Yaşam

Kendi sesi ve gündemiyle çocuk

Yazan: Barış Yardımcı

Çocukların kendi medyasını yaratmasını amaçlayan projeler nasıl hayata geçirildi, katılım nasıl sağlandı? Uzmanlar ve gönüllüler deneyimlerini “Çocukların Medyası” panelinde anlattı.

Çocuğun medyada sesini duyurma ihtiyacı ülke genelinde çok sayıda projeye ilham verdi. Peki çocuğun kendi medyasını yaratmasını amaçlayan projeler nasıl hayata geçirildi? Projelere çocuk katılımı hangi şekillerde sağlandı? Süreçler ne gibi zorlukları beraberinde getirdi? Bu işe gönül verenler, deneyimlerini “Çocukların Medyası” panelinde aktardı.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü öğrencilerinin C-LAB atölyeleri kapsamında yürüttüğü Söz Küçüğün projesi ekibi tarafından düzenlenen, çocukların kendi medyasını yaratması fikriyle yola çıkmış projelere dair deneyimlerin paylaşıldığı panel, 13 Mayıs’ta santralistanbul yerleşkesinde gerçekleşti. Panelde çocuk yayıncılığının Denge Zarokan, Parlayan Çocuklar, Eksi 18 ve Söz Küçüğün gibi örneklerinin yanı sıra Başak Sanat Vakfı’nın yürüttüğü İnsan Hakları ve Sinema projesi ile Maltepe Üniversitesi Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (SOYAÇ) çalışmaları tartışıldı.

İlk Türkçe ve Kürtçe çocuk gazetesi: Denge Zarokan

denge zarokanMart 2009’da Diyarbakır Bağlar Belediyesi’ne bağlı Çocuk Eğitim Merkezi’nde başlayan çalışmalar sonucu Eylül 2009’dan Temmuz 2015’e kadar iki ayda bir yayınlanan ilk Türkçe ve Kürtçe çocuk gazetesi Denge Zarokan’ı çıkaran 8-16 yaş aralığındaki ekibe kolaylaştırıcılık desteği sağlayan Senar Ataman, “Proje, çocukların katılım hakkı doğrultusunda bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı zira biz büyüklerin gördükleri ile çocukların gördükleri çoğu zaman aynı olmuyor” dedi. Yetişkinlerin, çocukların tarafında olsa dahi bir defa dilinin çocuklarınkiyle birebir aynı olamayacağına değinen Ataman, gazete fikrinin çocukların doğrudan kendilerini ifade edebilmeleri için ortaya çıktığını belirtti.

Ataman: “Ulusal basında yer alınca ciddiye alındık”

Çocukların medyası alanında her şeyden önce bir sosyal politikaya ihtiyaç duyulduğunun altını çizen Ataman, çocuk haklarıyla ilgili bir politikanın varlığı halinde kişi ve kurumlar değişse de çalışmaların devam edeceği bir yapının ortaya çıkacağını söyleyerek çocuk hakları ekseninde bir çalışmanın mutlaka bir sistem gerektiğini vurguladı:

“Örneğin Radikal gazetesinin ‘Savaşma konuş’ isminde bir kampanyası olmuştu. O dönem, Diyarbakır’da da bir toplantıları düzenlediler ve biz de çocuklarla beraber katıldık. Ertesi gün manşete çıktı bizim çocuklar. Radikal de bize her ay bir sayfa yer ayrıldığı söylenip ‘ürettiklerinizi gönderebilirsiniz’ dendi ancak daha sonra bu inkar edildi. Çalışmamız ulusal bir gazetede çıktığında belediye başkanı gelip ihtiyaçlarımızı sormuştu. Yani ulusal basına çıkmak böyle bir ciddi yaklaşımı beraberinde getirmişti. Bu ilgi daha sonra kayboldu. Denge Zarokan’ın en büyük sorunu ülkemizde çocuk hakları eksenindeki çalışmaları destekleyen sistemli bir yapının olmayışı.”

“Gerçekten Bitlis’e mi gelmek istiyorsunuz?”

