Gündem

Kürt sorununda başa mı dönüyoruz?

Yazan: Hüseyin Aldemir
Hüseyin Aldemir

Kürt sorunu, TESEV'in düzenlediği “Türkiye başa mı dönüyor: Kürt meselesinde 1990’lar ve bugün” konulu panelde tartışıldı.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) düzenlediği “Türkiye başa mı dönüyor: Kürt meselesinde 1990’lar ve bugün” konulu panelde, Kürt meselesinin yakın geçmişi ve bugünü tartışıldı. 

Sabancı Üniversitesi Karaköy Karaköy Minerva Han’da gerçekleşen toplantıda Milli istihbarat Teşkilatı (MİT) eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul şube eski başkanı Avukat Eren Keskin, HEP eski Genel Başkanı Feridun Yazar ve mevcut Milliyet yazarlarından Hasan Cemal konuştu.

Toplatının moderatörü, TESEV Demokratikleşme Programı Direktörü Dilek Kurban “Devletin Kürt sorununun çözümünde terörle mücadele ile meşrulaştırılan güvenlik eksenli politikalara geri dönmesi, PKK’nın sivilleri hedef alan silahlı eylemler gerçekleştirmesi, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan yargılamaların yapılması, toplu tutuklamaların olması” nedeniyle Kürt meselesinde 90’lara dönüldüğü yönünde sıkça dile getirilen bir görüş olduğunu belirtti.

Cevat Öneş: “Kürt sorununa sadece güvenlik politikaları çerçevesinde yaklaşılamaz”

İlk konuşmacı Cevat Öneş, TESEV’in Demokratikleşme Programı’nın önemine inandığını belirtirken, “2009’dan bugüne Türkiye ciddi bir eşikten geçmektedir. Bu geçisin farklı yöntemleri yoktur. Türkiye  demokratikleşme sürecine, standartlarına ciddi bir irade oluşturarak, kamuoyu dayanışmasını sağlayarak çok ivedi sekilde tekrar girme ve bu sürece devamlılık kazandırma hareketini başlatabilme ve böylesine bir sürekliliği kazandırarak, siyasal ekonomik istikrarını koruyarak özellikle bölgemizde gelişen risklere karşı direnişli bir toplum yapısı oluşturabilmelidir. Demokratikleştirme sürecine beklenen ivmede girilemediği takdirde, partisel çıkarlar veya bazı engeller sebebiyle, demokratikleşmedeki gelişimin sağlanamaması durumunda diğer yol, Türkiye’nin eski statükosuna dönüşmesi, eski vesayet sisteminin kırılan durumunun yeniden güçlenmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalır. Kürt meselesine sadece güvenlik sorunu politikaları çerçevesinde yaklaşılması da doğru değildir. Türkiye geçmiş yıllardan itibaren, hatta cumhuriyetin kuruluşundan itibaren güvenlik politikaları çerçevesinde yaklaştığı, bu eksende şekillendirdiği için bir çıkmazla karşı karşıyadır. İçinde bulunduğumuz süreçte de geçmişin hatalarından arındırılmasına, insan hakları konusuna önem verilmesine rağmen, güçlendirilmiş yeni güvenlik politikası ile sonuç alınmak istenmektedir ki bundan bir sonuç çıkmayacağını düşünüyorum” dedi.

Eren Keskin: “Çözüm PKK’siz olmaz”

Avukat Eren Keskin konuşmasına “Özellikle 1990’lı yıllarda Kürdistan coğrafyasında uygulanan insan hakları ihlallerinin, devletin PKK’ya, PKK’nın yöntemleri ile cevap verme  biçiminde değerlendirmesinin yanlış olacağını düşünüyorum” sözleri ile başladı.

Devletin Kürt meselesine sorunlu yaklaşımının  PKK  ile başlamadığını belirten Keskin, buna rağmen çözümün PKK’sız olmayacağına inanıyor.  İHD dışında hiçbir örgütsel yapı içerisinde yer almadığına da değinirken, insan hakları savunucuları olarak 1990’ları çok ağır yaşadıklarını, o dönem hazırladıkları raporların devlet ve medya tarafından yok sayıldığını, ama uluslararası insan hakları örgütlerine seslerini istedikleri oranda duyurabilirdiklerini söylüyor:

