Ahmet Şık ve Nedim Şener’in ifade vermek için Beşiktaş Adliyesi’ne getirildiği gün (5 Mart) onlarca insan, içeriden umutlu bir haber duyabilme beklentisiyle tüm geceyi adliyenin önünde geçirdi. Ancak meslektaşlarına destek vermek için adliyenin önünden ayrılmayan grubun içinde bir isim özellikle dikkat çekiyordu: Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink, Şık ve Şener’in gözaltına alınması karşısında, orada bulunan herkes gibi şaşkın ve tepkiliydi.
Dink’in adliye kapısında sabahlayan insanlar içinde yer alması, o sırada içeride olup bitenleri sorgulanmaya daha da muhtaç kılıyordu.
Ergenekon soruşturmasını destekleyen ve bu davadan somut beklentileri olan bir mağdur olarak “Beni kontrpiyede bırakmaya kimsenin hakkı yok” diyordu Orhan Dink: “Hrant Dink davasında soruşturma kapsamında olan isimlerin Ergenekon’la bağlantısını ortaya koyan gazetecilerin gözaltına alınması, benim durumumdaki insanların umutlarını çürütüyor.” Birkaç saat sonra haklarında tutuklama kararı verilecek Şık ve Şener’e “Ergenekonluğu” layık gören nedenlerin ne olabileceğinin akla ve mantığa uygun cevabını bulamıyordu.
“Gerekirse Ogün Samast’la görüşürdüm”
Dink “Gazeteci, görevi gereği herkesle görüşen insandır. Mafyayla da görüşürsün, cumhurbaşkanıyla da. Gerekirse ben Ogün Samast’la görüşürdüm” diyordu.
***
Ahmet ve Nedim’in tutuklanmasının ardından dokuz gün geçti. Orhan Dink’in adliye kapısında sorduğu ve iki gazeteciyi cezaevine gönderen delillerin ne olduğu, soruşturmanın gizliliği gerekçesiyle hâlâ açıklanabilmiş değil.
Orhan Dink dün Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “Ahmet’in arkadaşları Ahmet’i anlatıyor” etkinliğine dinleyici olarak katıldı. Tıpkı adliye önündeki protestoda olduğu gibi, Bilgi Üniversitesi Çalışanları’nın Ahmet Şık için yaptığı basın açıklamasında da ön safta yer aldı.
Etkinlik sonrasında kendisiyle tekrar bir araya geldim ve yine çarpıcı şeyler söyledi. Ama bırakın söylediklerini, onun “Ergenekon terör örgütüne üye olduğu” iddia edilen Ahmet Şık ve Nedim Şener’den taraf olması, ağabeyinin öldürülmesinden sonra adeta kararan hayatına rağmen konuşmaktan çekinmemesi bile çok önemli bir mesaj.
“O iki arkadaş çıkmalı ki, Ergenekon soruşturması devam etsin”
Konuşmaması konusunda telkinler aldığını bildiğim Dink, kendisini sıkıntıya sokma pahasına “Ben bunun tam tersini düşünüyorum” diyor: “Şimdi daha çok konuşmalıyız, onları [Ahmet Şık ve Nedim Şener] buradan çıkarmalıyız. Ergenekon davasıyla ilgili beklentimizi yüksek tutmalıyız. Ahmet ve Nedim’in örgütle bağı somut delillerle ispatlanmadıkça biz çok konuşmalıyız. Ahmet ve Nedim için söylenenler adeta deli saçması. O iki arkadaşı oradan almalıyız ki, gerçek Ergenekon soruşturması devam edebilsin. Yoksa bunun doğru bir soruşturma olduğunu ne dünyaya anlatabilirsin, ne iç kamuoyuna anlatabilirsin… Anlatamazsınız!
Orhan Dink, Şık ve Şener’in tutuklanmasından sonra Ergenekon soruşturmasının gidişatını ise şöyle yorumluyor:
“Ocak 2008’de, Kemal Kerinçsiz, Veli Küçük ve Levent Temiz’in tutuklandığı gün [sevinçten] ağlamıştım. Bir ben değil, tüm ailemin fertleri ağladık. Çünkü Hrant Dink cinayetinde aynı savcılar bizi çağırdığında biz bu üç ismi vermiştik. Herkes de Hrant Dink soruşturması nedeniyle alındıklarını sanıyordu. Ama ondan sonra bir baktık, nehrin suyunu başka yöne akıtmaya başladılar. Ağabeyim de zaten son iki yazısında delilleri ortaya koymuştu. Biz Hrant Dink davasıyla ilgili ifade vermiştik ama lütfedip de bu ifadeleri koymadılar Ergenekon dosyasına. Şimdi bir bakıyorsun ki bu iki insan [Şık ve Şener] alınıyor.”
“Hrant Dink’in kafasına sıkılarak öldürülecek”
Dink, İstihbarattan Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in görevden alınmasını ise iki gazetecinin tutuklanmasına bağlıyor: “Rutin bir görev değişimi olarak yorumlamak isteyenler var. Ama bunlar hep göstergedir. Ben Şık ve Şener olayına bağlıyorum” diyor.
“Nedim’in kitabını okuduğunuzda, Dink cinayetinde bunların net sorumluluğu olduğunu görürsünüz. Çünkü Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink’le ilgili 2006’da kendi önüne gelen belgeyi biliyor. F3’e gelen belgeyi her iki büro da [Ankara ve İstanbul] bilir. Ama F4’ü sadece Yılmazer’in kendi bürosu biliyor. O belgede “ses getirici eylem” değil , ‘Hrant Dink’in kafasına sıkılarak öldürülecek’ cümlesi var. Ve bu belge hasıraltı ediliyor.
“Cinayetten sonraki süreçte bunlar daha çok önem kazanıyor. Dava dosyamızda mevcut. Delil karartma söz konusu. Biz bunları İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) tescil ettirdik. Geçenlerde de 10. İdari Mahkemesinde “İçişleri Bakanlığı ağır kusur işlemiştir” diye dava kazandık. Türkiye’de görülmüş şeyler değil bunlar.
“Bir de şu var: Kamu yararına olan, bir cinayeti aydınlatan belgenin gizli olmasını bekler misiniz?”