Genel

Değişik bir objektifin odağındaki Türkiye

Yazan: HaberVs

Nur Niyaz Bildiknbildik@medyakronik.comDuygu Ertürkderturk@medyakronik.com Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ne birincilikle girer. Henüz öğrenciyken, hepi topu okul projesi diye yola çıktığı, ama üzerinde pek titizlikleçalıştığı için, ona meslek hayatının kapılarını aralayacak olan ‘Bekar Odaları’ defalarca sergilenir. Çeşitli dergilerde çalışmaları yayınlanır. Yunus Nadi Fotograf Ödülü ve Kodak Profesyonel Kategori Büyük Ödülü’nü kazanır. Başarısının ardında yeteneği […]

Nur Niyaz Bildik
nbildik@medyakronik.com
Duygu Ertürk
derturk@medyakronik.com

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ne birincilikle girer. Henüz öğrenciyken, hepi topu okul projesi diye yola çıktığı, ama üzerinde pek titizlikle
çalıştığı için, ona meslek hayatının kapılarını aralayacak olan ‘Bekar Odaları’ defalarca sergilenir. Çeşitli dergilerde çalışmaları yayınlanır. Yunus Nadi Fotograf Ödülü ve Kodak Profesyonel Kategori Büyük Ödülü’nü kazanır. Başarısının ardında yeteneği ve çalışkanlığının yanısıra, çocukluğunda, eski bir kamyon şoförü olan babasının anlattığı ve onu derinden etkileyen hikâyeler, hayata, zorluklara, İstanbul’a inat girişilen mücadeleler vardır. İlkin babasından dinlediği kamyoncular ve çileli yol hikâyeleri 3 yıllık bir çalışmanın ardından Altan Bal’ın objektifinde dile gelip vücut buldu. “Kamyoncular” isimli sergisiyle yeniden adından sıkça bahsedilen Altan Bal ile fotoğraf ve hayata dair bir röportaj yaptık.

Babanız sizi büyütmek için memleketi Erzincan’dan İstanbul’a, dedenizden kaçarak geliyor. Babanızın bu kararından, İstanbul’da büyümekten memnun musunuz?

Tabii canım. Anadolu’yu düşündüğüm zaman durum içler acısı. Sadece yoksulluk anlamında değil. Ruhu yavaşlatıyor. İstanbul’da her an her şeyin olabilme ihtimali bile İstanbullu olmaya değer. Evden çıkıp 10 dakika sonra deniz kenarında olmak çok güzel. Bunu bilmeyene anlatamazsın. Sonra, İstanbul’da yaşayan insanın refleksleri çok gelişiyor. Hayati kararlar vermek zorundasınız her zaman. En basitinden sabah on dakika geç çıksan, trafiğe kalırsın, gününün tüm akışı değişir.

Neden fotoğrafçılığı tercih ettiniz?

Koşturmaca içinde yok olup giden her anı anlatmada fotoğraflar daha etkili. Neden daha etkili; çünkü öncesini ve sonrasını görmüyorsunuz. Fotoğrafın çekildiği anın sağı solu yok, dolayısıyla o büyülü anı bozamıyorsun. Bütün bu değerler biraraya gelince benim fotoğraf çekme nedenim de oluşmuş oluyor. Tabii bu değerler her zaman değişir. Üç yıl önce başkaydı, 2 yıl sonra başka olacak. Bir de fotoğraf girdiğin ortama bilet oluyor. “Ben fotoğraf çekiyorum, hadi gezelim beraber.” Tabii bunun bir de duygusal sebepleri var. Dünya gözüktüğü kadarıyla, hareketli ve üç boyutlu. Zaman da araya girince beni çok sıkıyor. Hareket o kadar güzel bir şey değil yani. Ben hareketli bir adamım ama hareket eden nesnenin ayrıntıları kayboluyor.

Sergi dışında, spontane çektiğiniz fotoğrafların sizde ne gibi duygular uyandırması gerekiyor?

Ben aslında hiç spontane fotoğraf çekmiyorum. Çektiklerim hep bir projenin parçası oluyor. Yani ortaya bir hikâye atıp onun peşinden gitmeliyim. Dolayısıyla benim için hikâye belirleyici oluyor. Şunu asla yapmıyorum: “boynuma makine asayım, gezeyim.”

O da keyifli değil mi sizce?

Öğrenciyken güzeldi. Artık keyifli gelmiyor. Çünkü sizin bir fotoğrafçının fotoğraflarına bakma sebebiniz, aslında, sizin yabancı olduğunuz bir ortamı fotoğrafçının samimiyetle anlatması. Ama fotoğrafçı bir şeyi görür görmez çekiyorsa o da konuya yabancı demektir. Belgesel fotoğrafçılık için tek fotoğrafın hiçbir değeri yok. Öykünün bir parçası olmak gerekiyor. Ama dünyada çok iyi sokak fotoğrafçıları var, onlar karşılaşıp çekiyorlar. Ve çok da etkili, merak uyandıran fotoğraflar oluyor. Benim fotoğraf çekmem için öyküyü sevmem, o öykünün peşinden gitmem lazım. Bir cümle olmalı. Mesela yazın daha önce hiç yapmadığım bir şey yaptım, yürüyüp fotoğraf çektim. Ama orada da bir hikâyem vardı: “Bak bu da İstanbul.” İstanbul’un öyle fotoğrafları var ki, onu hep güzel gösteren; Kız Kulesi, tramvay… Ama İstanbul’u İstanbul yapan aslında Kız Kulesi değil de, oraya yüzerek giden adamlardır.