“Bir sürü arkadaşımız öldürüldü.  Hepimiz cezaevine girdik. İki kez silahlı saldırı yaşadım. Bütün bunları gördüğümüzde ‘neden şiddet kullanan bir örgüt ortaya çıktı’ sorusunun cevabını şahnen net verebiliyorum. Aynı zamanda, insan hakları savunucusu olarak, şiddetle çözümün bulunamayacağını da biliyorum. Ama şiddetin ortaya çıkışına neden olan sorun çözülmeden, bu sorunun çözülebileceğine inanmıyorum. 1992’de Şırnak yakıldı yıkıldı. Gözlerimizle gördük. Medya yazmadı. Biz o köye heyet olarak ulaşmak için yola çıktık. Askerler yolumuzu kesti. ‘Heryer mayınlı, gidemezsiniz’ dediler. Karşıdan beyaz bir reno araç geliyordu. Kullanan dışındaki içeridekilerin hepsi, kadınlar ve çocuklar yanmıştı. Yanmış ellerini gösteriyordu yaşlı bir teyze. Düşünün, akan bir el gördük. Yine, 65 yaşlarında B. Özdemir isimli yatalak bir kadın köy yakılırken, kaçamadığı için yanarak yaşamını yitirmişti. Köylüler onun başını dik tutuyorlardı. Neden diye sorduk. ‘Biz artık ölülerimizin bile başını eğdirmeyeceğiz’ dediler. Eğer ki orada Özdemir’in çocuğu ya da torunu olsaydım dağa giderdim. Kesinlikle bunun başka yolu yok” dedi. 

Feridun Yazar: “Burada konuştuklarımız bir iddianamede karşımıza çıkabilir”

Feridun Yazar, sürekli “Neden Kürtler net değil” eleştirisi aldıklarını ancak bu netleşmeyi sağlayacak ortamın sağlanmadı görüşünde.

“Bize ‘Kürtler niyeti neyse düşüncesi neyse açıkça söylesin’ diyorlar. Yahu biz nasıl söyleyelim, nasıl ifade edelim kendimizi? Özerklik diyorsun içeri atılıyorsun, bağımsızlık desek ne gelir başımıza bilemiyorum. TRT Şeş’i açmak Kürtlere haklarını vermek anlamına gelmez. Ama bu, ‘Siz Kürt televizyonu kuramazsınız; bunu da biz kurarız’ demektir. Yani, ‘Türkiye’de komunizm gerekiyorsa, bunu da biz getiririz’ demekle aynı ifadedir. Devlet ve Kürtler arasında güven sorunu var. Bu güven sorunu kalkmadığı müddetçe bir aşama kaydedilmesinin mümkün olmayacağını düşünüyorum.

“Kürtlerin taleplerini demokratik bir ortamda tartışmasına hiçbir zaman izin verilmedi. Eğer bağımsızlıktan, federalizme, demokratik özerkliğe her şey oturup tartışılabilse o zaman neyin Türkiye için iyi olacağı ortaya çıkacak. Ancak binlerce kişinin KCK’dan tutuklanmasında tetikleyici olan demokratik özerkliği, Kürtlere bile doğru anlatamadık, buna fırsat verilmedi. KCK’dan tutuklanan binlerce insanın akrabalarını da sayarsanız şu anda 100 bin insan devlete güven duymuyor. Bunun sonucu son dönemde yeşeren umutlar umutsuzluğa döndü. Kürtler Türk halkına değil, Türk devletine güvenmiyor. Bugün burada konuştuklarımızın üç, beş yıl sonra bir iddianamede karşıma çıkmayacağını kim garanti edebilir; işte güvensizlik tam da budur.”

Hasan Cemal: “Kürt meselesinde medya kulağını sadece devlete verdi”

Gazeteci Hasan Cemal, 1990’larda Kürt sorunu ile ilgili olarak, medyanın üç sorun konusunda fena halde sınıfta çaktığını söyledi:

“Medya kulağını sadece devlete vermiştir. Devlete açmıştır. Yaşananlara gözlerini kapatmıştır. Diyarbakır Cezaevi’ne, 1990’ların faili mechullerine gözlerini kapatmıştır. Köy boşaltmalara köylerin yakılıp yıkılmasına gözlerini kapatmıştır. Ne acıdır ki bütün bu medyanın yazılı basının bu kırık notlarla dolu karnesi, aynı zamanda Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin ikinci sınıf kalmasında önemli bir rol oynamıştır. Eğer Türkiye sınıfta kaldıysa, demokrasi geri kaldıysa bunun baş nedenlerinden biri yazılı basının ve gazeteci milletinin bu konudaki ihmalkarlığıdır. Kulağını sadece askere ve devlete vermesidir.

“Medya sınıfta kalırken benim de 40 küsur yıldır burada olup da kendimi buna dahil etmemem söz konusu değildir. Karnemde kırık notlar vardır. O dönem Milli Güvenlik Kurulu'nun medya yöneticilerine yaptığı toplantıyla, bugün Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yaptığı toplantının hiçbir farkı yoktur.

 “Oslo sürecini, demokratikleşme sürecini çok önemsiyorum. Tekrar böyle bir sürece gelineceğini düşünüyorum. MİT yöneticilerinin bugünlerde ifadeye çağrılmaya başlanmasıyla devlet içindeki kaosun herkese ders olması kanaatindeyim. Tek boyutlu, güvenlik odaklı bir çözüm yöntemi düşünülüyorsa, Susurluk gibi bir hukuksuz kaosa yol açacağı bilinmelidir.  Hukuk devleti istiyorsak, barışçıl yollarla Kürt sorununu bir çözüme kavuşturmak gerek.”

Yorum yazın