Yaşam

Savaş, travma ve çocuk

Yazan: Barış Yardımcı

Savaş kaynaklı travmalar, çocuğun yaşam boyunca mücadele edeceği bir sorun olmasına rağmen çoğu kez gizli kalıyor. Çocukları anlamak için ne yapmalı, kimden yardım almalı?

Hayatım her yönden değişti. Orada birlikte oyun oynadığımız arkadaşlarım vardı. Burada komşular benimle konuşmuyor. Kardeşimle oynamak için sokağa çıktığımızda diğer çocuklardan dayak yiyoruz. Topumuzu alıp uzağa atarlar, peşinden koşup ben getiririm. Sürekli evde oturuyoruz.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin (ÇOÇA) görüştüğü 12 yaşındaki sığınmacı kız, ülkesi Suriye’deki savaşın hayatında neden olduğu değişimi bu sözlerle anlatıyordu.

Uzmanlara göre savaş mağduru çocuklar, yaşadığı travmayı aktarmakta yetişkinler kadar şanslı değil. Hatta kimi çocuk, sürekli güldüğü halde yaşadıklarını unutamıyor. Uğradığı ruhsal çöküntüyle yaşam boyu baş etmeye çalışsa da, sorunları çoğu zaman gizli kalıyor. Savaşın çocuklar üzerindeki etkisini anlayabilmek için onları dinlemek kadar, davranışlarındaki değişikliği doğru gözlemleyebilmek de önemli bu nedenle.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre Türkiye’deki 2 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacının yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Sığınmacıların yüzde 55’i ise 18 yaşından küçük.

Peki savaş mağduru çocukla karşılaşan yetişkin, onu ne kadar anlayabiliyor?  Uzmanlar 12 Aralık’ta İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleşen “Savaş ortamında çocuk olmak” panelinde bu soruyu tartıştı.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Akdağ Göçek, savaş gibi ciddi olaylara maruz kalmış bir çocuğun, oyun oynarken fazla sinirlenmesinin dahi, çocuğun bir uzmana yönlendirilmesini gerektirebileceği görüşünde. Göçek bunun “Ne var ki, arkadaşlarına birazcık kızarak oynuyor işte” denip geçilemeyecek kadar önemli olduğunu ve altında yatan sebeplerin araştırılması gerektiğini vurguluyor.

‘Ne güzel gülümsüyor…’

Korku ve çaresizlik hisleri yaşatan, kişinin yaşamını psikolojik ve fiziksel olarak etkileyen travmatik olaylardan sonra oluşan tepkilerin 3 gün ile 1 ay arasında ortaya çıkabilen akut stres bozukluğu ve yaşanan olaydan en az 1 ay sonra gözlenebilen travma sonrası stres bozukluğu olarak iki gruba ayrıldığını belirten Elif Akdağ Göçek, savaştan kaçarken ekmeğin, sığınağın, paltonun derdinde olan anne ve babaların çocuklarına dönüp bakmaya vakitlerinin olmadığı ancak bireysel ve toplumsal olarak özellikle travma sonrası stres bozukluğuna karşı dikkatli olunabileceği söylüyor:

“Erken dönemde bebek, annesinden yeterli ilgiyi göremediğinde, sevgisizlik kaynaklı travma daha orada başlıyor. Bu bilgilere kulaklarımızı kaptamayız. Aksi takdirde ülkemizde dışlanarak ve hırpalanarak travmatize olan çocuklar, geleceğin sorunlu bireyleri olacak. Bir çocukla konuşup “Ne güzel gülümsüyor” dersiniz, bu çocuk 6 ay sonra travma sonrası stres bozukluğu belirtileri gösterebilir. O yüzden yapacağınız en önemli şey travmaya maruz kaldığını düşündüğünüz kişiyi daha uzun süreli dinlemek, gözlem yapmak ve bu çocukları uzmanlara yönlendirmek.”

“Yakınların nasıl öldürüldü”

Göçek ayrıca bir çocuğun çizdiği resim ya da oynadığı oyunda travmayı çağrıştıran anılar görülüp duyulduğunda, o konunun üzerine gidilmemesi gerektiği yönünde uyarıyor: “Belli ki ağır ve önemli bilgiler söz konusu. Böyle durumlarda çocuğu travmayı çalışanlara yönlendirin. Bırakın değerlendirmeyi onlar yapsın. Örneğin çocuğa ‘Annenin öldürülüşünü nasıl gördün’ diye sormayın. Uzmanlardan destek isteyin.”

