Alper Görmüş
agormus@medyakronik.com
Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk’un gözaltına alındığı gün yayımlanan yazısı şu cümlelerle bitiyordu:
“Başbakanın dengesizliği ortalığı allak bullak ediyor, sapla saman birbirine karışıyor, siyasetin karnı neredeyse burnuna değecek, hamilelik sancıları bir şeylere gebeliği pompalıyor… Evet, bu gidişle bir şeyler olacak… RTE 14’üncü Louis gibi ‘devlet benim’ dedikçe Türkiye’nin dengeye girmesi, ortalığın sakinleşmesi ve normalleşmesi olanaksız… Ya RTE anayasaya ve yargıya ‘sokaktaki adam’ gibi saygı gösterecek… Ya da 14’üncü Louis olmadığını RTE’ye anımsatacak ve öğretecek bir hesaplaşmaya hazırlıklı olalım… Aklın bir başka yolu yok…”
Yazıda geçen “hesaplaşma”, televizyonlarda bugünün (21 Mart) en çok rağbet edilen sözcüğü… Bu tespiti yapanlar, hesaplaşmanın araçları olarak da Ergenekon soruşturması ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılma girişimini gösteriyorlar.
Ergenekon soruşturması kapsamında bugün gözaltına alınan gazeteci İlhan Selçuk’un böyle bir suç girişimiyle nasıl bir ilişkisinin olabileceği soruluyor şaşkınlıkla. Tasarrufun sahibi Cumhuriyet savcılarının ellerinde bu yönde ne gibi delillerin bulunduğunu bilmiyoruz, yarından itibaren belki bir kısmını öğrenebiliriz.
Dediğim gibi, İlhan Selçuk’un Ergenekon çetesiyle ilgisi konusunda herhangi bir spekülasyon yapmam mümkün değil, fakat şunu güvenle söyleyebilirim: Cumhuriyet, bu operasyonla ilgili haberlere “soğuk” bakan bir gazete olageldi ve bu soğukluğunu kendi bahçesine atılan bombaların “Ergenekon” menşe’li olduğunun ortaya çıkmasından sonra da sürdürdü. Bugün burada sözünü ettiğim bu süreci özetlemek istiyorum.
Cumhuriyet’e bomba….
Cumhuriyet gazetesinin Şişli’deki binası, birincisi 5 Mayıs 2006’da olmak üzere altı gün içinde tam üç kez bombalandı; saldırılarda birer el bombası kullanılmıştı.
Cumhuriyet, 10 gün boyunca eylemi “laikliğe saldırı”, “şeriatçı terör” çerçevesinde ele aldı. 14 Mayıs tarihli Cumhuriyet’te manşetten girilen bir “haber” ise bu çizgide sadece bir günlüğüne derin bir kırılmanın ortaya çıktığını gösterir nitelikteydi.
“Derin soruşturma” manşeti aslında tipik bir haber değildi, basbayağı bir yorumdu. Birçok okurun muhtemelen “teknik bir polis soruşturması haberi” sanıp geçtiği haber-analiz aslında şaşırtıcı değerlendirmeler içeriyor, olayın muhtemel dış bağlantılarına ve “emperyalist güçler”in inisiyatifine dikkat çekiyordu. Gazetenin içinde her gün yüzlerce “irticanın laikliğe saldırısı” mesajları yayımlanırken manşette çıkan bu değerlendirme gerçekten de çok ilginçti. Sanki okurlara “O kadar da gaza gelmeyin, sizin bilmediğiniz ama bizim bildiğimiz bazı şeyler var” demeye getiren bir manşetti bu. Şöyle deniyordu manşette:
“Cumhuriyet’e yönelik saldırıların ardındaki giz perdesi henüz aralanamadı. Cumhuriyet gazete olma özelliğinin ötesinde rejim açısından ‘sembol’ olma niteliğini de taşıyor. Türkiye’nin bölge açısından önemi düşünüldüğünde, Cumhuriyet’in bölgedeki gelişmeler konusunda ulusalcı çizgisini koruması ve direncinin bazı çevrelerde rahatsızlık yarattığı da biliniyor. Cumhuriyet’e yönelik saldırılarla, gazete üzerinden Türkiye’de bir kaotik ortamın yaratılmak mı istendiği sorusu da öne çıkıyor.
“Saldırılarla Cumhuriyet’in ürettiği ve üreteceği politikaların engellenmesi, bu yolla sağduyudan uzaklaştırarak bir ‘kavga ortamına’ çekilme çabasına girişilmiş olabileceği de değerlendirilen konular arasında yer alıyor. Cumhuriyet’in bir kavga ortamına çekilmesini isteyen güçlerin bu yolla, Türkiye’nin bölgesel politikalarını da etkilemek istediği söz konusu olabilir.
