Alper Görmüş
agormus@medyakronik.com
Bir ara modaydı, büyük gazeteler birinci sayfalarının manşetlerinden okurlara “söz” verirler, bundan sonra nasıl da evrensel gazetecilik ilkelerine uyacaklarına dair salya sümük yemin ederlerdi. Birkaç yılda bir tekrar edilen bu ilanların her biri, “arada geçen zamanda size verdiğimiz sözü tutamadık, ama var ya, bundan sonra yemin ederiz ki…” anlamına gelir, fakat bu komedi bir türlü sona ermezdi. Galiba son furya 2003’te yaşanmıştı, o tarihten sonra “söz veriyoruz” müessesesinin cılkının çıktığını anlamış olacaklar ki, vazgeçtiler bu komediden.
O yıl Hürriyet, “Söz veriyoruz” klişesinden sıyrılıp aynı amaca dönük yeni, yakışıklı bir girişimde bulundu: “Hürriyet Yayın İlkeleri Kitabı…”
Kitap, 26 Ekim 2003 tarihli Hürriyet’te şöyle sunulmuştu okurlara:Hürriyet Gazetesi’nin geçen yıl gerçekleştirdiği ‘arama konferansı’yla başlattığı, yeni vizyonunu belirleme, çağın gereklerine göre değişip dönüşme hareketi ilk somut ürününü verdi: Hürriyet Gazeteciliği kitabı.
“Hürriyet Gazetesi’nin ilkelerini, haberden ne anladığını, habere bakışını ve muhabir kriterlerini ortaya koyan kitap, Hürriyet’te önümüzdeki 10 yılın projeksiyonu çerçevesinde insan altyapısını oluşturmak için başlatılan çalışmalardan sadece biri. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Hürriyet’in bu kitapla ilk somut adımını attığı harekete ‘Gazeteciliğin kalitesini ve güvenirliğini arttırma girişimi’ diyor. Çünkü, tam 55 yıldır Türkiye’de yapılan bütün kamuoyu anketlerinde ‘Gazete denince aklınıza ne geliyor?’ sorusuna verilen cevabın hep ‘Hürriyet’ olması, Hürriyet’e bu mesleğe ilkleri ve yenilikleri getirme, kuralları koyma görev ve hakkını da veriyor. İletişim fakültelerine de dağıtılacak olan Hürriyet Gazeteciliği kitabı, kitapçılarda satışa çıktı.”
Hakikaten iyi kitaptı…
Doğru, İletişim fakültelerine de dağıtılmıştı o kitap ve ben de öğrencilerimle birlikte inceleme fırsatı bulmuştum. Bununla da yetinmemiş, sonraki birkaç ayda “ilkeler”le Hürriyet’te yayımlanan haberleri de karşılaştırmıştık. Sonuç hakikaten pek fenaydı. O günlerden, bir öğrencimin, bilgisayardaki kimi “word” dosyalarında karşımıza çıkan meşhur ibareye gönderme yaparak hoş bir espri patlattığını da hatırlıyorum: “Bu kitap galibe ‘salt okunur’ formatında düzenlenmiş.”
Aslında, niyeti olanın çok işine yarayacak hakikaten güzel bir kitaptı. Fakat anlaşılıyordu ki, kitap bir “çağdaşlık cilası” görevi görsün diye piyasaya sürülmüştü. Salt okunsun diye! uygulansın diye değil!
O günlerde kaleme aldığım bir yazıda şöyle demiştim:
“Hep söylüyorum, Hürriyet’in yılda birkaç kez yayımladığı ‘yayın ilkeleri’, Türkiye’nin pek güzel yazılmış ama uygulanmayan kanunlarına benziyor… Kimdi o güzel sözün sahibi? ‘Bir ülkede demokrasiden ne kadar çok söz ediliyorsa, o ülkede o kadar az demokrasi vardır…’ Yalan mı? Peki, bir gazetenin ikide bir ‘ilkeler’den söz etmesi ‘ilkeler’in ikide bir tepelenmesiyle bağlantılı olamaz mı?”
