Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Cumhuriyetgazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a ait “günlükler” ve notlar dün (16 Mart 2009) Tempo24haber sitesinde yayınlandı. Yayınlanan günlükte, Balbay’ın da katıldığı bazı toplantılarda üst düzey komutanlarla bazı gazetecilerin muhtemel bir darbe üzerine sohbet ettikleri ortaya çıktı. Çoğu askeri tesislerde yapılan ve günü saati özenle not edilen bu toplantılara ait tutanakların, daha önce yayınlanan “Sarıkız” ve “Ayışığı” kod adlı darbe planlarıyla paralellik arzettiği görüldü. Balbay’ın dışında Emin Çölaşan ve isimleri zikredilmeyen başka gazetecilerin de bulunduğu anlaşılan notlarda gazetecilerin bir müdahale için komutanlara yol gösterdiği, komutanların da muhtemel darbe için basının desteğini talep ettiği yer aldı.
Mehmet Yılmaz: “Balbay’ınki gazeteci ilişkisi değil”
Haberi yayınlayan Tempo24’ünbağlı olduğu Doğan Burda’nın İcra Kurulu Başkanı Mehmet Y. Yılmaz, NTV’de konuk olduğu Can Dündar’ın proğramında, “Okunduğu zaman görülecektir ki bu bir gazetecilik faaliyeti sayılabilir ama gazetecilik faaliyetinin ötesinde de farklı bir ilişkinin varlığını da ortaya koyuyor. Balbay, böyle bir darbe planının içinde olsaydı bu şekilde günlük tutmazdı, kişisel olarak inancım bu. Ancak şöyle bir durum var ki, bulunduğu toplantılarda şahit olduğu şeylerin önemli bir bölümünü de yazmadı gazetesinde. Bir gazeteci olarak o tür toplantılarda bulunduğunuzda bunu bir şekilde yazmanız gerekir” dedi.
Aynı programda Cumhuriyetgazetesi yazarı Ali Sirmen ise soruşturmanın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğine vurgu yaparak, “Hukuk devletinde gizli olan soruşturmanın gizliliğine riayet edilir. Türkiye’de gizliliğe riayet edilmemektedir. Günlükleri sızdıranlar ve yayınlayanlar hapis cezasıyla cezalandırılacak bir suç işlemişlerdir. Ayrıca meslek etiğine fevkalade aykırı davranmışlardır. Bütün bunlar benim kabul edemeyeceğim şeyler. Bir gazetecinin her şahit olduğunu yazması diye bir kural mı var? Hayret ve dehşet içinde izliyorum yaşananları” eleştirisinde bulundu.
Habercilik mi, soruşturmanın gizliliği mi ihlal edildi?
Düne kadar Balbay’ın notlarının tutuklama nedeni sayılıp sayılmayacağı tartışılıyordu ama notların içeriği bilinmiyordu. Ortaya çıkan bu yeni gelişme sadece Ergenekon davasına değil gazeteciliğin gidişatına da yeni anlamlar yükledi. Balbay’ın konuşmalarının içeriğine bakıldığında ortada gazeteci ve haber kaynağı arasında olması gerekenden çok öte bir durum sergilendiği görüldü. Gazetecilik etiği dışında sorgulanması gereken bir diğer konu ise kimi zaman dinlenen telefon görüşmelerinin deşifrelerinin tam sayfa metinler halinde basına servis edilmesi kimi zaman da bu son olayda görüldüğü gibi yürütülmekte olan ve gizlilik kararı verilen bir soruşturmayla belgelerin sızdırılmasının gazetecilik açısından ne kadar doğru olduğuydu. Gazeteciler ve akademisyenlerden bu sorularımızın yanıtını almaya çalıştık.
