Nur Niyaz Bildik
10 Mart’ta Lhasa’daki üç manastır keşişi, 1989’daki son büyük isyanı anma gerekçesiyle bir gösteri yaptı. Sloganlar eşliğinde Çin işgalini kınayan din adamları polis tarafından göz yaşartıcı bombalarla durduruldu. Sonraki üç gün boyunca keşişler gösterileri sürdürmeye devam etti. Gösterilere gençlerin desteği de eklenince (bazı kaynaklara göre Çinlilerin dükkânlarının yakılmasına kadar varmıştı olaylar) Tibet dışından gelen Çin güçleri şiddeti arttırdı. İki protestocu Çin askerleri tarafından öldürülünce, Lhasa’daki gerginlik iyice tırmandı ve tüm dünyanın gözleri Tibet’e çevrildi.
Aslında burada durup biraz geriye gitmek ve işgalin gerekçelerini incelemek gerekiyor. 1950’lere kadar Budizm’in sosyal hayatta büyük ağırlığı olan Tibet, Mao’nun liderliğindeki Çin tarafından dini aristokrasinin egemen olduğu ve toplumu sömürdüğü bir ülke olmakla suçlanıyordu. Çin Kızılordu’su 1950’de Tibet’i işgal edip askeri bir yönetim kurdu. Bir yıl sonra Çin, Tibet’in içişlerinde bağımsız, özerk bir yönetime sahip olduğunu ilan etti. Bu açıklamayla birlikte sıkıyönetim de ilan edildi. 1989’a kadar oldukça pek çok kanlı isyana sahne olan Tibet’te en son 1989’da büyük bir isyan hareketi yaşanmış ve yine Çin tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Tibet’te o tarihten bugünlere kitlesel bir isyan hareketi olmadı.
Çin’e göre suçlu Dalai Lama
Çin Hükümeti yaşanan son gelişmelerden 1959’daki ayaklanmayı başlatan Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’yı sorumlu tutuyor. Tibetliler Dalai Lama’nın Buda’nın başka bir vücutta yeniden doğmuş hali olduğuna inanıyor. Bu nedenle Tibet’te halk üstünde en çok etkisi olan kişilerin başında o geliyor. Çin yetkililerine göre ise olimpiyat oyunları arifesinde “emperyalizmin kuklası” Dalai Lama Çin’i uluslararası alanda güç durumda bırakmak için halkı kışkırtıyor.
Dalai Lama, kültürel soykırım yaptıkları için eleştirdiği Çinlileri barışa ve diyaloga davet ederken, Çin Başbakanı Ven Cibao Tibet’in tutum değiştirmemesi halinde diyalog kurmanın da mümkün olmayacağını söylüyor. Dalai Lama ise şiddet olayları devam ederse inzivaya çekileceğini ve bir daha siyasete karışmayacağını ilan etti. Tibet’te yeniden doğduğuna inanılan dini liderler aynı zamanda çok önemli siyasi aktörler olarak görülüyor.
Tibet umutsuz
Tüm uluslararası insan hakları raporlarında Çin, Tibet’te insan hakları ağır biçimde ihlal etmekle suçlanıyor. Çin basını ise Tibet’te yaşayan Çinlileri terör kurbanı olarak göstererek Çin milliyetçiliğini kışkırtıyor. Günümüzde Tibet’te yaşayan Çinli nüfus Tibet’teki yerli nüfusundan daha fazla. Bunda 2006’da Çin’le Tibet’i birbirine bağlayan demiryolunun açılmasının da büyük etkisi oldu. Son yıllarda Tibet hızlı bir Çinli göçmen akınına sahne oluyor. Çin yönetimi ise Tibet’in nüfus yapısını değiştirmek için bu göçü teşvik ediyor.
Çin’in Tibet’in nüfus yapısını değiştirmek için tek yaptığı göçü teşvik etmek değil. Tibet’te son derece katı bir doğum kontrolü uygulanıyor. Kadınlar zorla kürtaja götürülüyor, yasadışı şekilde yapılan doğumlarda ise bebeklerin iki gün sonra öldürülmesi bile söz konusu.
Tibet halkı ise umutsuz… Küçük manastırında yaşayan bir keşişin sözleri bu durumu dile getiriyor: “Çin’in büyüklüğü karşısında Tibet’in azıcık nüfusu ne yapabilir ki? Muhtemelen kazanamayız. Tibetlilerin lehine bir durum göremiyorum.”
Yaygın umutsuzluğa rağmen protestolar da durmak bilmiyor. Sürgündeki Tibetliler, Hindistan’ın Daramsala kentinde Olimpiyatlara alternatif “2008 Tibet Olimpiyatları” düzenlemeye karar verdiler. Bu etkinlik “Tibet sorunu”nu dünyanın gündeminde tutacağa benziyor.
Çin’in Tibet ısrarı
Çin yönetimi ise uluslararası tepkilere rağmen Tibet konusunda kararlı görünüyor. Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, Tibet’in Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu savunuyor ve bundan asla taviz vermeyeceklerini söylüyor. Önde gelen Çin uzmanı gazetecilerden biri olan Avrupa Gazetecilik Merkezi yönetim kurulu üyelerinden Jonathan Fenby ise Çin’in Tibet ısrarını şu sözlerle yorumluyor:
“Gerçek şu ki, Çin İç Moğolistan’dan Xinjiang ve Tibet’e uzanan geniş toprakları elinde tutmaya kararlı görünüyor. Avrupalı sömürgeci güçlerin önceden keşfettiği ve ABD’nin Irak’ta deneyimlediği gibi emperyal hâkimiyet hüner gerektiren bir süreçtir. Özellikle de anti-emperyalist cepheye ait olduğunuzu iddia ederken bu politikayı sürdürmek ise daha da zordur. Tibet sahip olduğu 200 civarındaki uranyum yatağı da Çin için bir başka cazibe nedeni.”
Öte yandan başta ABD olmak üzere Batı’dan gelen tepkiler ve sivil protestolar Çin yönetimini oldukça endişelendiriyor. Çin yönetiminin bu eleştirilere verebildiği tek cevap ise; “Çin’i bölmeye çalışıyorlar.”