Elçin Macar ve Mehmet Ali Gökaçtı tarafından yazılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun geleceği üzerine tartışmalar ve öneriler kitabının tanıtım paneli dün (6 Mayıs 2009) Sabancı Üniversitesi’nde yapıldı. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ve Alman Friedrich Ebert Derneği tarafından desteklenen kitabın ikinci baskısı nedeniyle düzenlenen panelde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının önündeki engeller tartışıldı.
Panelin açılış konuşmasını yapan TESEV dış politika program direktörü Doçent Mensur Akgün, Ruhban Okulu meselesini dış politika sorunu değil, gasp edilmiş bir hak olarak gördüklerini belirtti. Türkiye’nin artık biraz daha demokratik, insan haklarına biraz daha saygılı bir ülke olduğunu belirten Akgün, “Türkiye sorunlarını içeride ve dışarıda çözmek için kararlı adımlar atıyor. Ermenistan ve yakın zamanda adını söylemekten bile çekindiğimiz Kürdistan ile ilişkiler gelişiyor. Darbeci generaller, devlet içindeki çeteler yargılanıyor. Türkiye medeniyetler arasında köprü rolü oynuyor. İsrail, Suriye, Kafkaslar gibi bölgesel sorunların çözümünde rol oynuyor. Ama tüm bunlara rağmen, sırtında yük olarak taşıdığı Ruhban Okulu sorunundan bir türlü kurtulamıyor. Üstelik de geçerli hiçbir hukuki nedeni yok. Okul siyasi nedenlerden dolayı kapatıldı. Sık sık dile getirilen Lozan Antlaşması’nın yanlış yorumundan başka bir şey değil bizim görebildiğimiz kadarıyla. Tevhid-i Tedrisad Kanunu’na aykırı olduğu da tartışmalı. Kanun 1924 yılında çıktı ama Ruhban Okulu 1971 yılında kapatıldı” dedi.
Kabahat siyasi otoritede
Paneli yöneten emekli Büyükelçi Sönmez Köksal, konunun Milli Güvenlik Kurulu’nda tartışılmasının meseleyi çözüme kavuşturabileceğini belirterek, kabahatin konuyu komiteye sunan ve ardından gereğini yapmayan siyasi otoritede olduğunu söyledi. Köksal, sorunun hukuki olarak tarikat tartışmalarına yer bırakmayacak şekilde, bir an önce çözülmesi gereken bir konu olduğunu da sözlerine ekledi. Meselenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidebileceğini vurgulayan Köksal, “Türkiye sorunun çözümünü dışarıdan gelen baskılarla değil içeriden üretmeli ve sorunlar zamanında çözülmelidir. Bartholomeos öldüğünde yerine geçecek patriğin Türk vatandaşı olması lazım. Türkiye’nin bu durumda 24 saatte bulunacak bir metropolitin Türk vatandaşlığına geçirileceği bir durumla karşı karşıya kalmaması gerekir. Bu sorunu hukuki bir çerçevede hızla çözmek, Türk dış siyasetine de olumlu bir katkı yapacaktır” dedi.
Siyasi mi? Hukuki mi? Teknik mi?
Kitabın yazarlarından Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doçent Elçin Macar, hukuki ya da teknik değil tamamen siyasi nedenlere dayalı olduğunu belirttiği Ruhban Okulu sorunuyla ilgili Avrupa Birliği ve ABD’nin son derece hassas olduğunu belirterek, 1971’den beri kapalı olan okulun açılması gerektiğini vurguladı. AKP iktidara geldiğinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, “24 saat içinde çözeriz. Bu da nedir?” dediğini ancak parti ve hükümet olarak AKP’nin bu konuda en ufak bir adım atmadığını belirten Macar, “Son günlerde bir hareketlenme oldu. Bunu Obama’nın gelişi tetiklemiş olabilir. Belma Akçura 27 Nisan’da Milliyetgazetesinde Azınlıklar Tarihi Komisyonu’nun bu konudaki bir belgesini yayınladı. ‘Bu okulun açılmasının uygulanan milli politikamız ve milli siyaset belgesinin değişmesi anlamına geleceğinden bu konunun Milli Güvenlik Kurulu’nun gündeminde değerlendirilmesi gerektiğine’ karar veriyor bu komisyon. Hükümetin karar alması gerekirken komisyonların böyle siyasi konularda ‘açılmamalıdır’ gibi ibarelerle karar almaları çok dikkat çekici” dedi.
Elçin Macar, Ruhban Okulu’nun açılmasının hukuk bakımından Türkiye’deki Müslüman tarikat ve cemaatlerin okul açmasının önünün açılıp açılmayacağı tartışması üzerine “Bu konunun din eğitimi çerçevesinde değil, gayrimüslimlerin ruhani ihtiyaçlarının karşılanması çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İslamiyet’te ruhban sınıfı yok. Camide namaz kılmak için bir imama ihtiyaç yok. Sokaktan birisi cemaatin başına geçip namazı kıldırabilir. Ama Hıristiyanlıkta ruhban sınıfı olmadan ayin yapılması mümkün değil” dedi.
