Alper Görmüş
Kronikmedya’daki diğer başlıklar:
1) Ev kadını: Başbakan seviyo, Yargıtay sevmiyo!
2) Türk basınında iyi şeyler de oluyor!
Bir ülkede kızların okullaşma oranı yükselirken işgücündeki kadın istihdamının azalması beklenemez. Çünkü istisnaları hariç tutarsak, okumak çalışmak içindir. Fakat son yıllarda Türkiye’de olan, tam bu. Önce rakamlara bakalım… (iki alandaki rakamları da Radikal’in haberlerinden derledim):
Kızların okullaşma oranında son 10 yılda büyük bir ilerleme kaydedilmiş durumda. İlköğretimde net okullaşma oranı 1997’de kız çocukları için yüzde 78,97 iken, 2006-2007 öğretim yılında yüzde 87,93’e yükseldi. 1997-98 öğretim yılı için lise ve dengi okullarda kız çocuklarının net okullaşma oranı yüzde 34,16 iken 2006-2007 öğretim yılında yüzde 52,16 oldu. Fakülte ve yüksekokul düzeyinde ise 1997-98 yılında yüzde 9,17 olan kız çocukları için net okullaşma oranı, 2005-2006 öğretim yılında yüzde 17,41 olarak gerçekleşti.
Buna karşılık kadın işgücünün istihdamında tam tersi bir gelişme gözleniyor. Türkiye İstatistik kurumu’nun 2007 İşgücü İstatistikleri’ne göre kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 23.4 geriledi ve bir yılda 237 bin kadın, işgücünden koptu.
Prof. Dr. Ayşe Ayata’nın Milliyet’ten (10 Mart) Devrim Sevimay’a verdiği söyleşideki argümanlar geçerliyse, ortada bir çelişki yok. Çünkü zaten iktidarın kadın politikası bu. Söyleşinin başlığıyla söylersek: “Özelde yüceltilmiş ama kamuda olmayan kadın.” (Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bize armağan ettiği bu yanlışlığı galiba düzeltemeyeceğiz. O başlık tabii ki “Özelde yüceltilmiş ama kamusal hayatta olmayan kadın” diye düzenlenmeliydi. Kamu, “devlet alanı, resmî alan” demek; oysa Ayşe Ayata burada ev dışı sosyal hayattan söz ediyor.)
Düşüncelerini şöyle açıyor Prof. Ayata: “Aslında AKP kadın hakları içerisinde bazılarının lehine bilinçli bir tercih kullanıyor… Mesela eğitimi seçiyor. Çok aktif olmasalar da kız çocuklarının okuması gerektiği konusunda samimiler. Tabii meslek sahibi olması için değil, daha iyi bir eş ve anne olması için. (…) Aile içi rol modellerini değiştirmeyi hiç düşünmüyorlar. Mesela okul kitaplarındaki bu tür rol modellerinin sorgulanmasına yönelik çalışmalar vardı, onların hepsini durdurdular. Hâlâ anne bulaşık yıkıyor, baba gazete okuyor.”
Tekrar rakamlara dönelim: Kadın istihdamında bir yıla sığan yüzde 23’lük çok büyük azalma gerçekten de iktidar partisinin politikalarından mı ileri geliyor? Büyük ihtimalle hayır, çünkü böyle bir politika olsa dahi bu ölçüde “akut” bir sonuç vermesi beklenemez. Kadın istihdamındaki son yıllardaki düşüşü kırdan kente göçle açıklayan sosyal bilimcilerin yaklaşımları muhtemelen gerçeğin daha büyük bir bölümünü açıklıyor. (Köyde aile işlerinde çalışan kadınlar işgücünün bir parçası sayılıyor, fakat kente göçünce onlar otomatik olarak işgücünden düşülüyor.)
Fakat son dönemde kızların okuması ve annelik üzerine pek çok, kadın istihdamı üzerine pek az vurgu yapılıyor oluşu, “iktidar okumuş anneler istediği için kızların okullaşmasını teşvik ediyor” yaklaşımının ciddi ciddi tartışılması gerektiğini gösteriyor.
