Hükümetle PKK arasındaki çözüm sürecinin ve ateşkesin sona ermesi binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve toplumsal yıkımların yaşanmasına yol açmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay yayınlanan Barış Vakfı’nın raporunda, Genelkurmay Başkanlığı ve KCK tarafından açıklanan sayılar yer alıyor. Raporda Genelkurmay’ın 10 Mart 2016 tarihi itibariyle yaptığı açıklamalarda sadece Sur, Cizre ve İdil’de bin 76 örgüt üyesinin hayatını kaybettiği bildirilirken, KCK açıklamalarında sadece geçtiğimiz Temmuz’dan Aralık sonuna kadar bin 818 asker ve polisin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Öte yandan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün geçtiğimiz Aralık ayında İçişleri Bakanlığı’na sunduğu rapora göre sokağa çıkma yasaklarından 1 milyon 300 bin insan etkilenirken 100 bine yakın kişi de evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Peki çözüm sürecine dönmek mümkün mü? Hangi etkenler sorunun çözülmesinin önünde engel teşkil ediyor? Bu soruların yanıtlarını Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun ve İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Can Cemgil ile konuştuk.
Vahap Coşkun’a göre; çözüm sürecine geri dönmek her zaman mümkün, ama bunun için tarafların hem iç hem dış politikada yeni bir mutabakata varmalarına ihtiyaç var. Suriye’de işler rayına oturmadan çözüm sürecine yeniden başlanması zor görünüyor. Coşkun, çözüm sürecine dönülmesi için PKK’nin Türkiye’de silahlı mücadeleyi durdurduğunu ilan ederek mensuplarını sınır dışına çekmesi ve Rojava konusunda tarafların uzlaşarak belirli bir noktaya gelmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Can Cemgil de mevcut koşullar altında çözüm sürecine geri dönmenin mümkün olamayacağını düşünüyor. Cemgil, tarihsel gelişmelerin tekrarlanabilir olduğunu varsaymamak gerektiğini ve 90’lı yıllardaki ateşkes süreçlerinin, Oslo görüşmelerinin ve nihayetinde çözüm sürecinin farklı aktörlerle ve değişen koşullarla gerçekleştiğini hatırlatıyor. Bugün ise tarafların aldığı pozisyonlar ve konjonktürel gelişmeler böyle bir gelişmenin yaşanmasını engelliyor. Çünkü taraflar birbirlerini kilitlemiş durumda: Erdoğan şahsında devlet hiçbir şekilde geri adım atmayacak gibi görünüyor. Cemgil de çözüm sürecinin kapısını PKK militanlarının Türkiye dışına çekilmesinin aralayabileceğini düşünüyor.
Hem Vahap Coşkun hem de Can Cemgil çözüm sürecine geri dönüşü Suriye’deki gelişmelerin belirleyeceği noktasında hemfikir. Coşkun, PYD’nin federal bir Suriye’yi kabul ettiğini; ama Esad rejiminin buna müsaade etmeyeceğini açıkladığını hatırlatıyor. Öte yandan Suriye’nin kuzeyinde Irak Kürdistan’ı gibi bir yapının kurulması durumunda bu yapının varlığını devam ettirmesi için Türkiye’yle sağlıklı ilişkiler kurması şart. Coşkun, bu bağlamda Rojava yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin Türkiye’nin de sınırını güvence altına almasına katkı sağlayacağını ileri sürüyor. Fakat uluslararası raporlarda Rojava’da tek parti ideolojisinin dayatıldığının belirtildiğini söyleyen Vahap Coşkun’a göre PYD’nin kendi içinde demokratikleşmesi ve Türkiye’ye dönük bir tehlike oluşturmadığı algısını yaratması gerekiyor. Nihayetinde Türkiye dış politikası ile Rojava iç politikasının çatışmayı dışlayarak ve işbirliği üzerinden yenilenmesi, yeni bir açılım yaratacak nitelikte.
Can Cemgil, Türkiye ile PYD arasındaki ilişkilerin çok boyutlu olduğu ve Türk-Amerikan ilişkilerinin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) iç siyasi konjonktürünün, Türkiye-IKBY ilişkilerinin ve IKBY-Rojava ilişkilerinin bütün bu süreci etkilediği kanaatinde. Yakın geçmişe dönerek, “Her şey yolunda giderken” diyor Cemgil ve ekliyor: “PKK kendisini tasfiye ederek PYD’nin içinde konumlansın, Türkiye’nin de eli rahatlasın ve çözüm sürecine devam edilsin diyebiliyorduk. Ama şimdi Hükümet en resmi ağızlardan YPG’yi ve PYD’yi terör örgütü ilan etmiş durumda. Türkiye’nin 2012 yılındaki Suriye muhalefetiyle PYD’nin rejime karşı ortak mücadelesini öngören politikası zamanında mümkündü, ancak Suriye muhalefetinin gelecekte bir Arap Cumhuriyeti kurmak konusunda ısrarcı olması, PYD’yi de kendi yolunu çizmeye yöneltti”.
Cemgil, IKBY’de siyaset yapan Goran Hareketi ile Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) ittifak girişimi olduğuna, KCK’ye yakınlığıyla bilinen PÇDK’nin de bu arayışa dahil olabileceğine ve Türkiye’nin de desteklediği Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’nin (PDK) güç kaybedebileceğine işaret ediyor.
Bu durum IKBY’nin Rojava’yla daha iyi ilişkiler kurmasına yol açabilir. Öte yandan PYD’nin meşruiyetini esas olarak IŞİD’e karşı verdiği mücadeleden türettiğini de belirten Can Cemgil IŞİD’in kalıcı olmadığını söylüyor. IŞİD’in Irak’taki merkezi Felluce’ye ve Suriye’deki merkezi Rakka’ya dönük harekatların sonuçlarını beklemek gerekiyor. Sonuç olarak Rojava’nın geleceği merkezi Suriye yönetiminden değil, Türkiye ile kuracağı ilişkilerden geçiyor.
Kürt sorununun Orta Doğulu niteliğinin yanısıra, iç politikada da milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı ve HDP’li milletvekillerinin siyasi söylemlerinden dolayı yargılanması bekleniyor. Vahap Coşkun dokunulmazlıkların kaldırılmasının hem hukuki hem de siyasi bir yanlış olduğu fikrinde. Anayasaya ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı davranılarak hukuki yanlışa düşülürken, siyasi temsil riske sokularak siyasi bir hata da yapılıyor. Türkiye’de siyasetin kendi kaderini yargıya teslim ettiğini belirten Coşkun’a göre; devlet, PKK’yle mücadele ederken hem sahada hem de psikolojik olarak üstünlük sağladığını düşünüyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması da bu üstünlük düşüncesinin mümkün olduğunca fazla şekilde kullanılmak istendiğinin bir göstergesi.
Sonuç olarak, Türkiye’nin içerideki Kürt sorunu, sınırlarındaki Kürtlerin statü arayışıyla iç içe geçmiş durumda ve bu düğüm çözülmeden çözüm sürecine dönüş mümkün görünmüyor. İç politikada ise Kürt sorunu siyasi niteliğinden arındırılarak yeniden güvenlik ve terör bağlamında değerlendiriliyor. Böylece barışçıl ve demokratik çözüm arayışının yolları açılamıyor.