Sanat

Ve Oskar mükafatına teqdimat olan…

Yazan: Derya Güre

Akademi Ödülleri, daha tanıdık ismiyle Oskarlar sahiplerini buldu. Yedi dalda ödül alan Gravity törene damgasını vururken, Yılın En İyi Filmi 12 Years a Slave oldu.

Son yıllarda sinemaseverleri memnun etmeyen tercihler yüzünden Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'ne güvenimizi kaybedip, her tören sonrasında “bir daha izlemeyeceğim!”, “o ödül ona verilir miydi!” diye sitem etsek de  86. Akademi Ödülleri'ni izlemeden duramadık yine…

Öyle ki Digitürk'ün yayın haklarını satın alması nedeniyle “Allah'ını seven link paylaşsın” diye sosyal medyadan telaşa bile girdik. Tercihim Azerbaycan kanalı AZTV'den töreni izlemek oldu. AZTV'yi bir gün bu amaçla izleyeceğimi düşünmemiştim. Digitürk'ün yılda bir günlük zevkimize dahi bedel beklemesi yüzünden daha iyi bir Azericem var artık!

AZTV’nin sürprizi ise, tören öncesinde Titanik filmini yayınlamasıydı. Titanik’in yeri ayrıydı çünkü Oscar törenini ilk defa 1997’de bu film için izlemiştim. O yıl yarışan en pahalı yapım olan Titanik, 12 dalda aday olarak En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dahil olmak üzere 11 dalda ipi göğüslemişti (“Çaylak” Leonardo di Caprio’nun En İyi Erkek Oyuncu kategorisine aday olamaması ise talihsizlikti). Yönetmen James Cameron’un 2009 tarihli filmi Avatar’a kadar da Titanik, sinema tarihinin hasılat rekorunu elinde tutmuştu.

Ancak Avatar, Akademi Ödülleri’nden memnun ayrılamamıştı. Hatırlayalım: James Cameron 82. Akademi Ödülleri’nde En İyi Film ödülünü eski eşi Kathryn Bigelow’un Irak Savaşı esnasında patlamamış bomba imha uzmanı ABD Ordusu askerlerin “kahramanlık” hikâyesinin anlatıldığı, buram buram Amerikan propagandası kokan The Hurt Locker'a (Ölümcül Tuzak) kaptırmıştı. Daha geçen yıl ise Life Of Pi (Pi'nin Yaşamı), Django Unchained (Zincirsiz) gibi öne çıkan filmlerin arasında en zayıf halka olan Argo, En İyi Film Ödülü’ne layık görüldü. Bir başka Amerikan propagandası olan bu filme ödülü Michelle Obama'nın takdim etmesi ise Akademi için sitemimizi derinleştirdi.

Güçlü adayların yarıştığı 86. yılın sonuçlarını tahmin etmek oldukça zordu ve kararın açıklanacağı töreni izlemek kaçınılmaz oldu. Tören, maskülen tavırlarıyla farklı bir hava katan Ellen De Generes'in sunumu ve Jennifer Lawrence'in düşüşüyle başladı.

Yedi ödüllü Gravity, “en iyi film” olamadı

Dokuz dalda aday olan Gravity (Yerçekimi), bu ödüllerin yedisini kazanmayı başardı. Azımsanamayacak teknik bir başarı gösteren, belgesel izlermişcesine bir gerçeklik sunan filmin ses, sinematografi ve kurgu gibi teknik dallarda ödülleri toplaması kaçınılmazdı. Ancak yine de En İyi Film ödülünü 12 Years A Slave’e (12 Yıllık Eesaret) kaptırdı çünkü Gravity’de senaryo, hikâye ve diyalog konusunda ciddi eksiklik vardı.  

12 Years A Slave’in yönetmeni Steve McQueen’in Shame (Utanç) ve Hunger (Açlık)  filmlerinden sonra bir gün Oscar ile tanışacağı bekleniyordu. Ancak bu film ile olacağını düşünmemiştik. Akademi, Yahudi ve siyahilerin konu edildiği filmleri göklere çıkardığı dönemler vardır. Bu yüzden olsa gerek Dallas Buyers Club (Sınırsızlar Kulübü) ödülü alamadı. En İyi Orijinal Senaryo Ödülü’nü alan Her (Aşk) da gölgede kaldı.

Geçen yılların aksine oyunculuklara verilen ödüller sinemaseverler için tatmin ediciydi çünkü tahminler doğru çıktı.

En İyi Aktör: Matthew Mcconaughey

Matthew Mcconaughey, güçlü rakibi Leonardo di Caprio’ya rağmen ödüle uzandı. Ben dahil birçok sinemaseverlerin gönlünde yatan di Caprio idi. Martin Scorsese’nin bir reji harikası olan The Wolf of Wall Street (Para Avcısı) filminde Leo'suz bir sahne yoktu ve her sahnede “bu kadar iyi oynamış olamaz” dedirtti! Ancak Mark Hanna karakteriyle filmde 10 dakika gözüken McCougnaughey’in daha vurucu bir etkisi olmuştu. Bu da onun daha iyi bir oyuncu olduğunu gösterir ki Dallas Buyers Club’ta bunu bize katlayarak kanıtladı. O yüzden Leo alamasa da içimiz yine de rahat.