Bu yaklaşımı ciddiye almamız gerektiğini gösteren son veri bugünkü Milliyet’in manşetindeydi. Onu aktararak bitirelim.
“AKP’nin Anayasa taslağındaki sürpriz… ÇOK ÇOCUĞA RESMİ TEŞVİK… Başbakan’ın ‘en az üç çocuk yapın’ sözüyle gündeme gelen nüfus planlaması, mevcut Anayasa’da devletin resmi görevi. Ancak, AKP’nin yeni anayasa taslağında bu madde yer almıyor.”
Yargıtay’ın hafta içinde verdiği bir karar, hani biraz zorlansa, iktidar cenahından gelen “ev kadını ve annelik” güzellemelerine karşı Yargıtay’ın bir cevabı gibi de okunabilir: “Çağdaş kadın çalışan kadındır, ev kadınına katkı payı yok!”
Mesele şu: Ankara 5. Aile Mahkemesi, 18 yıldır evli olduğu eşinden ayrılmak isteyen kadının talebini haklı gördü ve boşanmaya hükmetti. Ardından, kadının “evlilik boyunca ortak kazanımımız” dediği ev ve otomobilin satılarak karı-koca arasında bölüştürülmesini istiyor. Mahkeme bu kararı da uygun görüyor.
Fakat devamında işler değişiyor. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi mahkemenin “bölüşme” kararını bozuyor. Gerekçe aynen şöyle:
“Kadın, hediyelik eşya alıp satmış, evlere temizliğe gitmiş. Davalıya ait ev ve otomobilin edinilmesinde katkıda bulunduğuna ilişkin bir delil yok. Kadının ev kadını olarak evin yemek, temizlik gibi işlerini yapması, çocukların bakımını üstlenmiş olması katkı sayılmaz.”
Bilmiyorum, başlıkta “Yargıtay’dan ‘delikanlı’ ve ‘çağdaş’ bir karar” desem daha mı uygun olurdu acaba?
Mesele kapanmış değil. Çünkü taze haber şöyle: “Yerel mahkeme, Yargıtay’a rağmen eski kararında direndi.”
Alev Alatlı’nın, Zaman’ın yayımlamadığı “Korkutan tülbent değil, türban” içerikli yazısı, gayet müspet bir sonuç üretmiş görünüyor.
Alev Alatlı, yazısının en çarpıcı bölümünde şöyle demişti: “Gözlemlediğim odur ki, korkutan tülbent değil, türban; çünkü, derin belleğimizdeki hayırhah kadının uzantısı olarak tülbent, kadın şefkati, ana kucağı çağrıştırıyor. Türban öyle değil, çünkü, İslâmi tesettüre ilişkin en katı (dilerseniz, en erkeksi) yorumun benimsendiğinin ilânı hüviyetinde ve dolayısıyla, dinin kadına ilişkin kötülük, fitne ve uğursuzluk, dinen ve aklen dûn (eksik) yaratılmışlık, namaz bozan köpek ve eşeklerle bir tutulmak gibi, kadınların insan olmaktan gelen haysiyetini rencide eden yorumları çağrıştırıyor. Yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için de korkutuyor.)
Bu yazı, başını türbanla örten kimi entelektüel kadınlarda derin bir hüsran yarattı. Çünkü onlar Alatlı’yı “öyle bilmiyorlardı…” Yukarıda bu yazının doğurduğu müspet sonuçtan söz ettim. O da şu: Artık kim akıl ettiyse, o türbanlı kadınların önde gelenlerinden biri, Ayşe Böhürler, Alev Alatlı’yla tartışıyor. Radikal’de bugün yayımlanmaya başlayan söyleşi devam edecek, çünkü bu bir dizi.
Televizyonlardaki sözde türban tartışmalarından (özellikle de 32. Gün’de olanından) bıktıysanız; bir tartışma nasıl hem sert hem yumuşak götürülebilir, öğrenmek istiyorsanız bu diziyi kaçırmayın. Bugünlük link benden, sonrasına karışmam: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=249959