Genel

“Soykırım çocuklarının annesi” öldü

Yazan: [email protected]

Nıvart Taşçı Milyonlarca insanın hayatına mal olan II. Dünya Savaşı hakkında sayısız kitap yazıldı; savaşın acımasızlığı yüzlerce film ve belgeselin konusu oldu. Bunlar içinde en çok işlenen ve en acı hikayeleriyle bir tokat gibi yüzümüze çarpılanı elbette ki Yahudi soykırımıyla ilgili olanlarıydı. Katliam ve soykırım öykülerinin cesur ve iyi yürekli kahramanları, Alman işadamı Oskar Schindler […]

Nıvart Taşçı

Milyonlarca insanın hayatına mal olan II. Dünya Savaşı hakkında sayısız kitap yazıldı; savaşın acımasızlığı yüzlerce film ve belgeselin konusu oldu. Bunlar içinde en çok işlenen ve en acı hikayeleriyle bir tokat gibi yüzümüze çarpılanı elbette ki Yahudi soykırımıyla ilgili olanlarıydı. Katliam ve soykırım öykülerinin cesur ve iyi yürekli kahramanları, Alman işadamı Oskar Schindler örneğinde olduğu gibi, Amerikan sinema endüstrisinin görünür kıldığı ölçüde hafızamıza kazındı.

Tüm bu keşmekeşin içinde artık bilinmeyen bir şey kalmamıştır derken Irena Sendler’in, hayatının her anında sahip olduğu tüm imkânları zorlayarak insanları hayatta tutmaya çalışan Polonyalı “Jolanta”nın ölüm haberiyle karşılaştık. Akıl almaz yöntemlerle soykırımdan 2 bin 500 çocuğu kurtarmakla kalmayıp, çocukların isimlerini ve aile bilgilerini kaydettiği sigara kâğıtlarını cam kavanozlara doldurup güvenilir bir yere gömerek savaş sonrasında ailelerine ya da yakınlarına kavuşturmak için çaba harcayan Sendler’in çok fazla acıya tanıklık ettiği yaşamı 12 Mayıs günü noktalandı.

“Bugün ben de Yahudiyim”

Almanya’nın 1939’da Polonya’yı işgal etmesi, ne Yahudilerin uğradığı ayrımcılığın, ne de Irena’nın tercihini insanların eşitliğinden yana kullanmasının başlangıcıydı. 1930’larda öğrenim gördüğü Varşova Üniversitesi’nde, Ari ırkına mensup öğrencilerle aynı yere oturamayacakları söylenen Yahudi arkadaşlarını yalnız bırakmamış, okuldan atılmasına neden olan “Bugün ben de Yahudiyim” cevabını verebilmişti. Savaş her kurumu kendi hayatta kalma/hayat kurtarma yöntemlerini üretmeye zorluyordu. İşgalden 1942 yılına kadar çalıştığı Varşova Sosyal Yardım Bürosu’nda, Hıristiyan isimlerle kaydettiği Yahudi çocuklara sahte tifüs ve tüberküloz teşhis belgeleri düzenleyen Irena, böylece olası aramaların da önünü kesmiş oluyordu.

Baba nasihatini yerine getirdi

Fakat asıl trajedi Polonya hükümetinin gizlice kurduğu Yahudilere Yardım Konseyi Zegota’yla başlayacaktı. Konseyin kuruluş amacı 16 bloktan oluşan Varşova Gettosu’nda yaşamaya zorlanan 450 bin Yahudi’ye gıda, ilaç ve giysi yardımında bulunmaktı. Getto sakinlerinin nihai durağının Treblinka toplama kampı olduğunu bilen Irena, yapılan bu yardımın ölümleri geciktirmekten öteye geçmediğinin farkındaydı. Ve bir kere daha, yıllar önce babasının kendisine verdiği nasihati tuttu: “Boğulan birini gördüğünde hiç düşünmeden suya atlayıp kurtarmayı denemelisin, yüzme bilmesen bile!”

