Ahmet Şık
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel (LGBTT) vatandaşlara uygulanan şiddetle ilgili Türkiye raporunu açıkladı. Raporda, LGBTT’lere yönelik şiddet ve baskıların Türkiye’nin herkes için eşitlik ve insan hakları sağlama konusundaki adanmışlığına gölge düşürdüğü belirtilerek, “Eşcinsel erkekler ile travesti ve transseksüeller dayak, soygun, polis tacizi ve ölüm tehdidiyle karşılaşıyor. Lezbiyen ve biseksüel kadınlar ailelerinden fiziksel ve psikolojik şiddet görüyor. LGBTT çevrelere uygulanan şiddet söz konusu olduğunda yetkililer çoğu kez ya hiç tepki vermiyor ya da yetersiz tepki veriyor” denildi.
“İstismar, şiddet ve taciz gündelik ve yaygın”
HRW’den Juliana Cano Nieto ve Scott Long tarafından 3 yılda hazırlanan, “Kurtuluşumuz İçin Bize Bir Yasa Gerek: Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik ve İnsan Hakları” başlıklı rapor için İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere farklı kentlerde yaşayan ve çeşitli şiddet ve baskılara maruz kalmış 70 kişiyle görüşüldü. “Türkiye’de birçok LGBTT vatandaş utanç duygusuyla felç olmuş durumda, korku dolu hayatlar sürüyor” denilen raporda, yapılan reformlara rağmen istismar, şiddet ve tacizin gündelik bir olgu haline geldiği belirtildi. Özellikle polis kaynaklı şiddetin devam etmesine karşın devlet otoriteleri ile hakim ve savcılarca bu tür suçların göz ardı edildiği anlatılan raporda, mağdurlarla yapılan görüşmelere de yer verildi. HRW’nin görüştüğü travesti ve transseksüel ile çoğu eşcinsel erkeğin cinsel yönelimleri veya toplumsal cinsiyet kimlikleri yüzünden şiddetli saldırılara maruz kaldığı vurgulanan raporda şu görüşlere yer veriliyor,
“Atılan dayaklar, kurbanlarıyla internet üzerinden buluşmak üzere sözleşen adamlar veya çetelerin yaptıkları soygunlar ve cinayet teşebbüsleri belgelenen taciz vakaları arasındaydı. Lezbiyen veya biseksüel kadınlar ailelerinin uyguladığı, çoğunlukla aşırı olan baskıdan bahsettiler. İçlerinden bazıları cinsel yönelimini ‘değiştirmek’ için psikolojik veya psikiyatrik ‘yardım’ almaya zorlanmışlardı. Birçoğu fiziksel şiddete de maruz kaldılar. Polis çözümün değil problemin parçasıdır.”.
Görünürlük şiddeti arttırdı
Avrupa Birliği (AB) adaylığı sürecinde yapılan kimi yasal reformların olumlu gelişmeler olduğu aktarılan raporda, 2005 yılında Türk Ceza Yasası’nda (TCY) yapılan değişiklikler sırasında cinsel yönelimlerin de dahil edildiği bir ayrımcılığı önleme yasası üzerinde çalışılmasına karşın, yasanın son halinde “cinsel yönelim” ibaresinin kaldırılmasının bir çelişki olduğu da vurgulandı. Türkiye’de sivil toplum hareketinin 10 yıl öncesine kıyasla daha özgür olduğu da belirtilen raporda LGBTT vatandaşların da, her ne kadar çeşitli baskılarla karşılaşsalar da Kaos-GL, Pembe Hayat ve Lambda İstanbul adlı dernekler vasıtasıyla örgütlenebilmelerinin olumlu gelişmeler olduğu belirtildi.