“Yutkunduğun zaman geçiyorsa yazma”

Siz hikayelerinizi nasıl seçiyorsunuz?

Aslında belgesel fotoğrafçılığın en önemli noktası konuyu seçmek bence. Konu sizin her şeyiniz. Çektiğim konuların ikisi de babamın hikayesiydi. Küçüklükten beri onunla ilgili bir şey yapmak istiyordum. Bu iki çalışmamın dışında, kâğıtçıları çektim. O da yine İstanbul’u anlatıyordu. Ben çektiğim zaman bu kadar çok kâğıtçı yoktu, kâğıtçı bulmak için bir saat, iki saat arıyordum, ondan sonra çekiyordum. Orada beni etkileyen şey ise, hepimizin uzak durduğu çöplerden başka bir insanın yaşamayı seçebilmesi, mücadele etmesi. Benim bir şeyi çekebilmem için içinde hüzün olması gerekir. Murathan Mungan’ın bir lafı vardır: “Yutkunduğun zaman geçiyorsa yazma.” Ben buna çok inanıyorum. Yutkunduğum zaman geçmemeli. Bilmem dikkat ettiniz mi, fotoğraflarımda gülen insan hiç yoktur.

Bu yüzden mi hep siyah beyaz çalışıyorsunuz?

Evet. O özellikle eğitimini aldığım ve sevdiğim bir şey. Her şeyi siyah beyaz çekeyim demiyorum ama hüznü kuvvetlendiriyor.

Bundan sonra da siyah beyaz mı çalışacaksınız?

Bundan sonraki projemi renkli çekmeyi düşündüm ama o da siyah beyaz olacak herhalde. Renkli fotoğraf çok cazip bir şey değil. Siyah beyaz çektiğin zaman daha etkili oluyor. Renkli bir elma fotoğrafına baktığınızda elmaya baktığınızı düşünürsünüz. Siyah beyaz elma fotoğrafına baktığınız zaman ise elma fotoğrafına baktığınızı düşünürsünüz. İletişimde yabancılaşma önemlidir.

Bundan sonraki projeniz ne üzerine olacak?

Köy doktorları ve köy ilköğretim okullarıyla ilgili bir çalışma yapmak istiyorum. Bir de fotoroman yapmak istiyorum. Benim çok iyi bir fotoroman koleksiyonum vardır. Küçümsemem fotoromanı. Lütfi Akad’ın çektiği, Kadir İnanır’ın, Müjde Ar’ın oynadığı fotoromanlar vardır. Onlara saygı duruşu gibi büyük boy fotoromanlar yapmak istiyorum. Hafif Yeşilçamvari ama Leman, Penguen kuşağı muhabbetiyle karıştırıp… Eski Yeşilçam dublörlerinin haklarını aramasıyla ilgili bir fotoroman.

Bir belgesel fotoğrafçısının gözüyle belgesel fotoğrafçılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada yeni bir gerçeklik çağı başlıyor bence. Hepimiz televizyonun, internetin, haber ajanslarının yalan söylediğini biliyoruz. Artık samimiyetin gelmesi gerekiyor. Şu bir gerçek ki Irak’taki savaş hakkında CNN’in gönderdiği Irak muhabiri yerine, hiçbir profesyonel eğitim almamış Iraklı bir lise öğrencisinin çektiği fotoğraflar daha doğrudur. Dolayısıyla dünyaya ayrı bir gerçeklik kavramı geliyor. Ondan sonra da savaş çağı gelecek büyük bir ihtimalle. Öyle olduğu için belgesel fotoğrafçılık güçleniyor.

Peki ya Türkiye?

Dışarıdan bakıldığı zaman bu konularla ilgilenen kimse yok zannediliyor. Mesela bu işi benden başka yapan olup olmadığını soruyorlar. O kadar çok var ki… Genç kuşak çok sağlam geliyor. Ben bir takım rastlantılar sonucu yaptıklarımı sergileme, kitap yapma şansına sahip oldum.

Siz bu şansa nasıl sahip oldunuz?

