Yaşadığımız ekonomik durgunluk süreci bir resesyon mu yoksa depresyon mu? Bu sürecin sonunda kapitalizm çökme yoluna girer mi girmez mi? Dünyada devrimci kalkışmalar ortaya çıkar mı çıkmaz mı? Bu işin sonu üçüncü dünya savaşına varır mı, varmaz mı? Dört ünlü ekonomist Ahmet Tonak, Taner Berksoy, Sungur Savran ve Hayri Kozanoğlu önceki gün İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde tartıştı…
Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Programı ve Uluslararası Ekonomi Politik Yüksek Lisans Programı’nın birlikte düzenlediği “Kimin Krizi? Liberalizm, Kapitalizm ve Devlet” başlıklı panelde “kimin krizi” sorusuna verilen yanıt ağırlıklı olarak “kapitalizmin” oldu.”Peki krizin faturasını kim ödeyecek?” diye sorulduğunda ise Taner Berksoy, “emekçiler” diye yanıtlarken Savran, Tonak ve Kozanoğlu bunun bir “kader” olmadığını söylediler.
Yrd. Doç. Dr. Bülent Bilmez’in yönettiği panelde Ahmet Tonak, krizin nedenini “açgözlülük ve regülasyon eksikliği” gibi nedenlere bağlamanın anlamsızlığı kadar, yaratılan “finans sektörü-reel sektör” karşıtlığının da maddi bir temele dayanmadığını vurguladı. Aslında krizin, söylendiği gibi finans sektöründe değil reel sektörde ortaya çıktığını anlatan Tonak, uzun dönemli ve kapitalizmin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir krizle karşı karşıya olduğumuzu dile getirdi. 1948-1980 arasında ABD’de kâr oranlarının yüzde 30 düştüğünü, ancak 1980’lerden günümüze kadar da yüzde 8 arttığına dikkat çekten Tonak, reel sektör kârlarının sürekli düşmesine rağmen yaşanan toplam kârlılık artışının finans sektöründen, yani üretken olmayan sermayeden kaynaklandığını ifade etti. Tonak’a göre krizin temelinde yatan dinamikleri de esasen burada aramak gerekiyor.
“Finansal deha düşüşten öncedir”
Daha sonra söz alan Sungur Savran da Tonak gibi yaşanan krizi “açgözlülük”, “risk iştahı”, “yönetişim kötülüğü” gibi moda tanımlarla açıklamanın olanaksız olduğunu belirterek sözlerine başladı ve ünlü İktisatçı Kenneth Galbraith’ın şu sözlerini hatırlattı; “Finansal deha düşüşten öncedir”
Kapitalizmin tarihinde “çöküş”, bu kadar düzenli ve kaçınılmazken bunu başka şeylere bağlamanın anlamsızlığına vurgu yapan Savran, finans sektöründeki genişleme olgusunu Marx’ın “Her krizde finans sermayesi üretim sermayesinden ayrılır” sözleriyle ortaya koyduğunu, 1970’lerden itibaren üretimdeki kârlılığın düşmesiyle finans sektörünün şiştiğini söyledi. 38 yıldır yaşanan bu krizin sonucunda gelinen noktanın da bir “resesyon” değil “depresyon” olduğunu üstüne basarak söyleyen Savran, 1929’dan daha derin olması beklenen bu depresyonun olası sonuçlarını şöyle sıraladı:
– Devlet mülkiyeti tekrar gündeme gelecek
– Sermayenin aslında bir “ulus”u olduğu anlaşılacak
– Ulusal rekabet ve uluslararası gerilimler ortaya çıkacak
– Uygun iklim bulunan yerlerde faşizm yükselecek
– Savaş tehlikesi gündeme gelecek
– Devrim insanlığın gündeminde tekrar yerini alacak
Kapitalizmin çıkış refleksi
Sungur Savran’ın bu gelecek tahminlerini biraz “Fütüristik” bulduğunu söyleyerek söze başlayan Taner Berksoy ise kapitalizmin depresyon eğilimi taşıdığını, ancak aynı anda krizden çıkış refleksinin de çok güçlü olduğunu söyledi. 1970’lerde kâr oranlarındaki düşüşle başlayan krizin sonunda “küreselleşme”nin bir çıkış projesi olarak ortaya konduğunu ve uygulandığını anlatan Berksoy, krizin finansal değil “reel” olduğun konusunda Tonak ve Savran’a katıldı.
ABD’nin ürettiğinden fazlasını tükettiğine, Çin’in ise tükettiğinden çok daha fazlasını ürettiğine dikkat çeken Berksoy, piyasa koşulları içinde doların düşmesi, Çin parasının ise yükselmesi gerektiğini, her iki ülkenin de buna yanaşmaması sonucunda ortaya çıkan dengesizliğin bir şekilde düzeltileceğini ifade etti:
“Bu düzeltmenin iki yolu var; birincisi piyasaların fiyat mekanizması yoluyla düzeltmesidir ki bu biraz sert olur, diğer ise devletlerin düzeltmesidir ki kapitalizmin huyu da budur.”
Şu anda ikinci yolun tercih edildiğini belirten Berksoy, her krizde olduğu gibi bu krizin faturasının da kaçınılmaz olarak emekçilere ödetileceğini söyledi.
Berksoy’un panelden ayrılmasından sonra devam eden tartışmada Tonak, Savran ve Kozanoğlu, emekçiler için “hesap ödeme” durumunun bir kader olarak kabul edilmemesi gerektiği konusuna vargu yaptılar.
İnsani kurallar veri kabul edilmeli
Hayri Kozanoğlu, iktisadın insani kurallar dışında, kendine özgü işleyişe sahip bir sistem olarak algılanmasının yanlış olduğunu, insani gereksinimlerin veri olarak kabul edilip bunun üzerine çözümler düşünülmesi gerektiğini söyledi. Kozanoğlu’na göre bu kriz, insanların evlerinin elinden gitmesini değil, insanların evlerinde oturmaya devam etmesini veri olarak kabul eden bir düşünce biçimine geçilmesi için iyi bir fırsat.
“Şu ana kadar kamu müdahalesine karşı çıkanlar, kendi sınıfsal çıkarları tehlikeye girince yıllardır insanlara bellettiklerinin tam tersini söylemeye başladılar” diyen Kozanoğlu, “siyaset ekonomiye müdahale eder” diye düşünmeye başlayınca, bu krizin faturasını da emekçilerin ödemesi zorunluluğunun ortadan kalkabileceğine dikkat çekti. Sungur Savran da aynı noktadan hareketle ortaya çıkabilecek, işçi hareketlerinin ve güçlü tepkilerin sistem değişikliğine kadar varmasa bile emekçi sınıflar için önemli kazanımlar sağlayabileceğini ifade ederek “Artık bu faturayı ödemenin “kader” olmadığının farkına varmak gerektiğini söyledi.