Başak Sanat Vakfı bünyesinde gerçekleşen İnsan Hakları ve Sinema projesi yürütücülerinden Belma Yıldıztaş, proje fikrinin bir sinema salonunun dahi bulunmadığı basak sanatDersim’de düzenlenen İnsan Hakları Film Festivali’nin ardından çocukların sorduğu “Acaba biz de film çekebilir miyiz” sorusu üzerine ortaya çıktığını söyleyerek, projeyi birlikte yürüttükleri, Türkiye’den 14 şehirdeki ve Hollanda’da bulunan yerel destekçilerle aralarındaki ilişkiyi şöyle aktardı:

“Yerel destekçilere projenin hedef grubunun özelliklerini söyleyip onlardan bu özelliklere uygun kitleyi belirlemelerini istemiştik. Telefon ettiğimiz kurumlar, ‘Aaa gerçekten mi? Bitlis’e mi gelmek istiyorsunuz’ diye şaşırıyordu. Bizim oraya dair bir planımız olduğundan, oradaki çocukları hesaba kattığımızdan haberleri yoktu. ‘Biz böyle bir iş yapıyoruz ve bu işin ucundan tutmak zorundasın; eğer belediyeysen, sivil toplum kuruluşuysan, kamuysan bunu yapmak zorundasın’ şeklinde onları bir anlamda paydaş olmaya mecbur bıraktık. Biraz mecburiyet, biraz gönüllülük hissiyle böyle bir projeye dahil oldular.”

Dirican: “Amaç çocuğun erişkinlerin gözünden anlatıldığı düzene son vermek”

Ülke nüfusunun üçte birinin çocuk olduğunun ancak çocukların herhangi bir konuda söz hakkının bulunmadığının altını çizen Gündem Çocuk Derneği gönüllüsü Murat Dirican, çocuklarla ilgili radyo ve televizyon programların genellikle erişkinlerin gözünden çocukları anlattığını ve bu programlarda yürütülen tartışmalar içinde çocukların

Gündem Çocuk Derneği'nin, Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma, Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği’nin de katkısıyla yayınlandığı “Eksi 18” gazetesinin Temmuz 2007 tarihli nüshası.

Gündem Çocuk Derneği’nin, Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma, Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği’nin de katkısıyla yayınlandığı Eksi 18 gazetesinin Temmuz 2007 tarihli nüshası.

bulunmadığını söyleyerek Eksi 18 projesinin çıkış amacını “bu düzeni kırmak” olarak tanımladı. Eksi 18’e katkı yapan gençlerin genelinin politik anlamda bir düşünceye sahip, amiyane tabirle “anarşist lise talebeleri” olduğunu belirten Dirican, gazetenin bu gençlerin kendini ifade etme hali olduğunu kaydetti.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mine Gencel Bek ise fakülte bünyesinde faaliyet gösteren, aynı zamanda Gündem Çocuk Derneği’yle ortak çalışmalar yürüten Çocuk Hakları ve Medya Topluluğu’nun kurulma amacının “Çocuk hakları ve medya alanına giren konuları klasik ders ortamı yerine daha yatay bir düzlemde, informal biçimde çalışmak” olduğunu kaydetti. Yaklaşık 13 yıl önce, bu alanda çalışmaya başladığında akademisyenler olarak kendilerine sordukları “Medyada çocuk katılımını nasıl sağlarız” sorusundan bugün çocukların kendi medyalarını yaratması noktasına gelinmesini son derece umut verici bulduğunu belirtti.

Tarlabaşı’nın “Parlayan Çocuklar”ı eğitimciler üzerinde baskı oluşturuyor

 Tarlabaşı Toplum Merkezi bünyesinde 2008 yılında kurulan Parlayan Çocuklar Kulübü’nden çocukların üç ayda bir çıkardığı Parlayan Çocuklar dergisinin editörlüğünü yapan Ceren Suntekin son zamanlarda engelli hakları, kadın, LGBTİ bireyler gibi farklı temalarda yayınlanan derginin aldığı tepkilere ilişkin şunları söyledi:

“Süreçte LGBTİ hakları, trans bireyler, toplumsal ve biyolojik cinsiyet gibi konuları çocuklarla çok rahat konuşabildiğimizi fark ettik. Tarlabaşı, LGBTİ bireylerin görünür olduğu bir bölge. parlayan çocuklarÇocuklar Roman oldukları için toplumda dışlanabildiklerinden, toplumun dışladığı diğer bireyleri anlamakta zorlanmıyor. İnsanlar, hatta bazı akademisyenler zaman zaman ‘Nasıl cesaret ettiniz’ ya da ‘Çocukların kafasını karıştırmış olmuyor musunuz’ diye sorsa da bu tarz konularda çocuklarla herhangi bir sorun yaşamadık. Öte yandan çocukların okuduğu okullardan öğretmen ve idarecilerin arayıp ‘Bizim hakkımızda şunları diyormuşsunuz’ dediği de oluyor. Ancak bu sayede onlar üzerinde de alışık olmadıkları bir baskı oluşuyor. Aynı şekilde eğitimcilerin arayıp ‘Şu şu konuları çalıştığınız için işimiz kolaylaştı’ dediği de oldu.” (Derginin tüm sayılarına buradan erişebilirsiniz.)

