Gündem

Norveç’in Türkiye’den alacak çok dersi var

Yazan: Mustafa Alp Dağıstanlı

Norveç’in zavallı siciliyle bizimki mukayese bile kabul etmez. Ama biz “yaradılanı hoşgör yaratandan ötürü”müzle, “ne mutlu Türküm diyene”mizle, medeniyetler beşiği olmamızla vs övünebilme becerisini de gösterebiliyoruz işte.

Herhalde sizin gibi ben de şu Norveç için çok üzülüyorum. Cuma günü faşist bir caninin katlettiği insanlara zaten üzülüyorum da, şu Norveç’e ayrı bir üzülüyorum ve kesinlikle bir Türk yardımına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Şimdi yazacağım yazının bile bir yardımı olacağından eminim.

Norveç uzmanı değilim, dolayısıyla birkaç saatte internetten öğrendiklerime size satmak yerine Norveç’i çok iyi bilen birinden yardım alacağım. Aslak Sira Myhre’den. Kendisi, Oslo’daki House of Literature’ın (Edebiyat Evi) yöneticisi… Aslak diyor ki:

“On yıllardır, bu ülkede siyasi şiddet neredeyse sadece neo-Nazilerin ve ırkçı grupların tekelindeydi. 1970’lerde solcu kitapevlerini ve bir 1 Mayıs’ı bombaladılar. 1980’lerde iki neo-Nazi, gruba ihanet ettiklerinden şüphelenildiği için öldürüldü. Son yirmi yılda beyaz-olmayan iki Norveçli çocuk ırkçı saldırılarda öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Norveç’te hiçbir yabancı grup insanları öldürmedi ve yaralamadı; 1973’te Lillehammer’de yanlışlıkla masum bir adamı öldüren İsrail gizli servisi Mossad hariç.” (Guardian, 24 Temmuz 2011, Norway attacks: Norway’s tragedy must shake Europe into acting on extremism)

Özgeçmiş

Allahaşkına bakar mısınız, 1945’ten beri yaşanan vahşete! Türkiye olarak onlara öğretebileceğimiz pek çok şey var. Hiç öyle araştırma yapmadan 1945 sonrası Türkiyesi için bir döküm yapalım:

1955’te, 6-7 Eylül Olayları‘nda Rumların evlerini işyerlerini bastık; harab ettik, talan ettik… Kalan birkaç on bin Rumdan bir kısmını daha kaçırdık… 1960’ta şanlı ordumuz bir darbe yaptı, sonra da bir başbakanla iki bakanı idam etti. 1971’deki ikinci darbeye gelene kadar ordu içindeki klikler darbeye kalktı, bazıları idam edildi… 1971’de bir darbe daha yaptık. 1972’de üç genci idam ettik. Üçüncü darbeye kadar sokaklar savaş alanı gibiydi, hergün onlarca insan öldürülüyordu. 1978’de Maraş’ta faşistler Alevilere saldırdı, yüzlerce kişi katledildi… 1980’de bir darbe daha yaptık. Bu arada Diyarbakır Cezaevi‘ndeki vahşet, dehşet literatürüne geçecek boyuttaydı. 1990’ların ortasına kadar kontr-gerilla, JİTEM, derin devlet –ne derseniz deyin—insanları kaçırıp öldürdü; her tür kirli işi yapan bağlantılı insanlar devlet içinde yuvalandı ve daha da kirli işler yaptı…

“Bir oğlum daha olsa onu da gönderirim”

Bu arada, anavatanları Anadolu olan Süryaniler göçtü gitti… Kürt meselesini öldüre öldüre çözmeyi kafaya koyduğumuz için 1984’ten bu yana 40 binden fazla insan öldü. Başka kimse ölmesin diye düşüneceğimize “bir oğlum daha olsa onu da gönderirim” formülüne sarıldığımız için ordu ve siyaset sınıfı ve oğlu ölmeyenler ve cümbür cemaat hepimiz günümüzü gün ettik. (İşte bu sayede, Norveç’in de derdine bak, diyebiliyoruz.)

1993’te Madımak‘ta “güvenlik” güçleri ve itfayenin nezaretinde 33 aydınımızın yakılışını seyrettik. 1990’ların sonunda hapeshane şartlarının değiştirilmesi için başkaldıran solcuları daha önce kıstırdığımız o hapishanelerde katlettik. 2000’de “Hayata Dönüş” için müdahale edilen Bayrampaşa Cezaevi’nde mahkumları diri diri yaktık. 12 kişiyi öldürüp, 55’ini yaraladık. Ermeni kelimesi zaten sunturlu bir küfür sayılıyordu, 2007’de Hrant Dink’e ve herkese haddini bildirdik. Çok geçmeden, Malatya’nın ortasında, güpegündüz, üç Hıristiyanı boğazını keserek öldürdük. (Böylece, İslam’ın ve Türklüğün meşhur hoşgörüsünü dünyaya bir kere daha göstermiş olduk. Mevlana’nın torunlarıyız ne de olsa!) Haa, bunlardan önce Trabzon’da bir Hıristiyan rahibi de öldürdük. Sonra, Festus Okey vardı, Afrikalı, onu da polis nezaretinde öldürdük. Bütün bunlar olurken, alçak, aşağılık, vahşi törelerimize sığınarak kızlarımızı soğukkanlı bir şekilde boğazladık. Tabiata, kültürel ve tarihi değerlerimize yaptıklarımızı hiç saymıyorum.