“Güvenmemelisin! Fakat başka çaren yok…”

Böylece 1942 ve 43 yılları arasında, Varşova Gettosu’nda yaşayan 2500 Yahudi çocuğun ölümden kurtarılma hikâyeleri başladı. Gettoda yaşayan çocukları saklamak için ambulanstan sırt çantasına, kanalizasyon borularından yeraltı tünellerine kadar her yola başvuran 25 kişilik ekip için en zor kısım, savaş zamanı ilk kaybedilen şeyi, mağdur kitlenin güvenini kazanmak olmuştu. Yahudi aileleri çocuklarını teslim etmek konusunda ikna etmek, gidecekleri yerin Katolik manastırları ve barınakları olacağını söylemek, üstelik bunu Yahudi bile olmayan bir olarak başarmak tüm bu sürecin en sancılı kısmıydı belki de. Kendisine neden güvenebileceklerini soran ailelere yanıtı yoktu Irena’nın: “Güvenmemelisin! Fakat başka çaren yok…”

Her şeyi düşündü

Getto dışına çıkarılan çocuklara sahte isim veriliyor, önceden anlaşılan ailelerin yanına, Yahudilerin yaşamadığı bölgelere yerleştiriliyordu. Savaş bittiğinde çocukların aileleriyle buluşabilmelerini sağlamak için de bir yol bulmuştu Irena: Çocukların isimlerini kaydettiği sigara kâğıtlarını cam kavanozlara doldurup güvenilir bir yere gömmüştü. Nitekim savaştan sonra kurtarılan çocuklardan 400’ü Zegota üyelerinden Adolph Berman tarafından İsrail’e götürüldü, birçoklarıysa yeni ailelerinin yanında, kimliklerini unutarak yaşadılar.

20 Ekim 1943 kaçınılmaz olan gerçekleşti: Jolanta kod adlı Irena Sendler, Gestapo tarafından tutuklanarak aylarca işkence göreceği Pawiak Hapishanesi’ne atıldı. Ölüme mahkûm edilmişti. Zegota tarafından Alman gardiyanlara ödenen rüşvet sayesinde gizlice serbest bırakıldı. Öldürüldüğü haberini büyük bir gururla tüm şehre yayan Gestapo gerçeği öğrendiğinde, rüşvet yiyenlere verilen ceza bir kere daha ‘dolaylı yollardan’ ölümdü; gardiyanlar Ruslarla savaşa gönderildi.

“1939’dan 2007’ye değişen bir şey yok”

12 Mayıs 2008’de Varşova’daki bir hastanede hayatını kaybeden Irena Sendler öldüğünde 98 yaşındaydı. İnanılmaz öyküsü Soykırım Şehitlerini ve Kahramanlarını Anma Kurulu ve Polonya hükümeti tarafından ödüllendirildi. Hayatı Anna Mieszkowska’nın kaleme aldığı “Soykırım çocuklarının annesi” (Mother of the children of the holocoust: The story of İrena Sendler) isimli bir romana ve “Kavanozdaki Hayatlar” (Life in Jar) başlıklı bir tiyatro oyununa konu oldu. Geçtiğimiz yıl aday gösterildiği Nobel Barış Ödülü, 1993-2001 yılları arasında ABD başkan yardımcılığını yapan Al Gore’a ve Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’ne verildi. Her fırsatta özgürlük, insan hakları ve barıştan dem vuran Batılı ülkelerin Sendler’a yaklaşımı, 2007 başında bir televizyon kanalına verdiği röportajdaki ifadesini doğruluyor:

“II. Dünya Savaşı’nın ardından insanlığın bir şeylerin farkına vardığını, olanların bir daha asla tekrarlanmayacağını düşünmüştük. Oysa hiçbir şey anlaşılmış değil. Din, etnisite ve milliyete dayalı savaşlar devam ediyor. Dünya hâlâ bir kan gölünden farksız. Fakat her şey başka türlü olabilir; yeter ki sevgi, tevazu ve hoşgörü bizimle olsun.”

Yorum yazın