Deniz Baykal’ın 16 Kasım’da İstanbul, Sultangazi’de CHP’ye yeni katılan çarşaflı kadınlara parti rozeti takması CHP çevrelerini bile şaşırttı. Ardından çok sayıda başörtülü kadının katılımıyla gerçekleşen İstanbul ve İzmir’deki diğer yeni üye törenlerinde CHP, “açılımını” iyice genişletti. Hemen her kentten CHP’ye türbanlı ve çarşaflı üye kaydı haberleri yağmaya başladı. Ancak gerek parti içinden gerek karşı cephelerden tepkiler var. Baykal’ın, tepkilere cevap olarak söyledikleri farklı bir tartışma konusu yaratacak nitelikte olsa da pek üzerinde durulmadı: “O çarşaflılar farklı. Masumane örtünmüşler. Önemli olan başın içindekiler. Örtülü kadınlarımız zincirlerini kırıyorlar”.
Parti içinde başını Necla Arat’ın çektiği birkaç CHP’li bu çıkışa sert tepki gösterse de, birçok partili Baykal’ı destekliyor. Konuya olumlu yaklaşanlardan biri de 28 Şubat’ta üniversitelerde başlayan başörtü yasağının uygulanmasında ciddi bir baskı yöntemi olan ikna odalarının mimarlarından CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Nur Serter oldu. Medyada “türban ve çarşaf açılımı” söylemiyle ifade edilen CHP’nin bu tavır değişikliği akıllara, başörtüsü konusunda Anayasa Mahkemesi’nin öğretimde türbana özgürlük tanıyan kararını iptal ettirmeye çalışan, üniversitelerde başörtülü öğrencilere ikna odaları kuracak kadar sert bir tutum içinde olan bir partinin türban konusunda nasıl hızla tavır değiştirdiği sorusunu da getirdi. Konuyu üniversitelerde başörtüsü yasaklarının en sert uygulandığı dönemin, başörtüsünü çıkarmaya “ikna” olmayan mağdurlarından Hatice Kavçakar, Necla Ölçer Yiğit ve Emine Betül Avcı ile konuştuk.
“Seçim zamanı CHP hep daha bir Müslümanlaşıyor”
Farklı üniversitelerde yasakların başladığı ilk yıllarda başları örtülü olduğu için derslere alınmayan Kavçakar, Yiğit ve Avcı baskı gördüler, okullarını bırakmak zorunda kaldılar. Üçünün de CHP’nin çarşaf açılımına yönelik yorumları ortak. Seçim zamanı yaklaştığı için CHP’nin böyle bir tavır içine girdiğini ve bu tutumu samimi bulmadıklarını söylüyorlar. Hatice Kavçakar, “Başını örten kadınların da farklı siyasi tercihleri olabilir. Fakat CHP’nin başörtüsü ile ilgili yaptığı, söylediği şeylere bakacak olursak ‘Acaba oy toplamak için mi yapıldı?’ diye düşünüyorum” diyerek yorumluyor durumu.
Necla Ölçer Yiğit de aynı fikirde. Seçimlere kısa zaman kalınca CHP’nin hep daha bir “Müslümanlaştığı” düşüncesinde. Yiğit, CHP’nin partide kabul ettiği türbanlı üyeleri kamusal alanda kabullenmemesi çelişkisine dikkat çekiyor: “CHP’ye üye olsam da sonra üniversitede yüksek lisans yapmak istediğimde beni almazlar. Bu, başörtülüler, çarşaflılar ancak evde oturabilirler, cahil halk olarak kalabilirler demektir. Temizlikçilik, kapıcılık yapabilirler ama başörtülü olarak avukat, mühendis, doktor olamaz diye düşünüyorlar.”
Betül Avcı da CHP’nin oy toplama amacıyla bu yola girdiğini söylüyor. Avcı en çok CHP’nin “masum türbanlı, masum olmayan türbanlı ayrımına” tepkili: “Bunun ölçüsü nasıl olabilir ki? Bir insan başörtüsü taşıyorsa bir inanç, bir değeri vardır.”
