Yaşam

Karda nasıl çalışamadım?

Yazan: Gökhan Tan

Vali Amca öğütledi, ama hepsi dışarıda, kardan adam etrafında örgütlendi.. Merak ediyorum: Acaba okul yöneticileri bunlara, bunu mu öğrettiler?

Vali Amca”nın tatil duyurusunun ardından bizim Paytak da patladı: “Sevseydin böyle yapmazdın sahip” dedi. Bir nevi av köpeği olduğunu sandığım Paytak, Vali Amcasından aldığı güçle, beni ev köpeği olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Zorlu hava koşullarına rağmen daha sonra üzüleceği şekilde konuşmaması gerektiğini, içerideki yoğun kedi popülasyonu nedeniyle bahçedeki kulübesinin kendisi için daha güvenli olduğunu, ayrıca Vali’nin sadece onun değil hepimizin amcası olduğunu anlatmaya çalıştım Paytak’a… Üstelik son iki günü evde geçirmişti ama yapacak bir şey yoktu: Kar rüzgarını arkasına almıştı bir kere ve arkası çok sağlamdı!  

İşte Vali Amca’nın “tatili evde çalışarak değerlendirin” uyarısını bu nedenle çiğnemek durumunda kaldım. Kar, er ya da geç eriyecekti. (İstanbul'a bir daha kar yağana kadar da  Türkiye'de kış da sona erecekti; o ayrı mesele.) Ama Vali Amca’nın Twitter hesabını herkesten daha sıkı takip eden Paytak’ın, gelecekti olası kötü hava koşullarını aleyhimde kullanmasının önüne geçmeliydim.

Çalışmalarıma ara verip, Karaköy Hırdavatçılar Çarşısı’na doğru yola çıktım. İstediğim malzemeleri bulabilirsem Paytak’ın artık soğumayan bir kulübesi olacaktı.

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

Biz de öğrencilik yaptık!

Gelgelim bu dışarı çıkış, devlet büyüklerimizin sözünden çıkmamayı şiar edinen benim gibi düzgün bir vatandaşın da uyanışına vesile oldu. Kar tatilini çalışarak değerlendirmesi öğütlenen öğrenciler, çok afedersiniz, kar topu oynuyor ve hatta tüm güçlerini bir araya getirip kardan adam örgütsel faaliyetinde bulunuyordu!

Biz de öğrencilik yaptık, ama kar topuyla, kızakla, havuçla filan işimiz olmadı” diye düşündüm… Ve merak ettim:

Acaba okul yöneticileri bunlara bunu mu öğrettiler? Kar topu nasıl yapılır, kimlere nasıl atılır, kardan bir adam etrafında nasıl örgütlenilir..

Evet. Vali Amca'nın evdeki hesabı, çarşı yoluna (Hıdavatçılar Çarşısı) uymamıştı..

Ve sokaktaki tablo, devlet büyüklerimizin tüm iyi niyetine rağmen, Türkiye’nin neden 2071’den önce lider ülke olamayacağının adeta kanıtı gibiydi.

Her neyse. Çarşıya vardım, malzeme aldım. Esnafa buradan teşekkür ediyorum. Üçer çocuk yaparak ülkenin geleceğini yeterince garantiye almışlar mıydı bilmiyorum ama, bu olası çabaları az önce tanık olduğum kar örgütlenmesine katkıda bulunacaktıysa, çok da önemi yoktu.

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

İçimdeki hünzü bir nebze olsun dağıtabilmek için şuursuzca dolanmaya başladım. Ve kendimi Karaköy Balık Pazarı’nda buldum. Aralarındaki tüm rekabete rağmen kimi balıkçıların, hâlâ, martılarla diyalog kurabildiğini görmek, ne yalan söyleyim, beni umutlandırdı. Soğuk nedeniyle fazla oyalanamadım ama bu diyaloğun görüşme aşamasını çoktan geride bırakıp, müzâkere yoluna girdiğini gözlemlediğimi söylemeliyim.   

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

Isınmak için yürümeye başladım. Ama hava da içim gibi kararmaya başlamıştı. Galata Köprüsü’nün kar münasebetiyle fotoğraf stüdyosuna çevrildiğini fark ettim. Daha sonra köprüye giriş çıkışların kontrol altına alındığını; motorlu araçlar için kar lastiği ve yayalar için “karda çeken fotoğraf makinası şartı” getirildiğini öğrendim.