Kendi şansımı kendim yarattım. Öğrenciyken yaptıklarımın kariyerimi oluşturacağını biliyordum. “Bekar Odaları” benim okul ödevimdi mesela. Ben biraz da şansa inanıyorum. Sosyolog bir arkadaşım çektiğim deneme fotoğraflarına bakıp “Sen İstanbul’un bilinmeyen yönünü gösteriyorsun” demeseydi bu işi bu kadar ciddiye alır mıydım bilmiyorum. Bir de şu var; “Kamyoncular” projesi için kelle koltukta, cebimde 15 lirayla bir yıl yola çıkma cesaretini gösterdim. Önce arkadaşlardan borç para isteyip film alıyordum, sonra yola çıkıp otostop çekiyordum. Ama kamyona bindikten sonra paraya ihtiyacınız olmuyor, kimse size para harcatmıyor zaten. Yani biraz cesaret, biraz da şans…

Fotoğrafçılıkta kadınlardan ziyade erkeklerin adı geçiyor. Belki de bu avantajınız da vardı bir erkek olarak. Çünkü cebinizde 15 lirayla otostop çekiyorsunuz, bir kadının bunu yapması çok zor.

Bu konuda imkânsız, doğru söylüyorsunuz. Ama marjinal bir örnek olsun diye söyleyeyim, ben de kadınlar hamamını çekemem. Aynı örnek olmadığını biliyorum, biraz simgesel bir örnek verdim. Şunu demek istiyorum, dünyanın en önemli savaş fotoğrafçısı bir kadın. Belgesel tarihinin en önemli figürlerinden biri Diane Argus, kadın. Ve ne çektiğini söyleyeyim eşcinseller, fahişeler, sakatlar, deliler… Ben de buralara giremem. Bedelini ağır ödemiş, genç yaşta intihar etmiş, orası ayrı. Yani o kadar içler acısı bir durum yok aslında. Ama ona bakarsanız romanda da öyle. Nobel ödülü almış kaç tane kadın yazar var?

Bu iş manevi yönden olduğu kadar maddi yönden de tatmin ediyor mu sizi?

Amerika’da 10 fotoğrafın bir yerde yayınlansa bir projenin parası çıkıyor. Türkiye’de belgesel fotoğrafçısının böyle bir şansı yok, ama reklâm fotoğrafçısı iyi para alır. Ben bu projeden para kazanmıyorum ama isim yapmamı sağladığı için ders verdiğim yerlerde 40-50 kişi oluyor ve iyi para alıyorum. Bu projelerim olmasa kimse beni tanımaz. Bu işleri yapıp durumundan şikayetçi olanları anlamıyorum zaten. Yapma o zaman. Ben para kazanıyorum ama çok çalışıyorum. Bana çok yetenekli adam demezler, çalışkan derler. Muhabbetin en güzel yerinde ayrılıp karanlık odaya giriyorum. Günde 3 – 4 saat uyuyorum. Ben bu dünyayı çok sıkıcı buluyorum. Kendime bir oyun buldum. Zaten şikâyet edildiği gibi bir ortam yok bence. Çalışan her zaman kazanıyor. Ama çalışmanın ilk on yılı karşılıksız olacak.

Bu işi yurt dışında yapmayı düşündünüz mü?

Yaptığım işleri yurt dışına göndermeyi düşünüyorum ama yurt dışında fotoğrafçılık yapmayı düşünmüyorum. Bir de yurt dışında bu işi o kadar kolay yapamam. Kamyoncularla kurduğum samimiyeti, yurt dışında kiminle kuracağım! Ben yollarda büyüdüm. Az çok bilirim kiminle ne konuşulur, nasıl konuşulur.

Yolda geçen ömürler

Tıpkı “Bekar Odaları”ndaki gibi , “Kamyoncular”da da çıkış noktanız babanız olmuş. Babanızın hayatınızdaki yeri nedir?

Babam yola çıktığında bazen iki üç ay dönmezdi. Geldiğindeyse mutlaka anlatacak bir şeyleri olurdu. Kullandığı dil o kadar görseldi ki, ağabeyimle oturup dinlediğimizde her şey gözümüzde canlanırdı: Yollar görürdük, dağlardan dolanan yollar. Uçurumdan uçmuş kamyonları, karda boyu kadar lastik değiştiren şoförleri, bozulan kamyonlarını yaptıracak parası olmadığı için kamyonun içinde çaresizce bekleyen kamyoncuları görürdük.

Yolculuklarınızda “Kamyoncular” size nasıl tepki gösterdi?

Olumsuz bir tepki almadım. Çünkü kapılarını çalıp hadi fotoğraf çekelim demiyoruz. Ben bir kamyona binip üç hafta sonra fotoğraf çekiyorum. Dolayısıyla o tedirgin olma durumu yavaş yavaş yok oluyor. Karşılaşır karşılaşmaz fotoğraf çekmiyorum. Biri dibinize kadar girip fotoğrafınızı çekse siz de rahatsız olursunuz.

Kamyoncuların kadın muhabbeti meşhurdur. Hiç böyle bir konu açıldı mı?

Benim yanımda hiç olmadı. Çünkü nasıl cevap vereceğimi biliyorum. ‘Güzel kızlar var mı okulda?’ diye soruyor, ‘Hepimizin kardeşi abi olmaz mı?’ diye cevap verince o muhabbet kapanıyor orada. Ama kamyoncuya yaranmak için, ‘Olmaz mı be abi!’ diye lafa başlarsanız, o muhabbet bitmez.

Yorum yazın