Yasak yüzünden dördüncü sınıfta tıp fakültesini bıraktı
Hatice Kavçakar, 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasaklarının en sert yaşandığı üniversitelerden birinde, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde okuyordu. Kavçakar 1994-1997 yılları arası 4. sınıfa kadar okuluna sorunsuz bir şekilde devam etti. Ta ki yasağın başladığı 5 Aralık 1997 sabahına kadar. Bugün CHP’nin başı örtülü üyelerine ılımlı bakan Nur Serter’in rektör yardımcılığı yaptığı dönemde başörtüsü yüzünden derslere giremediği için dördüncü sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı. Hatice Kavçakar ilk yasak günlerini şöyle anlatıyor: “Ben 4. sınıftaydım ve ilk olarak, yeni başlayan cerrahi stajına alınmadık. Başörtülü arkadaşların isimleri listeden çıkarılmıştı. Nedenini sorduğumuzda, kılık kıyafet yönetmeliğine uygun şekilde geldiğimizde alınacağımızı söylediler. Dört yıl boyunca emek verdiğim okula bir gün böyle giremezsiniz denilmesi çok acıydı.”
O da başörtülü tüm öğrenciler gibi ikna edilmeye çalışılmış. Ancak Kavçakar’ı en çok ikna odalarının baskısı değil, derse giremediği için öğrenciler arasında düştüğü konum yaralamış: “İkna odasına çağırdılar, ‘bunca yıl aileniz emek verdi, ailenize ve devlete olan sorumluluğunuz gereği okulunuza devam etmeniz gerekir, bu nedenle başınızı açın’ dediler. Ben açmama kararını çoktan vermiş olduğum için onların bu söylemleri beni çok etkilemedi. Beni en çok etkileyen derslerinde başarılı, notları iyi, saygın bir öğrenciyken birden ‘derse gelmese de onların yüzünden derslerimiz iptal edilmese’ konumuna düşmek oldu.”
Yasak yüzünden 3 kez üniversite değiştirdi
Emine Betül Avcı’nın türban yasağıyla başlayan üniversite macerası 1998’de kayıt bile yaptıramadığı Ankara Ünivesitesi’nde başlayıp 2004’te Yakın Doğu Üniversitesi’nde bitiyor. Derslere alınmadığı için okuldan defalarca ayrılmak zorunda kalan Avcı, 3 üniversite değiştirmek zorunda kaldı. Ankara Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü kazanan Avcı’nın okul yönetimi, kaydını bile kabul etmedi. Derhal sınava yeniden hazırlanıp bu kez yasakların daha hafif olabileceği tercihler yapan Avcı, bu kez Erciyes Üniversitesi, İşletme Bölümünü kazandı. Ancak oraya da yasaklar ulaşmıştı. Bu kez üniversitede derslere bir iki ay devam edebildi. Betül Avcı okula gidebildiği o dönemi şöyle anlatıyor: “Uyarmalar yapılıyordu önce, sonra dersten çıkarmalar başladı. Bir iki ay sonra artık sınıflara gelip tek tek hepimizi toplamaya başladılar. Güvenlik görevlileri, hocalar… Zorla sınıftan çıkarıyorlardı.”
Ardından Erciyes Üniversitesi’nde de başörtülü derse giren öğrenciler hakkında soruşturmalar başlatılmış, ailelere tek tek haber gönderilmeye başlanmıştı. Avcı, ailelerin devreye sokulmasını “o dönem benim yaşadığım en büyük travmaydı” diye nitelendiriyor: “Benim aileme ‘Kızınız burada öğrencilikle uyuşmayan fiil içerisinde. Bu noktada çocuğunuzla ilgilenmeniz gerekli’ demişler. Bir anne baba bu sözleri duyduğu zaman düşünün ne kadar endişelenir. Kafasında neler kurar.”
“Okula değil, irticai faaliyet yapmaya geliyorsunuz!”