“Savaş ve çocuk”u sadece savaşın içinden gelen çocuklar olarak düşünmemek gerektiğinin altını çizen Göçek, savaşı yaşamış çocuklar kadar haberlerden ya da anne ve babasından dinleyen çocuklara ilişkin toplumsal farkındalığa ihtiyaç duyduğumuzu belirtiyor: “Ayna nöronları, travmayı gördüğünüzde etkilenmenize neden olur. Orada olmanız gerekmez. Görmek ya da duymak, tıpkı bir filmde izlemek gibi insan psikolojisini etkiler. Savaşa dair ağır görüntülerin hafızasında yer etmesi için çocuğun savaşın içinden gelmesi gerekmez. Bu yüzden basının çocuklara duyarlı haberler yapması gerekir.”

[pullquote]Travma sonrası stres bozukluğu: Uzmanlara göre “travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri şunlar:Yinelenen anılar, yeniden o olayları yaşama hissi, onu hatırlatacak her şeyden kaçınma ya da hatırlayamama, olumsuz düşünceler ve duygularla dopdolu bir beyin, çevreyle ilgisizlik ve yabancılaşma, uyku problemleri, odaklanamama, ani öfke patlamaları ve kendine yabancılaşma; kronik baş ağrıları ve mide bulantıları.[/pullquote]
“Terapist de önyargılarını kırmalı”

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı düşünüldüğünde (UNHRC’nin 13 Kasım 2015 verilerine göre bu sayı 2 milyon 226 bin 117) devlet desteği olmadan tüm savaş mağduru aileleri kapsayıcı bir çalışmanın mümkün olmadığını söyleyen Göçek’e göre tek başına çocukla çalışmak yetersiz. Ancak ülkemizde anne baba çoğu zaman unutulup sadece çocukla görüşülüyor, oysa anne baba sağlıklı tutulabildiğinde çocuk zaten düzeliyor.
Her mahalle halkının, kendi mahallelerindeki sığınmacılara bir yorgan dahi olsa verip “Sizle birlikte olabiliriz” düşüncesini aşılayabilmesinin çok koruyucu bir çalışma olacağını söyleyen Göçek’e göre işe önyargıları kırmakla başlanması gerektiğini belirtiyor:

“İşini iyi yapan bir terapist, bir insana yardım etmeden önce kendi önyargılarını kırmak için terapiye gider. Kendi geçmişinin gerek söylemlerini, gerekse dinleme kapasitesini etkilememesini önlemeye çalışır. Savaş mağduru çocuklarla çalışmak istiyorsak önce kendimizle ilgili çalışmalıyız. Ülkemize gelmiş bu insanlar hakkında ne düşünüyoruz? Kendimizin ve çevremizin önyargılarıyla ilgili farkındalık çalışması yapmalıyız.”

Dağlı: “Psikolojik rahatsızlıklar ‘acil’ durum olarak görülmüyor”

Öğrencileri çocuk istismari ve ihmalleri hakkında bilinçlendirmek için Türkiye’de 9 üniversitede faaliyet gösterenÇocuk Koruma Merkezleri‘nin tüm üniversitelerde kurulmasını hedeflediklerini belirten Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ABD Başkanı ve Çocuk Koruma Merkezlerini Destekleme Derneği Başkanı Tolga Dağlı, ciddi psikolojik destek ve psikiyatrik tedaviye ihtiyacı olan savaş mağduru çocukların tedavisinde geç kalınmamasının önemini vurguluyor:

“Merkeze, örneğin cinsel istismarla gelen bir çocuğun durumu ‘acil‘dir. O çocuğun bizim için bağırsağı delinmiş bir hastadan farkı yoktur. Herkes kendi rahatsızlığı için ‘acil’ diyor ama böyle bir istismara uğramış çocuğa acil gözüyle bakılmayabiliyor. Bu son derece acil bir durumdur ve destek o anda başlamalıdır çünkü birkaç gün sonra o çocuğun durumu bambaşka bir şeye dönüşür.”

