası. Zira ifade özgürlüğü ve demokrasi gibi kavramlar bugünün kapitalist batı dünyasında ortaya çıkmış kavramlar değil. Bu konuların tartışılması neredeyse insanlık tarihiyle eşit bir geçmişe sahip. Bunu da en iyi bizim gibi Anadolu toprağında büyüyenlerin bilmesi gerekir. Bu kavramları orta çağda kilisenin barbarlığından kurtarıp Antik Yunan'dan Batı dünyasına taşıyanların da Müslümanlar olduğunu unutmamak gerekiyor tabii. Kapitalizm çok daha geç dönemlerde bu kavramlara sahip çıktı ve sistemin devamı için onları yeniden üretti. Bugünün Müslüman dünyasındaki iktidar sahipleri ise tıpkı orta çağ kilisesi gibi kendi güçlerinin bekası için halklarını bu kavramlara alabildiğine yabancılaştırmak istiyorlar. Özgürlük ve demokrasi gibi kavramlar insanlığın ortak değerleridir. Daha iyi bir dünya için, doğulunun batılının, kuzeylinin güneylinin, kapitalistin sosyalistin, Hristiyanın, Müslümanın, kısaca herkesin tartışması konuşması gereken kavramlardır.
4- Batının zalim düzenini hedef alan Müslüman savaşçıları desteklemek, zalimlere karşı savaşı desteklemektir.
Bu konuda çok fazla bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Ellerinde “batılı zalimlerin” ürettiği tüfekler, roketatarlar, altlarında yine “zalimlerin” fabrikalarından çıkan son model arabalar, ceplerinde “zalim” merkez bankalarının bastığı paralarla Mezopotamya’nın mazlum ve masum halklarının kafalarını kesmek, Şam’dan Kabil’e kadar terör estirip kadınlara, çocuklara tecavüz etmenin adına “Cihat” veya “zalimlerle savaş” demeyi içine sindiren varsa buyursun desteklesin. Zaten Türkiye'deki mütedeyyinler ve cemaat önderlerinin çoğu bu gruplardan ayrı düşündüklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Ancak aradaki mesafeyi biraz kalınca açmakta büyük fayda var.
5- İslam dünyası fakir olduğu için cahil kalmıştır, cahil olduğu için de doğru tartışamaz.
Bu basmakalıp düşünce de yine düşünen, tartışan insanların ağzını kapatmak için uydurulmuş bir büyük yalan. Gerçeği görebilmek için denklemi tam tersinden okumak gerekiyor. İslam dünyası tartışamadığı ölçüde cahil kalmıştır, cahil kaldığı ölçüde de fakirleşmiştir. Eğer bunun tersi geçerli olsaydı, İslam dünyasının en zengin ülkesi Suudi Arabistan; dünyanın en özgürlükçü, en hoşgörülü, insanlığın ilerlemesinde en öncü rolü üstlenen, en acayip gelişmiş ülkesi olurdu. Oysa bu saydıklarımın yanından bile geçemiyor değil mi? İslam coğrafyasının en fakir, en petrolsüz, en doğal gazsız ülkesi olan şu yalnız ve güzel ülkemin Müslüman ülkeler içinde en kalkınmışı olmasının bir nedeni yok mu sizce? Bana sorarsanız Türkiye’nin İslam coğrafyası içinde “en yaşanılacak ülke” olarak görülmesinin tek nedeni, sınırlı sorumlu bile olsa, yaşatmaya çalıştığımız demokrasimiz ve düzeyini beğenmediğimiz özgürlüklerimiz. İşte tam da bu yüzden bu ülkede yaşayan, çalışan, iş yapan herkesin demokrasiye de temel hak ve özgürlüklere de sonuna kadar sahip çıkması gerekiyor. Yoksa sonuçlar ortada…
(Güventürk Görgülü'nin 16 Ocak 2015'te Dünya Gazetesi'nde yayınlanan köşe yazısının geniş versiyonu)