Gündem

Ne olur bu bir rüya olsun!

Yazan: Güventürk Görgülü

Evet, dışarıda gerçekten de bizi yok etmek isteyen birileri var. Çünkü biz onların yaratmak istediği kötülük dünyasının önündeki tek engeliz.

Başlıktaki cümle, geçtiğimiz salı gecesinden beri kah üzgün, kah bıkkın, kah ağlamaklı halimle kafamda asılı duruyor. Hani o, hafta sonundan beri Özgecan Aslan'ın vahşice katledilmesini, bu vahşete neden olan ülke iklimini tartışırken; aynı anda ülkenin meclisinde iktidar milletvekillerinin kürsü tokmaklarıyla muhalefet milletvekillerine saldırıp yaraladıkları gece… İşte o gece bunlar olurken, 20 yıllık gazeteci arkadaşım Nuh Köklü, Kadıköy'de bir grup arkadaşıyla kartopu oynarken kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Bu, onun son sözleriydi: “Ne olur bu bir rüya olsun”.

Uzun zamandır tartıştığımız gibi; bu ülkede öldürülen binlerce kadının, Gezi'de öldürülen gençlerin, Nuh'un veya onbinlerce başka masum insanın katledilmesi, aslında birbirinden bağımsız, tesadüfi olaylar değil. Bu olayların hepsi, planlı, kasıtlı, ince ince kurgulanmış bir seri cinayet aslında…

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir istatistiğe göre Avrupa ülkeleri arasında evrim teorisinin doğru olduğunu düşünenlerin en düşük oranda bulunduğu ülkenin Türkiye olduğunu öğrendim. Ben evrim teorisinin doğru olduğunu düşünen azınlık içerisinde yer alıyorum. Evrim dediğimiz şey, çevresel koşullardaki kalıcı değişikliklere bağlı olarak, o koşullara uyum sağlayabilen canlıların veya türlerin hayatta kalabilmesi, üremesi ve o türün varlığını sürdürebilmesinden başka bir şey değil. Kutup bölgesinde yaşayan hayvanların beyaz olması, orman hayvanlarının çoğunun doğal bir kamuflaja sahip olmasının nedeni bu aslında. Doğada geçerli olan bu sistem, çok büyük ölçüde sosyal alanda da çalışır. Ancak toplumsal evrimin en büyük kaynağı insanın çevresini değiştirme gücüdür. Yani insan çevresini şekillendirirken çevresi de onu şekillendirir. Örneğin üretim biçiminin değişimi, o ana kadar dünyaya hakim olan aristokrasi gibi bir sınıfı ortadan kaldırabilir veya teknolojik gelişme, belirli mesleklerin kaybolmasına, başkalarının doğmasına neden olabilir.
Toplumlar, doğal akış içinde evrim geçirebileceği gibi, bazen de devrim veya darbe dönemlerinde siyasi iktidarı ele geçiren güç tarafından siyasi, ekonomik ve sosyal ortam bilinçli ve planlı bir şekilde değiştirilerek toplumda dönüşüm sağlanması amaçlanır. Sosyal Darwinizm olarak adlandırılan bu yöntemle, toplumun iktidardakilerin toplum tahayyülü doğrultusunda evrilmesi istenir. Ancak bu, pek de demokrasilerde uygulanan bir yöntem değildir.  

Türkiye, bir insan ömrü için hiç de kısa olmayan bir zamandır yasa tanımazlığın, yolsuzluğun, hukuksuzluğun, rüşvetin, zorbalığın, kabalığın, ele geçirmenin, zaptetmenin meşru davranış biçimi haline getirildiği bir iklim yaşıyor. İşte bu iklim; hakkı hukuku gözeten, doğru yoldan para kazanmaya çalışan, başkalarına saygı gösteren, yalnız kendini değil çevresindekileri de düşünen, dürüst, düşünceli insanların varlığını öyle kolay kolay sürdüremeyeceği bir ortam yaratıyor.

12 Eylül darbesiyle kurulan ekonomik ve siyasi sistemle, çok büyük ölçüde kurutulan özgür düşünce kaynaklarının yarattığı kurak ortamın da yardımıyla kendini iktidara taşıyan siyasetçilerin yarattığı bir iklim bu. Bu siyasetçi kuşağının, ülkenin başında bulunan en son temsilcisi de kendi ikbal ve iktidarı için bu iklimi alabildiğince sertleştirme yolunu seçmiş durumda. Hukuk tanımazlığıyla, insanı insana düşman eden sözleriyle her gün ülkedeki haksızlık, kötülük ve şiddet dalgasını daha da kabartıyor. Bu yolla iktidarını sağlamlaştırıyor, dağıttığı kaynaklarla çevresinde ördüğü duvarı tahkim ediyor. Sonuç olarak bu iklime dayanamayan doğru dürüst insanlar, şu veya bu şekilde sistem dışına itiliyor, işsiz bırakılıyor, fakirleştiriliyor, sessiz kalması için korkutuluyor, gerekirse öldürülüyor. 

İşte bu nedenle; Gezi'nin öncesi ve sonrasında devam eden katmerli polis şiddeti, sokakta dövülen, vurulan gençler, çocuklar, erkekler tarafından öldürülen kadınlar, Özgecan Aslan'ın vahşice öldürülmesi ve son olarak Nuh'un basit gibi görünen bir nedenle kalbinden bıçaklanması, aynı şiddet ve cinayet zincirinin birer parçası.

Evet, geçen salı gecesi ben de Nuh gibi “Ne olur bu bir rüya olsun” diyerek uykuya daldım. Nuh bir daha uyanamadı. Ben ertesi sabah uyandım, yaşadıklarımız rüya değildi. Dışarıda gerçekten de bizi öldürmek, yok etmek isteyen, kötülüklerini tüm topluma, ülkeye, dünyaya yaymak isteyen birileri var. Evet, bizi yok etmek istiyorlar, çünkü biz onların tahayyül ettiği, yaratmak istediği kötülük, haksızlık ve kabalık dünyasının önündeki tek engeliz.

Bizi yok ettikleri anda sınırsız kötülüklerinin dünyaya hakim olacağını sanıyorlar. Ama onlara da bir kötü haber vereyim; bu pek de kolay değil!

Parmak salladıklarında, bağırdıklarında seslerini yükselttiklerinde korkup kaçacağımızı, bir köşeye sineceğimizi sanıyorlar; çok yanılıyorlar. İşsizlikle, parasızlıkla, hapse atmakla bizi terbiye edemedikleri gibi, ölümle korkutarak da bizi terbiye edemeyecekler. Aksine biz sesimizi yükselttiğimizde, çok değil beşimiz onumuz biraraya geldiğinde ne kadar korktuklarını çok iyi biliyoruz.

Sokaklara saldıkları satırlı, bıçaklı güruhun hangi dilden anladığını da çok iyi biliyoruz. Onlarla aynı dili konuşmamamızın nedeni korkumuz veya zayıflığımız da değil. Sadece onlar gibi veya onları sokaklara salanlar gibi olmak istemiyoruz. Kötülüğe kötülükle, nefrete nefretle karşılık vermeyeceğiz. Ama fütursuzca ortaya saçtıkları kötülüklerini ve nefretlerini son zerresine kadar bu dünyadan kazımak için gerekirse cehenneme kadar peşlerinde olacağız. Hiç şüpheniz olmasın sonunda kazanacağız. Bundan eminiz, çünkü iyiler hep kazanır.

Yorum yazın