“Cumhuriyet’in emperyalist güçlere ve ülkelere yönelik izlediği politikanın bu çevrelerde rahatsızlık yarattığı biliniyor. Bu nedenle gazetenin saldırılarla bu gündeminden uzaklaştırılarak, farklı bir yöne çekilmesi girişiminin de olabileceği uzmanlarca düşünülüyor. Bu görüşü dile getiren kaynaklar, saldırıların ucunun dışarıya kadar sarkabileceğine işaret ediyorlar. Ancak saldırganlar özelinde düşünüldüğünde bunların yurtiçindeki örgüt üyeleri olabileceği değerlendiriliyor. Bu durumda, ‘bombayı atanlar’ ile attıranların farklı orijinli olması kesin gibi görünüyor.” (Cumhuriyet, 14 Mayıs).
Yani şunu diyordu Cumhuriyet bize: Bombayı atanlar “dinci” olabilir ama attıranların “emperyalistler” olduğu muhakkak…
Danıştay’a saldırı ve Ergenekon soruşturması
17 Mayıs’ta Danıştay’a karşı gerçekleştirilen silahlı eylemle birlikte Cumhuriyet’teki “kırılma” da sona erdi. “Danıştay’a türban kararı için saldırdım” diyen Alparslan Arslan’ın Cumhuriyet’e atılan bombaların da sorumlusu olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte gazete eski “şeriatçı saldırı” çizgisine döndü.
Aylar sonra, polisin Ümraniye’de bir eve yaptığı baskında ele geçirdiği 27 adet el bombasının izini sürerek yürüttüğü Ergenekon soruşturması Cumhuriyet’e bomba, Danıştay saldırısı ve Ergenekon çetesi arasında bağlar olduğunu ortaya koydu. En önemli nokta, Ümraniye’deki evde ele geçirilen 30’luk el bombası sandığındaki üç eksiğin Cumhuriyet’e atılan bombalar olduğunun ortaya çıkmasıydı. Polisin yürüttüğü soruşturma belli bir olgunluğa ulaştığında, 22 Ocak’ta aralarında eski tümgeneral Veli Küçük’ün de bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Gazeteler 23 Ocak’ta “büyük operasyon”u manşetlerinden ya da sürmanşetlerinden duyurdu. Haber, bütün gazetelerde en önemli arka plan bilgisiyle, yani Cumhuriyet’e atılan bombalarla “Ergenekon bombaları”nın aynı seri numarasını taşıdığı bilgisiyle verilmişti. Biri hariç: Cumhuriyet.
Sabah gazetesi yazarı Umur Talu şöyle yazmıştı o günlerde:
“’Kadim’ Cumhuriyet gazetesi, birçoğumuza gazetecilik okulu olmuş, çok sese çatı olmuş, yüzlerce okurunu sırf kolunda o gazete var diye faşist ve çeteci cinayetlere, devlet işkencelerine kurban vermiş… Daha da ötesi, Uğur Mumcu’ sunu, Ahmet Taner Kışlalı’sını, Muammer Aksoy ile Bahriye Üçok’u bombalara parça parça vermiş bir cumhuriyet Cumhuriyet’i, kendi bahçesine atılan bombanın esas manasını sorgulamamayı, esas manasını inkârı tercih edivermiş. Bu nasıl bir şey!”
Ergenekon soruşturması konusuna köşesinde hiç girmeyen İlhan Selçuk ise bu tutumunu bir günlüğüne bozmuş, kendisine “neden?” diye soranlara, asıl önemli olanın El Kaide olduğunu (o sıralarda Malatya’da polis El Kaide üyesi olduğunu iddia ettiği bazı kişileri gözaltına almıştı) söylemekle yetinmişti.
Cumhuriyet’in, Danıştay saldırısı davasının karar duruşmasından sonraki yayını da gene bu çizginin devamı niteliğindeydi. Gazete, müebbet hapis cezasına çarptırılan Alparslan Arslan’ın duruşmadan sonraki “şeriat” çağrılarını öne çıkarmış, fakat bu kişinin açık Ergenekon bağlantılarından gene hiç söz etmemişti.
Şöyle bağlayalım: Cumhuriyet, bu süreç boyunca hakikatin peşinde bir gazete görüntüsü vermedi. Tam tersine, haber gizleme gibi açık gazetecilik ihlallerini de işin içine katarak okurlarını yanılttı.
Bilmiyorum söylemeye gerek var mı: Bir suç girişimini görmezlikten gelmek, o suç girişiminin faal bir üyesi olmak anlamına gelmez. Bu görmezden gelme, doğrudan doğruya kimi ideolojik tercihlerimizle ilgili olabilir.