Alper Görmüş
Reklamcıların arasından sık sık fazla açık sözlü üyelerin çıkması bence normal. O kadar “yaratıcı yalan”dan sonra bir tür arınma işlevi görüyor olmalı bu itirafçılık…
“Reklamcılar mutlu insanları sevmez” demişti bunlardan biri, “çünkü mutlu insanlar çok az tüketirler…”
Ben, gerçeğe yakın iddiaların tıfıl reklamcılar tarafından da gerçekmiş gibi savunulabileceğine; buna mukabil gerçekle uzaktan yakından alâkası olmayan büyük iddiaların tüketiciye yedirilebilmesinin ancak kurt reklamcılar aracılığıyla olabileceğine inanıyorum. Onlara zaten “yaratıcı” reklamcı diyorlar.
Bu kadar lafı neden ettim? Tabii ki, Hürriyet‘in kuruluşuyla İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edilişinin aynı yılda gerçekleştiğine “uyanan”
ve böylece Türkiye’nin en büyük gazetesine etkili bir 60. yıl tanıtımı yapma imkânı veren yaratıcı reklamcıları tebrik etmek için…
Şimdi geliyorum asıl meseleye…
Neyse ki treni reklamcılar anlatmıyor
Hürriyet‘in insan hakları treninin maceraları her gün bir haber ve bir haber-yorumla sunuluyor okurlara. “Tren güncesi” başlığını taşıyan haber-yorum bölümü gazeteci Emel Armutçu’nun imzasını taşıyor.
Tren güncesi, haliyle esas olarak trenin ne kadar “güzel” olduğunu, ne kadar işe yaradığını anlatıyor bize. Fakat Emel Armutçu’nun da hakkını yemeyelim. Günce’de, icabında trenin imajını zedeleyebilecek kimi hakikatleri de okuma imkânını yakalıyoruz ki, bu da az şey değil.
Armutçu, 22 Temmuz tarihli Günce’de, bir gün önce trene binen Erman Toroğlu’nun “Aile içi şiddet” meselesine yaklaşımını öyle bir anlatıyordu ki, Hürriyet‘i hiç bilmeyen bir yabancı gazeteci kesinlikle şöyle düşünürdü: “Bu türden gazetecilerin görev yaptığı bir gazete ne cüretle böyle bir tren kaldırıyor ki?”
O zavallı gazeteci kafasını kaşıyarak düşünürken önüne bir de “göbeğini kaşıyan adam”ın, “bidon kafa”nın müelliflerinin yazılarını sürsek?
Konuyu dağıtmayalım, bakın Erman Hoca trene binince neler olmuş… Emel Armutçu anlatıyor (biraz uzun bir alıntı olacak, ama bilin ki hiç sıkılmayacaksınız):
“Erman Hoca ile Maraton programı”
“(…) Yani trenimiz giderek etkisi büyüyen gündemiyle yoluna devam ediyordu ki… Yeni bir konuğumuz geldi: Erman Toroğlu. İşte o andan itibaren her şey değişti.
(…)
“Demiryolcular, Toroğlu’nun gelişine o kadar sevinmişlerdi ki, oyuncu ve insan hakları eğitmeni Derya Durmaz’ın gar bekleme salonunda yaptığı ‘İnsan Hakları Sohbeti’ne de onun hatırına katıldılar. Ancak Erman Toroğlu bu, bilirsiniz, toplantının 15. dakikasından itibaren insan hakları sohbeti, bir başka çeşit Maraton’a dönüştü, çünkü Toroğlu görüşlerini, bildiğiniz gibi, Maraton’daki gibi dile getiriyordu.
“Öncelikle kadınları, kadınların ‘kadın’, erkeklerinse ‘bayan’olarak nitelediği bir toplantıydı. İlk bakış farklılığı orada ortaya çıktı. Katılımcı erkeklerin çoğunluğu, Toroğlu gibi düşünüp, onun gibi davranınca, ortalık biraz karıştı diyebilirim. Ne demek Toroğlu gibi düşünüp davranmak derseniz, Derya Durmaz’ın deyimiyle ‘düşünceyi kışkırtma taktiği uygulamak.’
“İşte… Dayağı bu yüzden hak ediyorsunuz.”
“Ama yüzyıllardır değişmeyen bir şey yine oradaydı: Erkekler kadınlara ‘öğretiyordu.’ Mesela biz kadınlar dün Kayseri Garı’nda öğrendik ki, erkeğin kadını dövmemesi eşyanın tabiatına aykırıdır. ‘Kadınlar maçlarda erkeklerden daha kötü küfürler eder!’, ‘Bizim en büyük hatamız, sürekli doğurmaktır’, ‘Biz böyle oldukça, aramızda böyle konuşuruz işte’, ‘Hem kaç kere dayak yiyebiliriz ki, niye bu kadar büyütüyoruz?’, ‘Kalkıp karakola gitsek, bakalım kocamız bizi daha çok döver mi, karakola gitmeyi akıl edemiyoruz.’ İşte bu minvalde uzayan, bildik Maraton sohbetleri.
“Tabii ki karşılarında sivil toplum örgütlerinde kadın çalışmaları yapan kadınlar olduğu için oldukça tepki aldı Toroğlu ve yandaşları. Cevap hemen geldi: ‘İşte… Dayağı bu yüzden hak ediyorsunuz.’
“Biz bir insan hakları treniyiz; ifade özgürlüğünden yanayız. Ama Toroğlu’nun Hürriyet’ten geldiğini bilmesem, toplantıyı ve Hürriyet Hakkımızdır projesini sabote etmek için rakip kuruluştan geldiğini düşünecektim neredeyse. Toplantıyı neredeyse gözleri yaşlı terk eden katılımcı bir kadının dediği gibi, ‘İnsanın bazen canı yanıyor. İstanbul’dan gelmiş, toplumun tanıdığı, eğitimli insanlar bunlar. Onlar böyle olursa, eğitimsizlere biz neyi nasıl anlatacağız?’”
Sağolasın Erman Hoca!
Ben tabii ki o tartışmada “Erman Toroğlu ve yandaşları”nın değil kadınların tarafındayım. Fakat bu, işin şu faslını söylememe engel olamaz: “Hürriyet Hakkımız”dır, tamam da hakikati öğrenmek de hakkımızdır.
Birtakım yaratıcı reklamcılar bir fikir buldu diye trenin sahibinin insan hakları yuvası olduğunu kabul etmemiz beklenemez herhalde. Biz ne desek boştu, fakat Erman Hoca öyle bir racon kesti ki, tren çakılıp kaldı.
Sağolasın Erman Hoca!