Kayseri’de de öğrenciler ikna odalarıyla muhatap olmuş. Betül Avcı, Erciyes Üniversitesi’nin ikna odalarını şöyle anlatıyor: “Önce yumuşak davrandılar. Aynı Nur Serter’ler gibi, ‘başınızı açın biz size her türlü imkânı sağlarız, bu iş artık geri dönülemez noktada, direnmeyin’ diyorlardı. Baktılar birkaç arkadaş bunu kabul etmiyoruz, tavırlarını biraz daha sertleştirdiler. Hocalar kampusun içinde bizi gördükleri zaman çok ciddi tepkiler veriyorlardı. ‘Siz okula değil, irticai faaliyet yapmaya geliyorsunuz’ diyorlardı. Çok çirkin şeyler yaşattılar. İkna olmayan öğrencileri okul yönetimi ve akademisyenler askerle korkutuyorlardı. Bizim kampusumuz hemen askeri bölgenin arka tarafındaydı. Bizi ‘bir süre sonra polis de çıkacak aradan ve siz doğrudan askerle karşı karşıya geleceksiniz’ diyorlardı. Korkunç bir şeydi. ‘Polis daha yumuşak olabilir, inisiyatif gösterebilir, ama asker öyle olmaz’ diyorlardı.”
Okul yönetimi tarafından hakkında defalarca dava da açılan Avcı, mücadeleyle üniversitede bir yılı tamamladı. Sonra Erciyes Üniversitesi’ni de bırakıp, 2000 yılında yeniden üniversite sınavlarında şansını denemeye karar verdi.
“İdeolojik perukla girilmez!”
Bu sefer KKTC’deki Yakın Doğu Üniversitesi’nde Hukuk okumaya hak kazandı. Kafasında “Acaba bu defa devam edebilecek miyim?” sorusunun stresiyle başladı üniversiteye. Yasak Kıbrıs’a da ulaştı ulaşmadı derken birinci sınıfı bitirdi. Ancak ikinci sınıfa geldiğinde aynı tavır oraya da sıçramıştı. YÖK’ün denkliği iptal etme tehdidine karşı çaresiz kalan üniversite yönetimi sorun çıkarmaya başlayınca Betül Avcı yeniden okula ara verdi. Bir yıl aranın ardından bazı arkadaşlarının sınavlara girerek okula devam etmeye başladığını öğrenen Avcı üçüncü sınıftan devam ederek nihayet üniversite eğitimini 2004’te tamamladı.
Avcı başörtüsüyle sıkıntının üniversite bitince sona ermediğini, mezuniyetinin ardından avukatlık stajı sırasında da zorluklarla karşılaşıldığını söylüyor. Perukla gelen öğrencilere dahi problem çıkarıldığını, kapılara “ideolojik perukla girilemez” gibi ibarelerin asıldığınıysa gülerek anlatıyor. Emine Betül Avcı başörtüsüyle duruşmalara giremediği için şu anda mesleğini hukuk danışmanı olarak yürütüyor.
Birkaç kez ara verdiği hukuk fakültesini derse giremeden 6 yılda bitirebildi
Necla Ölçer Yiğit ise üniversitede başörtü yasaklarıyla Gazi Üniversitesi’nde tanışmış. 1998’de başladığı Hukuk Fakültesi’ni birkaç kez ara vererek, 6 yılda tamamlamış. Derslere neredeyse hiç alınmayan Yiğit sadece sınavlara girerek bitirmiş üniversiteyi. Çok zor bir süreçti diye anlatıyor üniversite yıllarını. İlk zamanlar idarenin haberi olmadan, güvenlik görevlisine görünmeden çok erken saatte gidip saklanarak derslere girebiliyormuş Yiğit.
Öğrenci ve öğrenci velilerinden bizi şikâyet edenler olunca, başı kapalı olarak eğitim hakkını almaya çalışan bu öğrenciler için de dersten çıkarmalar başlamış: “Atatürkçü Düşünce Derneği’ne üye olan bir öğrenci vardı. Birkaç kez ‘gericiler, yobazlar burada olmamanız gerekirdi’ gibi ifadeler kullanmıştı. Gidip konuşmuş dekanla. Onun üzerine dekanlık hiçbir şekilde içeri alınmayacaklar demişti. Sınavlardan çıkarıldık.”