Bu olayda birinci nokta gazetecileri hukukçu gibi görmemek gerekliliğidir. Gazeteciler özellikle de mahkemeler adına devlet, adına görev yapan hakim savcılar ölçüsünde legalist olamazlar. Çünkü onların meselesi kamuoyuyla ilgili. Tek tek bütün haberler üzerinden konuşmak gerek ama bir haber kamusal olarak çok önemliyse gazetecilerden bir savcı ya da hakim davranışı beklenemez. Dolayısıyla da bunlar hep olacak. Soruşturmanın gizliliğine rağmen bir takım haberleri hep duyacağız. Gazeteciliğin doğasından gelir bu. Buradaki ölçüt habere konu olan kişinin özel hayatının ortaya serilip serilmemesi olmalıdır. Öyle ise zaten savunacak bir şey yok. Ama dediğim gibi bu olaydaki ve benzerlerindeki ölçüt biz yurttaşları ilgilendirip ilgilendirmediği olmalı. Soruşturmada gizlilik ihlal edilmesine rağmen yayın yapmak kısmı da elbette önemli ama dediğim gibi gazeteciden hakim savcı davranışı beklenmez.
Bu olayla ilgili Mustafa Balbay savunmasında yaptığının gazetecilik faaliyeti olduğunu ileride kitap yazmak üzere tutulmuş notlar olduğun söylüyor. O zaman da bunların gerçekten haber yapmak üzere tutulan notlar olup olmadığına bakmak gerek. Haberi yayınlayan Tempo24 sitasinin yayın yönetmeni Doğan Akın, katıldığı bir televizyon proğramında, “Biz bunların gazetecilik amacıyla, haber yapmak üzere tutulmuş notlar olduğunu düşünmedik. O tür notlar vardı ve onları ayıkladık” dedi. Dolayısıyla bu notlar ileride haber yazmak üzere tutulduğuna inanmak için ortada neden yok. Zaten elinde bazı generallerin Türkiye’de darbe planladığına ilişkin notlar var, “O zaman bunu neden yazmıyorsun” diye sorarlar. Bunun gazetecilik faaiyeti olmadığı buradan belli. Eğer gazeteciysen haberini yaparsın. Bu gazetecilk faaliyeti değil baska bir şey .
Ragıp Duran (Gazeteci):
Gazetecilik açısından bakıldığında herhangi bir haberci böylesine önemli bilgilere ulaşma imkanına sahip olduğu zaman bunu ileride kitap yapacağım, not olarak saklıyorum şeklinde savunmaya giremez. Evet gazetecinin görevidir. Herkesle görüşür. Darbe yapmak isteyenlerle de sivillerle de görüşür ama aldığı bilgiyi medyası aracılığıyla kamuya iletmek üzere iş yapar. Burada meslektaşımızın işleri bu şekilde yapmadığını görüyoruz. Öte yandan gazeteci darbe yanlısı olmaz. Gazeteci şiddetten, gayri yasal yollara bulaşmaktan, meşru zemine karşı durmaktan kesinlikle uzak durmalıdır. Üstelik burada Mustafa Balbay bir gazeteci, muhabirlik yapan bir gazeteci işlevi yerine darbe yanlısı bir fikri oluşuma katkı sunan biri olarak görünüyor. Yani buradaki gazeteciler sosyal, siyasal, askeri olaylarda aktör ya da yan aktör olarak yer almış. Hem de bunlar gazetecilik ya da habercilik işi değil. Zaten Şener Eruygur da yapılan toplantıya herkesi çağırmıyor. Yani gazecilik faaliyeti çerçevesinde bir basın toplantısı değil gizli toplantıdır bu. Gazeteci kimliğiyle belli ki orada bulunmuyor. Gereken gazetecilik kıstası bu toplatının teşhirini gerektirir. Çünkü önemli bir haberdir, demokrasi karşıtıdır. Burada bir sorun var. İkinci açıdan bakarsak soruşturmanın gizliliği ilkesi özellikle de mahkeme tarafından suç saptanana kadar herkesin suçsuz olduğu ilkesi çiğneniyor. Yapılan yayınlardan sonra Balbay kamuoyunda darbe yanlısı bir suçlu olarak görülüyor. Eğer öyleyse bu yayının mahkeme kararıyla birlikte olması gerekir. Öte yandan askeri ya da sivil bir takım iktidar odaklarıyla kimi komplolara katılan ilk ve tek gazeteci Balbay da değlidir. Bugünkü siyasi iktidarla birlikte, onların yetkilileriyle katıldıkları toplantıların her bir ayrıntısını tüm gazetecilerin yazmadığını da biliyoruz. Ama burada Balbay’ın yanısıra gazetecilik mesleği ağır bir darbe almıştır. O bakımdan gazetecinin tüm iktidar odaklarıyla ilişkileri konusunda eşit mesafede durup sadece habercilik yapması gerekliliği ortaya çıkıyor.