Türkiye’nin laiklik problemi
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doçent Emre Öktem ise, Lozan Antlaşmasının azınlıklara verdiği haklar çerçevesinde Ruhban Okulu’nun açılabileceğini; ancak bu durumun yasal olarak Türkiye’deki Müslüman tarikat ve cemaatlere okul açma hakkı vermediğini belirtti. “Türkiye’de hukuken tarikat yoktur. 1925 tarihli 677 sayılı kanunla tarikatlar kapatılmıştır. Ancak hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de tarikatlar var ve siyasette baskın, belirleyici rol oynayabiliyorlar. Hukuki olarak tarikat yoksa hangi tarikat yasal olarak böyle bir talepte bulunacak?” dedi.
Okulun açılmasının AB süreci için çok önemli bir konu olduğuna değinen Emre Öktem, temel problemin Türkiye’nin laiklik problemi olduğuna belirterek, “Eskiden Ruhban Okulu, Yunanistan Türkiye arasındaki ciddi misilleme düellosunun bir parçasıydı. Zaten kapatmanın 1971’de gerçekleşmesi bir tesadüf değildir. Yani Kıbrıs gerilimi zirveye varmış; Batı Trakya Türkleri’ne muazzam baskı yapılıyor. Olayın bağlamını kavramak son derece kolay. Oysa günümüzde Türk Yunan ilişkilerinde belli bir düzelme var. Daha yapıcı bir yaklaşım her iki taraftan da gözlemlenebiliyor. Mesele sadece Türkiye Yunanistan’a kalsaydı belki bu işi daha kolay çözebilirdik. Ama Türkiye’nin iç hukukunda, siyasetinde, sosyal hayatında laiklikle ilişkili çok önemli kaygılar var” dedi.
YÖK’e bağlı olma şartı gerçekçi değil
Panele katılan Fener Rum Patrikhanesi papazlarından Yuakim Billis de, Ruhban Okulu’nun açılmasının çok gerekli olduğunu vurgulayarak, “Fener Rum Patrikhanesi’nin faaliyetleri bütün dünyada yaşayan Ortodoksları ve kiliselerini ilgilendiriyor. Bu nedenle o kilise ve cemaatleri din açısından yönetecek insanların Türkiye’de yetiştirilmesini çok önemli buluyorum” diye konuştu.
Apoyevmatinigazetesinden Mihail Vasiliadis de Türkiye’de YÖK dışında bir yüksek okulun faaliyet gösteremeyeceği düzenlemesinin Ruhban Okulu’nun kapalı bulunmasının ana nedeni olarak gösterildiğini belirterek, “Türkiye’de YÖK’e dahil olmadan faaliyet gösteren okulların başında Harp Okulu ve polis okulları gelmektedir. Bu okulların özellikle Harp Okulu’nun YÖK dışında çalışması doğru mu değil mi? Bence çok doğrudur. Çünkü askerlik bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Peki papazlık bir meslek midir? Nasıl ki bir asker ölmeyi ya da tetiği çekip adam öldürmeyi öğreniyorsa, bir papaz da kendini günün 24 saatinde dolaşıp vaaz vermeye, insanları doğru yola çekmeye adar. Bir üniversitede bunu öğrenmek mümkün değildir. Harp Okulları nasıl bir izinle YÖK’e bağlı olmadan çalışabiliyorsa ruhban okullarının da aynı şekilde çalışabilmesi gerekir” dedi.
Geleceği belirsiz okul
1844’de kurulan Heybeliada Ruhban Okulu lise ve teoloji bölümleriyle 1951 yılına kadar varlığını sürdürdü. 1950’de Menderes hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle 3 sınıflı teoloji kısmına bir sınıf ilave edilerek “Heybeliada Ruhban Rahipler Okulu” adı altında bir teoloji ihtisas okulu olarak derecelenmesi sağlandı. Yüksek okul kısmı, bir yıllık bir okul olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca tanındı. 1951’den 1971’e kadar bu statüyle eğitim verdi. 1965 yılında çıkarılan 625 sayılı özel öğretim kurumları kanununun bazı maddelerinin 1971 anayasası tarafından iptal edilmesiyle okulun kapanması gerektiğine karar verildi. 625 sayılı yasa, özel üniversite ya da yüksek eğitim veren kurumların şahıslar tarafından açılabilmesini sağlamıştı. Bunun yanında, 625 sayılı yasa Lozan’daki gayrimüslimlerin okulları ile ilgili bir tartışma yaşanmaması için var olan okulların bu yasa kapsamında değerlendirilemeyeceğine dair özel bir madde içeriyordu. Fener Rum Patrikhanesi’nin kapatılma kararına itiraz etmesine rağmen, ağırlıklı olarak siyasi sebeplerle Heybeliada Ruhban Okulu 38 yıldır kapalı.