“Ya sen bi’ dur, bu beni ilgilendiren bir şey”

 2008 yılından geçtiğimiz yıl Mayıs ayına kadar Açık Radyo’da 350’den fazla programa imza atan Söz Küçüğün Radyo Programı ekibinden Deniz Türkeş, Türkiye’de ve dünyada az rastlanan bir şey olarak dertlerinin çocuklara çocuk haklarını anlatmak olduğunu söyledi. Açık Radyo’da çocuklara ulaşamadıklarını fark ettiklerinde “çocuklar, çocuk haklarını büyüklere anlatsın” fikrine odaklandıklarını belirten Türkeş, yedi yıl boyunca ‘Melda Abla (Melda Akbaş) soru bitti, ne yapacağız’ deyip cama yapıştırılan soruları sordukları günlerden telefonla bağlananların sözünü kesip onlara eleştirmeye başladıkları, aileleri ‘Dershaneye gitmen lazım’ derken ‘Hayır ben radyoya gideceğim ve sınav sisteminin üzerimde yarattığı stresle ilgili program yapacağım’ diye inat ettikleri bir serüveni anlattı:

Söz küçüğün ekibi canlı yayın stüdyosunda Açık Radyo Ömer Madra’yı konuk ediyor (26 Mart 2012)

Söz Küçüğün ekibi canlı yayın stüdyosunda Açık Radyo Yayın Yönetmeni Ömer Madra’yı konuk ediyor (26 Mart 2012)

“Çocuğu ilgilendiren konularda büyüklere ‘Ya sen bir dur, bu beni ilgilendiren bir şey; evet, sen benim sınav stresimi anlıyorsun ama bu stresi yaşamıyorsun’ dediğimiz bu süreç bize; büyükler küçüklere alan açmadıkça, onların hayatlarını edit’lemekten vazgeçmedikçe, bir şekilde onları özgür bırakmadıkça çocukların çocuk olamayacağını fark ettirdi. Çocuk aslında bir büyüğün onu tanımlamasına ihtiyaç duymayan, özgürce kendisini anlatabilecek biri. Büyüklerin o kocaman dünyasında kendimize yer açabiliyor ve hiç tanışmadığımız insanlara sesimizi duyurabiliyor olmak bizim için inanılmaz bir deneyimdi.”

 

Proje boyunca Melda Akbaş’la birlikte kolaylaştırıcılık görevini üstlenen Cem Demirayak ise Söz Küçüğün Radyo Programı’na ilişkin şunları söyledi:

“Programın en önemli özelliği, çocukların kendilerinin oluşturduğu bir içeriğinin olmasıydı. Biz kolaylaştırıcıydık. Çocuklara bilhassa konukların bulunması aşamasında yardımcı olmaya çalışıyorduk ancak içerik belirleme, konuklara hangi soruların sorulacağı, programın gidişatı, formatın oluşturulması gibi konular tamamen çocuklara bırakılmıştı. Çocukların hem kendilerini güçlendirmesi hem de çevrelerine yaydıkları o katılımı sağlama niyeti bakımından oldukça yararlı, güzel bir projeydi.”

2010 yılında Maltepe Üniversitesi’nde kurulan Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Uygulama ve Araştırma Merkezi (SOYAÇ) çatısı altında ağır ihmal ve istismara uğramış çocuklarla çalışan Maltepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Özden Bademci, çocukların iyileşmelerinde ve topluma kazandırılmalarında geleneksel yöntemler işe yaramadığını ve bu doğrultuda çocuklara “senin okuma-yazman kötü, derse ihtiyacın var” ya da “siz boyama seversiniz, haydi boyama yapalım” demek yerine çocukların istek ve ilgileri doğrultusunda ilerlemenin çok daha olumlu sonuçlar verdiğini söyledi.
(BY/GT)

Yorum yazın