Medeniyetler beşiği…

Şimdi Allah için bir daha bakar mısınız şu Norveç’in zavallı siciline. Biz, bütün bu saydıklarımı ve saymadığım daha çoğunu yaparken bir yandan da mertliğimizle, hoşgörümüzle, “yaradılanı hoşgör yaratandan ötürü”müzle, misafirperverliğimizle, şanlı tarihimizle, “ne mutlu Türküm diyene”mizle, medeniyetler ittifakımızla, medeniyetler beşiği olmamızla vs övünebilme becerisini de gösterebiliyoruz işte; Norveç’ten farklı olarak.

Norveç’e şunu demek kafi: Bakın, daha bir hafta önce dağda çatışma çıktı 20 gencimiz öldü, şimdi de dünya şehri İstanbul’un sokaklarında Kürtlerle Türkler çatışıyor, fakat hayat devam ediyor, Türkiye’yi yıkamaz bunlar, Türkiye’nin dünya gücü olmasını engellemek isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Yazılarını okuduğum Norveçliler, aşırı sağcı grupların internetten nasıl beslendiklerini anlatıyordu. Ayrıca, hem internetteki, hem de gazetelerdeki nefret dilinden, önyargılı yaklaşımlardan muzdariptiler. Bir de bizim gazetelerimizi ve internet sitelerindeki milliyetçi azgınlıkları görseler…

“Seçim meydanı çığırmaları Norveç’e en az elli sene yeter”

Bizde gazetelere ve internete ne hacet; başbakanımızın seçim meydanlarındaki çığırmaları Norveç’e en az elli sene yeter. Milliyetçiliği azgınlaştırmakla kalmayıp, “demokratik açılım”la çözeceğim dediği Kürt meselesinde, Kürtlerin ulu önderini asmaktan söz etti bir de.

Aynı adam, yani Kürt meselesini demokratik açılımla çözecek olan başbakan, Silvan’daki çatışmadan sonra, özel harekâtçı polislerin sayısını üç katına çıkaracaklarını açıkladı. Dünya kadar musibet üretmiş bir kurumu palazlandırıyoruz. Al sana demokratik açılım. Diyeceksiniz ki, böyle infial yaratan bir olaydan sonra toplumun da, hükümetin de böyle tavra yönelmesi normaldir ve anlaşılabilir.

İşte şu gerzek Norveç bunu da anlamıyor. Başbakanları Jens Stoltenberg ne demiş biliyor musunuz? Şunu: “Bu saldırıya cevabımız daha çok demokrasi ve daha çok açıklık olmalı.” Norveçli Aslak, başbakanlarının bu sözünü ABD Başkanı George Bush’un 11 Eylül saldırılarından sonraki sözleriyle kıyaslayıp “gurur duyduğunu” söylüyor. Ve bu acı tecrübeden sonra daha da ileri gitmek gerektiğini söylüyor: “Bu olayı büyüyen tahammülsüzlüğe, ırkçılığa ve nefrete bir darbe indirmek için kullanmalıyız; üstelik sadece Norveç’te, İskandinavya’da değil, bütün Avrupa’da.”

Haa, atladığım bir şey daha var: Cuma günü Oslo’da ve Utöya adasındaki katliamı yapan Anders Behring Breivik, 2006’ya kadar Progress Party (ikinci büyük parti) üyesiymiş. Vay canına, takıldıkları şeye bak! Bizim partilerden, gençlik örgütlerinden ne katiller çıktı da gurur hanemizden bir şey eksilmedi yine de.

Medenniyyetler çelişkisi

Bir de şu var: bizim şaşkın Aslak’ın gurur duyduğu Başbakan Stoltenberg sosyal-demokrat İşçi Partisi’nden. Halbuki asıl gurur duyulacak “sosyal-demokrat” parti de bizde, onu da söyleyeyim: CHP. Önceki başkanları fikir özgürlüğünü baltalayan 301. maddeyi savunuyordu. Şimdiki ne yapıyor bilemiyorum, ama darbecileri meclise soktuğunu biliyoruz.
Ben bütün bu manzarada bir medenniyyetler çelişkisi görüyorum ve sadece Norveç’in, hatta sadece İskandinavya’nın değil, tüm Avrupa’nın ve hatta tüm dünyanın mutluluğu, huzuru ve barışı için bizimkinin galebe çalmasını can-ü gönülden diliyorum.

Pensilvanya’daki şahsın da bu dileme çabama itiraz edeceğini sanmıyorum.

2 Yorum

  • dogru konusmussun da bir lafin yenilecek yutulcak turden degil.. ne demek Kurtlerin uku onderi ?? !!
    bir cani nasil ulu onder olur .. ??
    simdi sinirleniyorum lafi uzatmayacagim !!

Yorum yazın