Bu önlemi çok yerinde buldum. Çünkü Haliç Metro Köprüsü Allah'ın iziniyle yıl sonunda tamamlandığında, kimse artık alçakta kalan Galata Köprüsü’nden geçmek istemeyecekti. (Böylece köprünün mimarı Hakan Kıran da belki projesinin doğru olduğunu anlatabilmek için kendini yakmaktan vaz geçecekti.) Fotoğraf makinasını kapan, sanatını ecdadımızın baş eseri Süleymaniye Camii’ne tepeden bakan yeni köprüden konuşturmak isteyecekti. Varsın emektar Galata, saltanatının son günlerini huzur içinde geçirsindi.

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

Yavaş yavaş eve dönmenin iyi olacağına karar verdim. Gelgelelim mahallede yeni örgütler ve yeni hayal kırıklıklarıyla karşılaşacak olma ihtimaliyle ayaklarım geri geri gidiyordu. Bir sokak tatlıcısından enerji takviye ettim.

Küçücük tezgahında, mesir macunu hariç her nevi tatlının bulunması günün küçük de olsa umut verici bir başka gelişmesiydi. Yine de böyle düşündüğüm için kendimden utandım. Çünkü maalesef, Manisa yöresinin enerji verici bu geleneksel macununa günümüzde hâlâ  viagra muamelesi yapanlar vardı. Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç'ın TRT Genel Müdürü'ne macun atarken “Al İbrahim, en çok sana lazım” demesini bile cinsopolitik  zemine çekmek isteyen, buna rağmen dikili tek bir ağacı dahi bulunmayanlarımız vardı.

Tatlıcı polemiğe girmedi,  “İstanbul'da mesir vardı da satmadık mı?” dedi. Ve Mimar Guilio Mongeri’nin 1910’larda tasarladığı ama kısa süre sonra otele dönüştürülecek Karaköy Palas’ın önünden geçerek meydandan usul usul uzaklaştı.

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan


Yolda kalan araçlar, yokuş çıkamayan otobüsler artık iyice yıpranmaya başlayan sinirlerimi daha da köşeye sıkıştırıyordu. Yürüyerek 1955’te İTÜ’nün kullanımına verilen Maçka Silahhanesi’ne ulaştım. Evet, mimarı -yine afedersiniz- Ermeni bile olsa, bu eserimiz de hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan öğrencilere tahsis edilmişti.

Oysa İstanbul’un en güzide manzalarından birine sahip bu yapıt günün şartlarına uygun olarak otele çevrilebilir, masraf kapısı olacağına, ülke ekonomisine katkıda bulunan bir işlevle kullanılabilirdi. Gelgelelim, orada okuyan ve kadir ve kıymet bilmeyen öğrenciler de, geçtiğimiz günlerde ODTÜ’lü örgütdaşlarına destek veren eylemlere katılmışlardı.

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

Artık etrafıma bakmadan yürümeye çalışsam da dört bir yanımı hatıralar sarmıştı ve gördüğüm her şey bana Vali Amca ve devlet büyüklerimizin bu gençlik için nafile çabasını hatırlatıyordu.

Evet. Böyle bir gençlikle beraber ıslanmış olabilirdim, yağan karda, ama beraber yürümemiz sadece tesadüf olabilirdi! (Paytak’ın baskısı olmasa inanın evden dışarı adımımı atmaz, çalışırdım ben.)

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

Gücümün son damlasını kullanarak eve varmam da maalesef dindirmedi acılarımı. Ve kapımın önündeki görüntüyle yıkıldım… Bu sefer sadece öğrenciler değil, çocuklarına doğruyu göstermekle yükümlü veliler de zıvanadan çıkmış ve kardan adam örgütüne katılmıştı… Muhafazakar genç nesil yetiştirmek kolay bir hedef değildi elbette… Ama görünen o ki tren, “aklı başında” orta yaşlı ve yaşlı nesiller yetiştirmezken kaçırılmış!

Üzgünüm Vali Amca. Bir süre evden çıkmayacağım. Bahçeye çıkıp kulübeyle ilgilenecek takatim bile kalmadı. Öğrenci dediğin, gençlik dediğin buysa, öyle ise, kalsın bu Paytak evde…

Fotoğraf: Gökhan Tan

Fotoğraf: Gökhan Tan

3 Yorum

Yorum yazın