Mustafa Balbay’ın günlükleri, zannediyorum ”gazetecilik” faaliyetinin dışına çıkan bir ilişkiler bütününü ima ediyor. Şayet bu günlükler Balbay’a aitse ve otantik olduğu kesin ise, gazeteci kimliğinden bağımsız bir biçimde darbe hazırlıklarının içinde bulunulduğu, bizzat katılım sağlandığı görülüyor. Demokratik bir ülkede, anayasamıza göre darbe planlamak bir suçtur. Bu suça iştirak etmek, kişilerin mesleklerinden bağımsız bir durumdur. Suça iştirak gazetecilik tanımının dışında kalmaktadır. Mustafa Balbay da savcılığın bu suçlamasıyla gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Tartışma artık bu noktadan sonra kişinin mesleğinin imkan ve alanlarının saptanması tartışması değil, Balbay’ın bu ilişkiler ağındaki rolünün mahkemece nasıl değerlendirileceğidir. İkinci olarak, süregiden Ergenekon soruşturması hakkında ve soruşturmada adı geçen veya ilgisi olduğu düşünülen şahıs ve olaylar hakkında bilgi akışının hangi gazetecilik ilkeleriyle tüketilmesi gerektiği önemli bir sorundur. Şahsi görüşüme göre, basın, kendisine ulaşan her haberi kullanma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bu özgürlüğün kullanımında tabii ki belli ilkeler söz konusudur. Özel yaşama giren, kişileri yaralayacak, küçük düşürecek, yasal olmayan yollardan dinleme veya başka yöntemlerle elde edilmiş bilgilerin kullanılmasını şahsen doğru bulmuyorum. Ancak bilginin okura ulaşmasında ulusal çıkar, devlet güvenliği, milli onur ve hassasiyetler gibi konjonktürel olarak anlamları taban tabana değişebilecek; muğlak ölçülerle gazetecilik yapılabileceğini de düşünmüyorum. Gazeteciler bağımsız olmalı, haberlerini tam bir bağımsızlıkla hazırlayabilmelidirler. Soruşturma hakkında basına bilgi sızması basının mesuliyet alanında değildir. Bilgi sızdıranlar ve bu bilgiyi haberleştirenlerin aynı şekilde değerlendirilmesi doğru değildir.
Esra Arsan (Akademisyen):
Bu olayla Türkiye’deki gazeteciliğin genel karakteristiğini açıkça görmek mümkün. Türkiye’de geleneksel olarak gazeteciliğe baktığımızda, gazetecilerin kendilerini politik bir aktör olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Anglosakson dünyadan ve Batı Avrupa’dan farklı olarak Türkiye’de gazeteci, olgulardan hareket ederek insanlara bilgi veren, onları uyaran, eğlendiren, demokratik katılım yönünde harekete geçiren bir aktör olmanın ötesinde, kendisini siyasal olayları belli bir noktaya doğru çeken, hükümet kuran, hükümet deviren, gerekli gördüğünde askeri darbe yaptıran bir güç olarak görüyor. Bunu sadece Mustafa Balbay ile ilgili olarak söylemiyorum. Türkiye gazeteciliğine Osmanlı’dan bu yana baktığımız zaman, hep bir siyasal olayların göbeğinde olmak var. Dikkat ederseniz gazeteciler zaman zaman milletvekili seçilirler, partilerden aday olurlar, parti başkanlıklarına, gün gelir belediye başkanlığına aday olurlar. Gazeteci kendisini sadece olayların tanıklığını yapan, olayları araştıran, olayları ve olguları eleştirel gözle insanlara aktaran bir aktör olarak konumlamıyor. Olayları yaratan aktör olarak konumluyor. Bu bizim hastalıklı gazetecilik anlayışımız. Profesyonelleşememiş, örgütlenememiş, kendi konumunu tam olarak oturtamamış bir gazetecilik. İşiniz habercilik iken, paşalarla darbe tezgahlar veya hocalarla cemaatçilik yaparsanız, maalesef sonunda sansasyon malzemesi de olabiliyorsunuz. Balbay örneğiyle gördüğümüz gazetecilik rolünün aşılıp, olayların yönlendiricisi konumuna gelinmesi, Türkiye’de gazeteciliğin ne kadar profesyonelleşmediğini, Türkiye’de gazetecilerin kendi rollerini ne kadar yanlış tarif ettiklerini gösteren iyi ama acı bir örnek. Çünkü bu yapılan gazetecilik değil. Hem Ergenekon hem de Deniz Feneri davalarının seçim arifesinde iki tarafın kendilerini haklı çıkarmak için amacıyla kullandıkları birer silaha dönüşmüş olmasını da çok tehlikeli buluyorum.