Toplumun bakış açısının sağlık sistemine de yansıdığının altını çizen Dağlı’ya göre sağlık sistemi yapılandırılmış merkezler ve eğitilmiş kişilerle ihtiyaç duyuyor çünkü oradan oraya sevk edilen, yeterli deneyime sahip olmayan kişilerce defalarca muayene edilen çocuklar söz konusu.

“Çocuk cerrahları çoğucu cerrahi olarak muayene edebilir ancak travmaya uğramış çocuğun muayenesi bambaşka bir şeydir. Bunun için deneyim gerekir. Adli tıpçılar için de durum böyledir. Toplumun bir parçası olarak, toplumun bakış açısını yansıtırlar. Eğitimde öğretmenlerin, sağlıkta doktorların farkındalığının artması gerekiyor.”

Özalkan: “Tercüman açığı var”

Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) Ruh Sağlığı Hizmetleri Sorumlusu Cansu Özalkan‘ın aktardığına göre Suriyeli mültecilerin sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla aynı olsa da son iki yılda 6 defa değişen sistem hâlâ yeterli seviyede değil:

“Sağlıktaki en büyük engel lisan. Göçmen polikliniklerinde işler tercümanlar eşliğinde yürütülebiliyor ancak hastanelerde de tercümanlara ihtiyaç var.”

Sivil toplum kuruluşları olarak kişileri tercümanla yönlendirmeye çalıştıklarını ancak herkese ulaşabilmelerinin zorluğuna değinen Özalkan, ülke genelinde farklı modellerde çalışan ve sadece terapi değil, psikososyal aktiviteler gerçekleştiren pek çok STK’nın bulunduğunu ancak İstanbul’da 400 bini aşkın klinik psikolog bulunmasına karşın ülkenin geri kalanında önemli ölçüde uzmana ihtiyaç duyulduğunu kaydediyor.

Göksu: “Sadece ölümden kaçtıklarının farkındalar”

Savaşın mağdurlarının öncelikle çocuklar ve kadınlar olduğunu söyleyen CNN Türk muhabiri Göksel Göksu, kendilerini neyin beklediğini bilmedikleri bir yolculuğa çıkan çocukların sadece ölümden kaçtıklarının farkında olduğunu söylüyor.

IŞİD’in elinden kaçan yaklaşık 5 bin kişiyi Irak sınırında karşılayıp onlarla birlikte yürüdükleri “Ölüm Yolunda Ezidiler” belgeselinin çekimleri sırasında kendisini en fazla yaralayan şeyin “Çocukların gözlerinde en ufak bir parıltının olmaması, hepsinin donuk ve boş bakması” olduğunu belirtiyor. Çocukların sadece itaat ettiğini, tepkisizliklerini bozan tek şeyin susamak olduğunu anlatan Göksu, 13-15 yaşlarındaki kız çocuklarında “her an tecavüze uğrayabilme riski”nin yarattığı travmaya da dikkat çekiyor.

“Ebeveynle güçlü bağ savaşları önleyebilir”

Panelin sonundaki soru – cevap kısmında “bağlanma” denilen, anne ve bebek arasındaki temel ilişkinin önemine değinen Elif Akdağ Göçek, geçmişinde güvenli bir bağlanması bulunan çocukların travmalardan daha az yaralandığını, bu sayede geleceğe daha kuvvetle ve umutla bakabildiğini söylüyor:

“Bağlanması güçlü olan insan kızgın olmuyor, daha barışçıl ve uzlaşmacı oluyor. Önleyici çalışma olarak en başta anne ve bebek arasında ilk yıllarda kaliteli bağlantı kurulmasına odaklanmalıyız. Bu sağlanırsa belki geleceğin liderleri daha uzlaşmacı olur ve savaşlar çıkmaz çünkü dünyada silah tutacak, öldürmeye kadar gidecek kızgınlığa sahip insan kalmaz. Medya bunu vurgularsa çok sevinirim.”

“Savaş ortamında çocuk olmak” başlıklı panel, Çocuk Koruma Merkezlerini Destekleme Derneği (ÇOKMED) koordinasyonunda, İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi (Bilgi ÇOÇA) işbirliğinde ve İstanbulHollanda Başkonsolosluğu desteğiyle “Gençlerden Gençlere Yaşam Becerileri Projesi” kapsamında, BİLGİ Psikoloji Kulübü ile BİLGİ Açık Kapı ev sahipliğinde gerçekleştirildi.
(BY/

Yorum yazın