Yaşam

Ünlü değilseniz acil servise gitmeyin!

Yazan: HaberVs

İnci ÖmürCumartesi, Taksim ve gece. Bu üçlü bir araya geldiğinde dünya durabilir, canı isterse tersten dönebilir, insan bir saniye içinde 15 yaş yaşlanıp, 8 yaş gençleşebilir; her şey olabilir.İşte böyle bir geceydi seçtiğim. Ve sadece “eğlence”ydi bu üçlüden istediğim.Arkadaşlarımla buluşup eğlendim de. Ama eğlence bittiğinde, güle oynaya dolmuşlara doğru ilerlerken hayat, yapacağını yaptı yine. Taksim’in […]

İnci Ömür

Cumartesi, Taksim ve gece. Bu üçlü bir araya geldiğinde dünya durabilir, canı isterse tersten dönebilir, insan bir saniye içinde 15 yaş yaşlanıp, 8 yaş gençleşebilir; her şey olabilir.
İşte böyle bir geceydi seçtiğim. Ve sadece “eğlence”ydi bu üçlüden istediğim.
Arkadaşlarımla buluşup eğlendim de. Ama eğlence bittiğinde, güle oynaya dolmuşlara doğru ilerlerken hayat, yapacağını yaptı yine. Taksim’in göbeğinde küçük bir sürpriz çıkarıp fırlattı önüme.
Karnımın sağ tarafına aniden amansız bir ağrı saplandı. Kıpırdayamaz oldum.
Yine de vakit kaybetmeyip, hemen teşhisi koydum. Bu olsa olsa apandisitti. Çünkü geçip, gitmek bir yana, ağrı şiddetlenerek dayanılmaz oluyordu.
Neyse ki yanımda bir arkadaşım ve İstanbul’da da sizi her daim üç kilometre öteden görebilen kartal bakışlı taksi şoförleri vardı…
Bir tanesi yanaştı: “Abi yardım lazım mı?”
Tabii lazımdı. Taksiye güç bela bindik.
Bitmek bilmeyen trafik, insan kalabalığı, yol vermeyen arabalar ve polisin ilgisizliğiyle ilerlemeye çalıştık. Arkadaşım durmadan taksiden inip yolu açarken, arabalara ve insanlara çekilmelerini söylerken, ben artık tüm bunları hayal gibi algılamaya başladım.
Ağrım giderek arttı. Bedenim yorulup, perişan oldu.
Bu sırada kahraman taksi şoförü de boş durmadı. Hızlı manevralarla beni hastaneye yetiştirmeye çalıştı.
Fakat heyhat bütün çabaları boşunaydı. Başında söylemiştim ya, Taksim, gece ve cumartesinin işbirliği söz konusuydu. Normalde iki dakika sürecek bu yol, uzadıkça uzuyordu.
Taksi de benim gibi yerinden kıpırdayamıyordu.
Sonunda vardık Taksim İlkyardım Hastanesi’ne. Yanaştık, acil servisin önüne. Arkadaşım arabadan atlayıp hemen kapımı açtı.
“Tamam” dedim. “Şimdi ekip gelecek, beni sedyeye yatırıp ışık hızıyla içeri götürecek. Sihirli eller, ağrımı hemen dindirecek.”
Kabul ediyorum. Bu kadarını beklemek saflık olurdu.
Ama dayanılmaz bir ağrı olduğunda, her türlü beklenti oluşuveriyor insanda.
Bir dakika geçti. İki, üç. Derken beş oldu.
Dakikaları değil, saniyeleri saydım. Burada geçen bir saniye, bir yıla bedeldi.
Beş dakikanın sonunda “taş” kaplamalı sedye geldi.
İçeri doğru götürülürken, beni bekleyen doktoru gördüm karşımda.
İçimden “Sonunda içimdeki iğrenç ağrıyı dindirebilecek, bu işi bilen ve bana yardımcı olacak insan geldi’ diye geçirdim.
