Anadolu Kültür Derneği öncülüğünde, Türkiye ve Ermenistan’dan 10'ar üniversite öğrencisi ve eğitmenlerin buluştuğu, “Birbirimizle Konuşmak” projesi, “Yolun Başında” adıyla belgesel olarak karşımızda. 1915 öncesi Muş’ta yaşayan Ermeni nüfusunun izlerinin araştırıldığı belgeseli Somnur Vardar yönetti.
32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ndeki ilk gösterimin ardından 3 Mayıs’ta Tophane’de Tütün Deposu’nda seyirciyle buluşan “Yolun Başında” film bitip, ışıklar yandığında “Ne kadar gerilmişim” diye hissettirdi.
Belgesel, Ermenistan’a göç edenlerin torunlarıyla yapılan görüşmeler, “24 Nisan Ermeni Soykırımı Anma Günü” yapılan Tsitsernakaberd Anıtı ziyaretinde hissedilenler gibi noktalarda duraklayarak, tüm yalınlığıyla uzlaşma sürecinin ne kadar çok çaba istediğini bir kez daha hatırlatıyor bizlere.
Proje kapsamında iki ülkeden katılımcılar, önce Muş’ta buluştu ve kentteki Ermeni yaşantısının izlerini araştırdı. Aynı ekip, altı ay sonra da Ermenistan’a kaçmak zorunda kalanların akrabalarıyla Ermenistan’da, Gümrü’de görüştü. Ve tüm bu süreç an be an kayda alınarak ortaya “Yolun Başında” belgeseli çıkartıldı.
“Ermeni Soykırımı” meselesine şu veya bu şekilde kafa yoran, en azından kimilerinin yüzleşme kimilerinin hesaplaşma dediği mekanizmayı işletmeye çalışan katılımcıların yaşadıkları tartışmalar da benliğimizi esir alan “Biz Ermeniler siz Türkler ya da biz Türkler siz Ermeniler” tarafgirliğini de açıkça göz önüne seriyor.
Yönetmen: Somnur Vardar
Yapımcı: Zeynep Güzel
Görüntü Yönetmeni: Gor Baghdasaryan
Kurgu: Catherine Gouze, Somnur Vardar, Gor Baghdasaryan
Yıl: 2011-2012
Ülke: Ermenistan – Türkiye
Belgeselin bir sonraki gösterimi 12 Mayıs pazar 15:00 ile 18:00 saatlerinde Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.
Öyle ki, filmde Türkiye’de yaşanan bir depremin televizyon haberlerinde anons edildiği sırada, Ermenistanlı bir katılımcının konuyla alakasız espiri yapıp aralarında gülüyor olması Türkiyeli katılımcıyı öyle rahatsız ediyor ki bu neredeyse bir kriz halini alıyor. Aynı şekilde, soykırım anıtının ziyaret edildiği sırada, orada yaşananlara ilişkin Türkiyeli katılımcılardan birinin “Pazar yeri gibiydi, herkes birbirini itiyordu” şeklindeki daha değişik bir atmosfer beklentisi olduğu ifade eden değerlendirmesi, Ermenistanlı bazı katılımcılar üzerinde büyük bir rahatsızlık yaratıyor.
Ancak, her iki durumda da meseleler konuşulduktan sonra ortaya çıkan tablo belki de içimize su serpiyor. Çünkü depremle ilgisi olmayan espiriye gülenler arasında Türkiyeli katılımcıların “Biz de vardık” demesi ya da Ermenistan’lı katılımcılardan birinin “Pazar yeri benzetmesini ben de yapabilirdim” demesi veya bir başkasının “Alman ya da İngiliz aynı benzetmeyi yapsa aynı derece kızar mıydık” diye sorgulaması havayı değiştiriyor.
Diyalog kurmadan, sorunların ifade edilmediği bir ortamı düşündüğümüzde, aynı sorunlu ifadeler insanların iç dünyasında son derece büyük kopuşlar yaratıyor. Bu durum uzun vadede nefreti, iletişim tıkanıklığını ve birbirini anlamamayı getiriyor.
Türkiye ile Ermenistan sınırının fiziksel olarak kapalı olması da bugün diyalog kapılarının açılmasını zorlaştıran unsurların başında. Çünkü iki ülke arasında kapalı olan bu kapılar, sadece “Bir gitsem oraları görsem” diyenlerin memleket hasretini ağırlaştırmıyor, insanları içten içe kemiren bir öfke haline dönüşüyor ve bu öfkeyi besliyor.
Filmin gösteriminin yapıldığı Tütün Deposu’nda 1915'te katledilen “Dildilian Kardeşlerin Objektifi’nden Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar” sergisi, Ermeni meselesinin yakıcılığını anlatan bir başka önemli çalışma. Sergiyi gezerken gözüme takılan “Hiçbir yurt öyle sevilemez” başlıklı şiir, filmin de neden olduğu ruh halinden midir bilinmez, oldukça sarsıcıydı…
“Yeni yuvalar, yeni başlangıçlar kurulur. Ama gidenler,
anayurtlarını unutamaz. Yitik ülkenin fotoğraflarını,
kartpostallarını saklarlar yıllarca, sımsıkı… Kaybetmemek
için anılarını kaleme alırlar. Evlerinin krokisini çizerler. Sesleri,
kokuları, görüntüleri yığarlar içine.
Büyükbabanın kundurasındaki kelebekler, kolej kampüsünde
beslenen iki küçük ayı yavrusu için uydurulan çocuk şarkısı,
Aram’ın düğün şölenindeki soğuk şerbetler için dağdan kar
taşıyan, düğün süresince arka avluda anırıp duran eşekler,
özgürce kutlanan Noel yemeklerinin şen sofrası, Merzifon
ovasının bereketli hasat zamanı, İris Nehri’nin yeşil, tatlı suları
burunlarında tüter…
Hiçbir yurt bir daha öyle sevilemez. “