En İyi Aktris: Cate Blanchett

Amy Adams’ın soğuk duruşu, büyük rollerin altında kalkmasını engelliyor.  O yüzden favori bile değildi. Sandra Bullock ise Gravity’nin çürük elmasıydı. Gravity ödülleri toplarken, Sandra Bullock’un Oscar'ı almamasına şaşırmayacaktık hiçbirimiz çünkü uzay boşluğunda başına gelen talihsiz olaylar sonucunda yalnızlığını, çaresizliğini yüzündeki en ufak mimikte dahi görmek mümkün değildi. PC başında sci-fi oyun oynayan, yaşadığına dair tepki vermekten aciz asosyal çocuklar gibiydi. (Onlar bile oyunu kaybettiklerinde daha güçlü tepkiler veriyordur.) Aslında Cate Blanchett, Woody Allen’ın kendisine emanet ettiği histerik, ihtiraslı rolün altından kalktığı gibi onu daha yukarılara çıkardı. Kaldı ki böyle bir oyunculuk söz konusuyken, diğerlerinin başarı veya başarısızlıkları Cate’i engellemeyecekti. Oscar ile taçlandırıldı.

En İyi Yardımcı Aktör:  Jared Leto

Dallas Buyers Club’u izlerken Rayon karakterinin Jared Leto olduğunu filmin ortalarında anca -babasından para istemeye gittiği sahnede- fark eden tek kişi olmadığımı duyunca sevinmiştim! Leto, rolüne öyle bürünmüş ve hayat vermişti ki, bu başarısı ödülü şüphesiz hak ediyordu. En güçlü rakipleri 12 Years a Slave'deki unutulmayacak taşralı Amerikan aksanıyla Michael Fassbender ve Hollywood’un jöleli parlak çocuğu Bradley Cooper’a rağmen ödülü kucakladı.

En İyi Yardımcı Aktris: Lupita Nyong'o

Lupita Nyong’o ödülü şüphesiz hak edenlerden biriydi. Sinemaseverlerin eleştirilmesine dayanamadığı, yeni gözbebeği Jennifer Lawrence’ın ödül alması bekleniyordu ancak American Hustle'daki performansı abartıldığı kadar iyi değildi. Ona olan sevgimiz, sevecenliği kusurlarını fark etmemizi engelliyor son dönemlerde. Adaylardan Julia Roberts ise yapaylığı alenen göze batan ve abartılı bir rol sergilemişti. Sally Hawkins de Lupita Nyongo'o kadar başarılıydı. Ancak Woody Allen kurgusunda geri planda kalması, parlamasına engel oldu.

Frozen ve La Grande Bellezza gecenin galiplerinden

Frozen en iyi animasyon ödülünün sahibi oldu. Bugün hâlâ izleyici kandırmaktan çekinmeden birçok filmin ana konusunu olmaya devam eden klişeleri yıktığı için bile takdiri hak ediyordu. “Bir animasyon filmden beklenmeyecek  kadar hayatı sorguluyordu” demek istemesem de çizgi film izlemek amacıyla izleyip, film biterken kendimi ve çevremi sorgulamaya başlamam manidardı.

Kadınların hayata tutunmak için, mutlu olmak için beyaz atlı prense ihtiyacı olmadığını, aşkın sevgiden güçlü olduğu, maskülen özelliklerle modifiye edilmiş bir erkeğin gözümüzü kamaştırmasını ve hayatımızı koruması altına beklemek yerine, karşımızdakindeki potansiyeli görme, keşfetme arzusuna dokundurmaları filmle ilgili en çarpıcı mesajlardan biriydi. Ayrıca Anna buzdan ihtişamlı şatosunu inşa ederken iliklerimize kadar özgürlüğü hissetmemek unutulmaz anlardandı. Ödülü sonuna kadar hak etti.

En İyi Yabancı Film Ödülü'nün sahibi La Grande Bellezza ise bence bir hayalkırıklığı.  Bu kategori sosyal medyada “La Grande Bellezza'nın ödül aldığı” kategori yerine “Jagten'in ödülünü vermedikleri” kategori olarak anıldı. La Grande Bellezza'nın yönetmeni Paolo Sorrentino, İtalyan yönetmenler arasında öne çıktığı tartışılmaz bir gerçek. Filmde ise güzelliğin somut ve soyut ögeler arasındaki varoluş sancısını ve arayışını sunuyor. Sorrentino filmlerini anlamak için Federico Fellini dersimize iyi çalışmış olmak gerekiyor ki filmi izleyenlerin kucağına bir sürü soru bırakmıştı. Danimarka yapımı Jagten, açık ve net hikâyesiyle, soft sinematografisiyle ve kurgusuyla iğne ile özenle örülmüş kenarlık gibiydi oysa ki… Ayrıca Asghar Farhadi’nin La Passe ile adaylığa bile layık görülmemesi, Akademi'nin yabancı filmler konusundaki ön yargısını kırmak için önünde epey yol olduğunu gösteriyor.

Yorum yazın