Fakat maalesef doktorun karşısında “görünmez” olduğumun henüz farkında değildim. Doktor bana doğru geliyor gibiyken, virajı hızla aldı. Beni ve orada çeşitli nedenlerle acılar çeken insanları “es” geçip, alkollü olduğu gün gibi açık bir TV dizisi oyuncusunun yanına ulaştı.
“Ah siz bilmem ne dizisinde oynuyordunuz değil mi?” diye başlayan tanışma ve muhabbet faslına, hemşireler ve diğer doktorlar da katıldı.
Aman efendim, sepet efendim şeklinde gittikçe anlamsızlaşan, belki de bir kokteyl ortamına daha çok yakışacak olan sohbet uzadıkça uzadı. Acaba acil servisin içinde daha da acil olan bir servis var mıydı? Daha ne kadar bekleyecektik ve sıra ne zaman içimizden birine gelecekti? Bu adam zaten dizilerde rolleri alıyordu, peki gerçek hayatta niye hala rol çalıyordu?
Bulunduğum yere duyduğum güven duygusu kuş olup uçtu.
Acılar içinde dizinin ilerleyen bölümlerinde kızla oğlanın kavuşup kavuşamayacağını öğrenmemize ramak kalmışken, bağırmaya başlayan arkadaşımın sesi duyuldu:
“Şu sohbet faslını artık bıraksak!”
Doktor sinirlendi. Polisler eşliğinde arkadaşım apar topar acil servisin dışına atıldı. Ağrım daha da arttı.
Sonunda kendimi perdeyle ayrılmış bir bölmenin içinde buldum.
Burada, aynı doktor muayenemi yaparken ağrının olduğu yere defalarca bastırıp “Burası mı? Ama bir şey olsa, buraya bastırsam duramazsınız!” dedi. Zaten ağrıdan yerimde duramadığım çıkardığım garip seslerden belliydi.
Zorla, nefes bile alamadığımı söyledim ve kendisini apandisit ihtimaline karşı bilgilendirdim!
Doktor beni herhangi bir dizi, klip ya da televizyon programından tanımıyordu. Dolayısıyla benimle kurmaya çalıştığı diyalog, ünlü oyuncununkinden farklı oldu:
“Siz kimsiniz? Nesiniz? Nerenizin ağrıdığını neden söylemiyorsunuz? Neler içiyorsunuz siz?”
Ses git gide uzaklaştı… Sadece etrafımdaki başka insanların inlemeleri kaldı.
Derken hemşire geldi. Ok atma yarışmasında birincilik ödülü almış bir edayla; koluma alkollü pamuk sürmeden iğneyi batırıp kanımı aldı.
Hemen arkasından yanıma bir polis yanaştı. Ve sorular başladı. Soruların tamamı alkol, uyuşturucu, hap ve benzer maddelerle alakalıydı. Sadece bir kadeh rakı içtiğimi, saydığı maddelerin hiçbirini kullanmadığımı söyledim. Ama kendisini inandırmakta zorlandım. Çünkü gençtim ve gece yarısı acil servise gelmiştim.
Sonra tekrar içeri girmeyi başarmış arkadaşım elinde idrar tahlili için kap ve yaptırılması gereken testlerle ilgili dokümanlarla geldi.
Artık burada daha fazla kalamazdım. Arkadaşımla birlikte apar topar hastaneyi terk ettik.
Ağrım mı? Polisle konuşurken mucizevî bir şekilde geçmişti. Çünkü meğer ölümcül ağrımın nedeni gaz sancısından ibaretmiş!
Peki ya acılar içinde kıvranan diğerleri?
Onlar da mı hep birlikte gaz sancısı çekmekteydi? Bu yüzden mi onlara yapılan müdahaleler de gecikmekteydi? Bu gecikmelerden çıkabilecek ağır faturaların bedelini kim ödeyecekti?
Doktor mu? Devlet mi? Oradaki ünlü mü? Yoksa talih kuşu mu?

Yorum yazın