Ankara basınından bir gazeteci, Ankara siyaset aleminin en önemli aktörlerinden biri olan askerle de görüşürür. Eğer görüşmezse mesleğini yerine getirmemiş olur. Çünkü teorik bir ülkede değil Türkiye’de yaşıyoruz. Danimarkalı gazeteciler, Genelkurmay’la ya da generallerle konuşmayı gereksiz bulabilir ama okuyucularına Türkiye’nin dengelerini en iyi şekilde yansıtmak isteyen muhabirlerin mutlaka bütün haber kaynaklarıyla görüşmesi gerekmektedir. Ben bütün kitaplarımda, bütün gazetecilik hayatımda siyasetçilerle ya da siyasete yakın pozisyonda bulunan insanlarla kurulan ilişkilerde, -buna askerler de giriyor- bunun özellikle önemli olduğu kanısındayım. Bunun sivil kesimli örneklerini de görüyoruz. Örneğin, Başbakan’ın uçağına binen birtakım insanlar Başbakan’a “Şöyle yapsanız çok iyi olur, böyle yapsanız çok iyi olur” gibi gazetecilik rolünü aşan birtakım şeyler söyleyebiliyorlar. Ancak, gazetecilik bir temas mesleği olduğu kadar bir de mesafe mesleğidir. Gazeteci yönlendirici olmaz. Eğer Mustafa Balbay sınırı aşmış ise, elbette gazetecilik açısından eleştirilmesi gerekmektedir. Ben genel prensibi tekrar etmekle yetineyim. Gazeteci ile haber kaynağı arasında saygılı bir mesafe bulunmalıdır. Gazetenin görevi haber kaynağına ne yapacağına önermek değil, yaptıklarıyla ilgili sorular sormaktır.
Ortada devam eden bir soruşturma varken, Mustafa Balbay’ın günlüklerinin basına sızdırılması gibi olaylar, epey zamandır devam ediyor ve bir türlü de önlenemiyor. Çünkü belli ki burada sadece bir hukuk davası değil, aynı zamanda siyasi bir çekişme söz konusudur. Ne yazık ki, Ergenekon davası siyasi bir içerik edinmiş ve siyasi bir olaymış gibi halka sunuluyor. Siyasi liderler, bunun siyasi bir olaymış gibi değerlendirilmesine yol açacak beyanlarda bulunuyorlar. Bu arada, Türkiye’nin gideceği yönle ilgili etkileyici olmak isteyen açık bir takım çevreler Ergenekon’u psikolojik savaşlarına aracı olarak kullanıyorlar. Bu hem yanlış, hem de tehlikelidir. Yanlış çünkü, soruşturmanın gizliliği esastır. İkinci iddianame, hala dava iddianamesi haline gelmedi. O noktaya kadar bunların yayımlanması doğru değildir. İkincisi, bunlar acaba ne derece tıraşlanarak, ne gibi ellerden geçerek basına sızdırıldı? Bunlar belirli bir kurgu sürecinden geçirilerek basına sızdırılıyor. O yüzden, belgelerin gerçek içeriğini yansıtıp yansıtmadıkları konusunda emin olamıyoruz. Bu konularda yargının işlemesinin fevkalade zor olduğu kanısındayım. Silivri’deki yargıçların işini zorlaştırıyor bu tür bölük pörçük sızdırmalar.