Diğer üniversitelerde olduğu gibi Gazi Üniversitesi’nde de ikna yöntemini denemişler. “Bu 28 Şubat uzun sürecek bir süreç, bu şekilde kesinlikle devam edemezsiniz, benim başımı da belaya sokmayın” diyerek öğrencileri ikna etmeye çalışan dekanla uzlaşmaya varamayınca Necla Ölçer Yiğit durumu kabullenip okuldan ayrılmış.
“Dekan bana elini kaldırdı ve defol dışarı diye üzerime yürüdü”
Ardından derslere girmeyip sadece sınavlara girmeye çalışan Necla Yiğit’e bu kez güvenlik görevlileri engel oluyordu. Yine erkenden gelip sınava girmeyi başardığı bir gün Yiğit, Dekan’ın aşırı tepkisiyle karşılaşmış: “Erkenden içeri girdiğim bir gün zorla çıkarıldım. Dekanla tekrar görüşmek istedim. Dekan ise önce güvenliğe kızdı. Ben de güvenlik görevlisinin bir suçu yok o beni girerken görmedi deyince elini kaldırdı ve defol dışarı diye üzerime yürüdü. Beni kovma yetkisine sahip değilsin dedim. Ama çıktık.”
Necla Ölçer Yiğit beşinci yılında dekan emekliye ayrılınca, okula girebilmek için şansını yeniden denemiş. Yiğit de başörtüsünün üstüne bere takarak girdiği sınavlar sonunda ancak 2004’te mezun olabildi.
CHP’li kadın milletvekillerinden “çarşaf açılımı”na tepkiler
Nur Serter:“Fanatik yaklaşılmamalı. Bir parti herkese açık olmalı. Yoksulluğun, yolsuzlukların artması, işsizlik CHP’ye bir akım yarattı, insanlar sığınacak yer arıyorlar. Bu insanları kucaklayacağız, ama duyarlılıklarımız da var. Genel Başkan’ın niyeti konusunda bir tereddüt yok, ama sergilenen tablonun yorumuyla ilgili farklı görüşler ortaya çıktı.”
Necla Arat:“CHP ilke ve değerleri, tarihsel çizgisi ile bağdaşmadığını belirtiyorlar. Bana göre de çağdaş kadın imajına uymuyor. Anayasa Komisyonu’nda biz türbanla ilgili mücadeleyi niye verdik. AİHM kararları ortada. Bu açılım hepimiz için sürpriz oldu.”
Güldal Mumcu:Prenbip olarak röportaj vermeyen Mumcu konuyla ilgili TBMM Tören Salonu’nda yaptığı konuşmada “Başöğretmenimizin istediği gibi, laik cumhuriyete yakışan, ‘kafasının içi ve dışı örtülmemiş, bir eser ortaya çıkardım’ diyebiliyorsanız, görevinizi layıkıyla yapmışsınız demektir. Atatürk Kastamonu konuşmasında, ‘Bazı kadınlar görüyorum ki başına bir bez, peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi?’ der, kadınlarımız hem zihnen hem dış görünümleriyle çağdaş olmalı” dedi.
Canan Arıtman:“Tesettürlü kadınlarımızın çoğunluğu gelenek ve göreneklerin kolaylaştırıcı etkisiyle, çaresizliklerinden, erkek egemen baskılardan dolayı, bir anlamda mecbur bırakıldıkları için kendilerine dayatılan yaşam ve giyim tarzı içindeler. Aslında her insan gibi onlar da eşitlik-özgürlük, demokrasi ve kadının insan haklarını istiyorlar. Onlara CHP çatısı altında güçlü olabileceklerini, eşitliği ve özgürlüğü, insan olmanın onurunu ve keyfini yaşayabileceklerini göstermeliyiz.”