Raporda örgütlenmenin önemli olmasına karşılık, “görünür hale gelmenin” şiddeti beraberinde getirdiğine de yer veriliyor:
“LGBTT vatandaşların daha çok açığa çıkmaları kendilerini daha fazla tehlikeye atmak anlamına geldi. Eşcinsel erkelere karşı saldırılar hala polis tarafından sık sık teşvik ediliyor ve hatta bazen bizzat polis bu suçu işliyor. Lezbiyen kadınlar katı aile baskısına maruz kalıyor, polis şiddet uygulayanları görmezden geliyor. Travesti ve transeksüeller toplumsal damgalanma ve şiddete maruz kalıyor, askeri ve tıbbi alanda yoğun ayrımcılık yaşıyorlar. LGBTT gruplarının dernek kurma ve ifade özgürlüklerine ilişkin kapatma ve ceza davalarıyla kısıtlamalar halen sürüyor…”
Saldırı çok önlem yok
Raporda, eşcinsel erkeklerin çeteler ya da kişilerin şiddet ya da hırsızlık gibi saldırılarına maruz kaldıkları ancak polisin yeterli önlemi almadığı belirtildi. Polise yansıyan vakalarda genelde kurbanların suçlandığı ya da daha fazla istismara maruz kaldığı anlatıldı. Mahkemelerin de eşcinsel erkekleri öldüren sanıklara verilen cezalarda eşcinselliğin katilleri “kışkırttığı” gerekçesiyle indirime gidilmesi eleştirildi. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılarından Halil Yılmaz ile yapılan bir görüşmeye de yer verilen raporda, cinayetle sonuçlanan kimi vakalardan yola çıkan Yılmaz’ın, “Ülkemizde homoseksüel cinayetler ayrımcılıktan kaynaklanmıyor. Şiddet homoseksüellere karşı değil fakat homoseksüeller arasında” yargısını taşıdığı anlatıldı.
Lezbiyenlere baskı aileden
Rapora göre lezbiyen ve biseksüel kadınlar, özgür cinsel seçimler yapmalarını reddeden aile ve toplumsal çevrenin baskılarından çok çekiniyorlar. Yapılan görüşmelerde kadınların lezbiyen ya da biseksüel oldukları anlaşıldığında nefret ve sıklıkla da şiddete maruz kalarak kendi ev ortamlarında dışlandıkları vurgulanıyor. Mahkemelere yansıyan kimi vakalarda da kadınlar aykırı cinselliklerini ifade etmelerinden dolayı ailelerinin namusuna zarar vermiş sayılıyor ve şiddet uygulayıcılarına karşı hoşgörülü davranılıyor.
Travesti ve transeksüeller polisin insafına kalmış
Raporda travesti ve transeksüellerin Türkiye’de yaygın önyargılarla karşılaştığı belirtilerek herhangi bir işte çalışamadıkları için seks işçiliği yapmak zorunda kaldıklarına da yer veriliyor. Travesti ve transeksüellere uygulanan baskıların çok eskilere dayandığı belirtilen raporda 1980 askeri darbesinden sonra en ağır baskılarla karşılaşıldığı hatırlatıldı. 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Habitat zirvesi nedeniyle başlatılan “temizlik” kampanyası çerçevesinde Hortum lakabıyla tanınan polis amiri Süleyman Ulusoy’un işbaşına getirildiği ve onlarca travesti ve transeksüelin gözaltına alınarak işkenceden geçirildiği, yaşadıkları yerden sürgün edildikleri vurgulandı. Ceza kanununa göre seks işçiliğinin teşvik edilmesi suç olmasına rağmen genelevlerde vesikalı olarak çalışmanın yasal sayıldığı Türkiye’de travesti ve transeksüellerin genelevlerde çalışmalarının yasak olduğu anlatılan raporda, “Bu nedenle travesti ve transeksüeller polisin insafına kalmış bir şekilde sokaklarda seks işçiliği yapmak zorunda kalıyorlar. Keyfi bir şekilde gözaltına alınıyor, yüksek para cezaları uygulanıyor ve baskıcı tıbbi test tekniklerine maruz bırakılıyorlar. Bunların hepsi birden daimi bir aşağılanma oluşturuyor; “erkeklik” ve “kadınlık” normlarına uymamalarından duyulan tiksinti ise, karşılaştıkları tacizin yoğunluğunu artırıyor” denildi.
Ordunun tutumu aşağılayıcı
Eşcinselliğin hastalık olduğu inancı çoğu tıp çevresi tarafından reddedilmiş olsa da bu yaygın ve yanlış inanışın devam ettiğini vurgulayan rapor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni açıkça ihlal ederek, eşcinsel erkeklerin askere alınmasını “eşcinselliği bir hastalık olması” gerekçesiyle yasaklaması da eleştirildi. Buna rağmen birçok erkeğin, Türkiye’nin vicdani ret hakkını tanımaması nedeniyle askere gitmemek için kendilerini eşcinsel göstermek zorunda kalmasının da ironik olduğu anlatıldı. Raporda, kendilerini eşcinsel olarak gösteren erkeklerin de aşağılayıcı muayenelerden ve bazen cinsel yönelimlerini “kanıtlamak” için zorla anal testlerden geçirildiği hatta başvuranların bazen eşcinsel ilişki sırasında fotoğraf çektirmeye zorlandığından da söz edildi.