Bence öyle. Siz düzgün, dürüst ve vicdanlı bir gazete yapıyorsanız ikide bir bu tür girişimlere baş vurmazsınız. Ama kendinizden emin değilseniz baş vurursunuz.
Okura söyletmek: iyi fikir doğrusu!
Diğer büyük gazeteler gibi Hürriyet de bugüne kadar bütün “çağdaş hamle”lerini kendisi hazırlamış, okurların dikkatine sunmuştu. Bu defa farklı bir yöntem deneniyor. Gazete, bir “Okur Meclisi” kurmaya karar vermiş. Bu iş (yani: “Türk basın tarihinde bir ilk / Hürriyet 60. Yılında Okur Meclisi kuruyor / Türk basınının öncüsü Hürriyet, bir yeniliğe daha imza atarak Hürriyet Okur Meclisi’ni oluşturuyor” işi) şöyle olacakmış:
“1. Meclis, Türkiye’den, Avrupa ve ABD’den seçilecek 50 Hürriyet okurundan oluşacak.”
2. Bir yıl için seçilecek olan Hürriyet Okur Meclisi üyeleri, yol ve konaklama masrafları Hürriyet tarafından karşılanarak bir kez İstanbul’da, Hürriyet tarafından ağırlanacaklar.
3. Hürriyet Okur Meclisi, kadın-erkek dağılım, yaş, eğitim durumu, meslek ve gelir durumu ve coğrafi açıdan Türkiye nüfusunu en iyi temsil edecek. Yapılan başvurular, Hürriyet yönetimi ve danışmanlardan oluşan bir jüri tarafından incelenecek ve üyeler belirlenecek.”
Bu yıl içinde bir kez toplanacak olan Meclis’in üyeleri şunları yapacakmış:
1. İstanbul’da Hürriyet’i gezecekler. Yazı işleri toplantısını izleyecekler. Hürriyet gazeteciliği ve Hürriyet’in hazırlanış süreci hakkında bilgi alacaklar.
2. Bir günlük çalıştaylarla, Hürriyet gazeteciliği ile Türk basınının bugünü ve yarını hakkında görüş alışverişinde bulunacaklar.
3. Hürriyet yöneticileri ve yazarlarıyla tanışacaklar.
4. Görüş, eleştiri ve geleceğe yönelik beklenti ve önerilerini Hürriyet yönetimine iletecekler.
5. İstanbul’da Hürriyet tarafından ağırlanacaklar, ve bu ziyaretin bazı bölümleri TV’den de yayınlanacaktır.”
Hemen söyleyeyim, bütün bunlar bana tipik bir Hürriyetvari çağdaşlık makyajı olarak görünüyor. Hiç kuşkum yok; kendileri de biliyor ki, “Türk basınında bir ilk” olan bu “atılım”ın ardından okuyacağımız Hürriyet’le şimdiki Hürriyet arasında hiçbir fark olmayacaktır. Nasıl ki çok sayıda “söz” ve “ilkeler” hamlesi “Hürriyet gazeteciliği”nde hiçbir değişikliğe yol açmamışsa, “Meclis” de hiçbir değişikliğe yol açmayacaktır.
Burnuma kötü kokular geliyor: Bu defa amaç, Majesteleri’nin Meclisi’ne, “Gezdik gördük, çalıştayımızı da yaptık, şahane bir gazetemiz var” mı dedirtmek acaba?
Bir hatırlatmayla bitireyim: Gazete son çağdaşlık hamlesini okurlarına duyurma hazırlıkları yapıyorken, gazeteciliğin çağdaş ölçülerle yapıldığı ülkelerden iki siyasetçi, Hürriyet’in kendileriyle ilgili haberlerini “çıldırarak” okumuşlardı.
Yalnız bu bile girişilen işle iyi gazetecilik hedefi arasında bir bağ bulunmadığını göstermeye yeter.
NOT:Aslında bu yazı, sözünü ettiğim iki haberin açılımıyla devam edecekti, fakata haddinden fazla uzayacağını hissettiğim için burada kesiyorum. Önümüzdeki günlerde Lagendijk ve Daniel Cohn Bendit’in Hürriyet’le yaşadığı macerayı ayrıca ele alacağım.