Örgütlenme hala sorun
Yapılan yasal iyileştirmelere karşın ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bir sorun olarak devam ettiği vurgulanan raporda, Lambda İstanbul, KAOS-GL ve Pembe Hayat derneklerinin “kamu ahlakını” koruyan yasalar çerçevesinde devlet tarafından sansürlenme veya kapatılma davalarıyla karşı karşıya kaldıklarına yer verildi. Bu tür sivil toplum kuruluşlarının kurulmasını düzenleyen Dernekler Kanunu’nun, LGBTT derneklerinin kurulmasını kısıtlayan açık bir hükmü olmadığı hatırlatılan raporda, “Buna rağmen, muğlak bir ifade olan ‘kamu ahlakı’ bu dernekler için büyük bir engel teşkil ediyor. Kuruluş evraklarında amaçları çok açık bir şekilde Türkiye’de yaşayan gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transseksüellere destek sağlamak olarak açıklanmış olmasına rağmen, KAOS-GL ve daha yakın bir zamanda Lambda İstanbul, yasal olmayan aktivitelerle uğraştıkları iddiasıyla basıldılar. Haklarında kapatma davaları açıldı. Türk devletinin bu tür icraatları uluslararası hukukun ihlali anlamına gelir” denildi.
“Türkiyeli lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellerin hayatları ve sağlıkları tehlikede” denilerek önyargı ve korkuların bir kenara atılmasının gerektiği vurgulanan raporda, “Çünkü Türkiye AB’ye girmek istiyor. AB ise kabul ettiği ülkelerde cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimlikleri esasında yapılan ayırımcılığın sona erdirilmesine verdiği önemi açık bir şekilde belirtti. Çünkü uluslararası insan hakları yasası ve insan onuruna saygı ile insan hakları sisteminin üzerinde kurulduğu eşitlik ilkeleri Türkiye’den bunu talep ediyor” denilerek Türkiye hükümetinin yerine getirmesi gereken öncelikler de şöyle sıralandı:
– LGBTT bireylerin eşit ve haklara sahip olmalarını sağlayacak net bir şekle ifade edilen anayasal ve yasal garantiler tesis edilmelidir. Hazırlıkları süren yeni anayasada cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılık açıkça yasaklanmalı ve buna paralel olarak kapsamlı ayrımcılık karşıtı bir ceza yasası çıkarılmalıdır.
– Polisin LGBTT vatandaşları taciz etmek, tutuklamak ve cezalandırmak için kullandığı “toplumsal ahlaka yönelik suçlar” gibi belirsiz ve genellemeci hükümler içeren çeşitli mevzuat yürürlükten kaldırılmalı ya da kapsamlı bir reforma tabi tutulmalıdır.
– TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nde, eşcinsellik hastalık ve engeller listesinden çıkarılmalı ve NATO’nun eşcinsel erkeklere askerliği yasaklayan tek ülkesi olan Türkiye’de eşcinsellerin orduda hizmet yasağı kaldırılmalıdır. Öte yandan askerlik hizmeti zorunlu kalmaya devam edecekse Türkiye hükümeti tüm erkekler için vicdani ret hakkını tanımalıdır.
– Ordunun eşcinselliği kanıtlamak için kullandığı aşağılayıcı ve bilimsel temeli olmayan muayeneleri kaldırılmalıdır.
Raporda, Adalet Bakanlığı Adli Tıp Birimi’nin Cinsel Şiddet Bölümü’nde bir süre çalışmış olan Profesör Şevki Sözen’in 2003 yılında yaptığı bir çalışmanın çarpıcı verilerine de yer verildi. Buna göre görüşülen gey ve lezbiyenlerin yüzde 37’si fiziksel, yüzde 28’i cinsel şiddete maruz kaldı. Travesti ve transeksüellerin de yüzde 89’u fiziksel yüzde 52’si cinsel şiddet gördü. Sözen’in verdiği bilgilere göre tüm bu olayların kurbanlarından sadece yüzde 42’si yardım isterken yüzde 26’sı polise başvurdu. Ancak polise başvuru yapanlardan altıda birden azı adalet sisteminin davalarıyla gerektiği gibi ilgilendiğini söyledi.