“Nijeryalı Festus Okey polis kurşunuyla can verdi”, “Hrant Dink’i son yolculuğuna uğurladık”,”Rahip Andrea öldürüldü”, “Türbanlı kadın işinden oldu”,”Engelli kadını otobüsten attılar”, “DTP konvoyu taşlandı”,”Travesti öldürüldü” başlıklarıyla duyurulan haberler sıradan bir gazete okurunun bile aşina olduğu konular. Bu haberlerin öznesi olan birbirinden farklı kimliklerdeki bu insanların hepsinin ortak özelliği ise “nefret suçu” kapsamında değerlendirilebilecek olayların kurban ya da mağduru olmaları. Benzer nice haberler gazetelerde yer almaya devam etse de, türkiye’de hâlâ nefret suçuna ilişkin kapsamlı bir yasal düzenleme yok. Oysa ki bu haberler sadece bireylere karşı işlenen suçu anlatmanın ötesinde, kimilerinin kendilerine benzemeyenlere ya da doğruluğu tartışmalı genel geçer kurallara aykırı yaşayanlara duyduğu öfkeyi de temsil ediyor. Farklı etnisite, kültür, cinsiyet ya da dinden insanları aynı çatı altında barındırmaya çalışan Türkiye’de, birbirine benzemeyen birçok sesin çıkması da oldukça normal. Fakat sadece başlıkları verilen ve yaşananların küçücük bir bölümünü yansıtan yukarıdaki örnekler bir tartışma ortamından öte bir savaş alanını anımsatıyor. Peki çözüm ne? Konuya kafa yoranların dile getirdiği ortak payda ise sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturup halkın bilinçlendirilmesi ve en önemlisi caydırıcı cezai hükümler içeren yasal düzenlemelerin yapılması.
Kapsamlı bir yasa yok
Uluslararası metinlere göre kişilerin ırk, renk, etnik köken, din, fiziksel veya zihinsel engel, cinsiyet ya da yaşından ötürü kendisine ya da mülküne yönelik saldırıların mağduru olması cezai bir yaptırım gerektiren eylem olmasınn yanısıra nefret suçu olarak da tanımlanıyor. Nefret suçları sadece bir bireyi değil, o bireyin temsil ettiği özelliği de hedef aldığından önüne geçilmesi için ayrı bir yasa oluşturulması bakımından da önem taşıyan bir konu. İlk önce 80’li yıllarda, bu konuda hayli kötü ve kabarık bir sicili olan ABD’de “Nefret Yasaları” ya da diğer adıyla “Önyargı Yasaları” diye kabul edilen nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemeler zamanla birçok Avrupa ülkesinde de hayata geçti. Azınlıklara yönelik kimi zaman devlet eliyle gerçekleştirilen katliam ya da saldırıların yanısıra son yıllarda artış gösteren bir biçimde transeksüel ve travestilerin karşı karşıya kaldığı saldırılarda da artış gözlenen Türkiye’de ise ceza hukukunda bir yasal düzenleme mevcut değil. Anayasanın, “dil, din ve ırk ayrımcılığını önleme” hükmünü içeren 122. Maddesi ile sadece düşünce suçlusu yaratmakta kullanılan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmeyi önleme” adıyla bilinen TCK’nin 216. Maddesinde belirlenmiş esaslar mevcut. Fakat nefret suçunu kesin çizgilerle belirten bir yasa bulunmuyor. Yukarıda belirtilen mevcut yasa maddelerinin uygulanmasında ise çoğunlukla sorun yaşandığı ise ayrı bir olgu. Tam bir netlikle belirtilmeyen maddeler, yargıcın bakış açısına bağlı olarak değişken kararlara neden olabiliyor. Türkiye’nin azınlıklarından olan Kürtlerle ilgili kimi sorunları dile getirenlerin sıklıkla, “halkı düşmanlığa tahrik etmekten” yargılanması en sık karşılaşılan örneklerden. Ya da Hrant Dink’i ölüme götüren yazısında olduğu gibi söylenmek istenenleri anlamayan ya da anlamak istemeyen yargı mensuplarının yorumu nedeniyle davalar açılması da bu örnekler arasında sayılabilir.
Medya nerede duruyor?
İşin belki de en kötü yanı “demokrasinin işleyişini denetleyen dördüncü kuvvet” olmakla yükümlü medyanın, bu nefret suçunu engellemeye çalışmak yerine, duruma iyice köstek olması. Çeşitliliği artırması gereken medyayla ilgili yapılabilecek en başat tespit, “kullandığı taraflı ve ayrımcı dille, önyargılarımızı körükleyip, ötekileştirmeye katkıda bulunması” olabilir. Hatta kimi zaman bu durum o kadar şiddetleniyor ki, nefret suçunun işlenmesine bile bir nevi medya sebep oluyor denilebilir. Örneğin Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi Yasin Hayal verdiği ifadede; Hrant Dink’i şahsen tanımadığını, gazetelerden okuduğu kadarıyla onu bir Türk düşmanı olarak gördüğünü belirtmişti. Benzer bir çok olayın falleri ise Hayal’inkine benzer açıklamayar yapmaktan geri durmamıştı. Nefret içerikli söylemlerin, özellikle ana akım medyada, sıkça kullanımı, durumu sıradanlaştırıyor ve insanların söyleme olan farkındalılığını yitirmesine neden oluyor. Bugünkü ana akım medyayı bu gözle çok kısa bir süre incelediğinizde de fark edersiniz ki; Türk, Müslüman, sünni, heteroseksüel ve erkek olmayan hemen herkes “öteki” muamelesi görüyor. Örneğin bazı gazeteler, bir hırsızlık haberi verdiklerinde bile, konuyla alakası olmadığı halde “Kürtler dükkân soydu”, “Ernemi kuyumcunun çetesi” gibi kişinin etnik kökeni üzerinden başlıklar öne çıkabiliyor: Çok basit gibi görünen bu habercilik dili ise okuyarda, “biz ve onlar” ayrımı yaratabileceği gibi bir yandan da suçun etnik kökenle ilgisi var algısı yaratıyor. Peki hiç, “Türkler dükkan soydu” manşeti gördünüz mü? Görmememizin nedeni yaşanmamasından değil tabi ki.
Dernekler iş başında
Uluslararası Hrant Dink Vakfı ve Sosyal Değişim Derneği, şu sıralar konuyla ilgili halkı bilinçlendirmek için ayrı ayrı çalışmalar yapıyor. Her gün çeşitli yayın organları üzerinde medya taraması yapan bu kurumlar, nefret söylemi içeren haberleri kamuoyuna duyurarak, konu hakkında bir farkındalık yaratmaya çalışıyorlar. Hemen hemen her gazetede benzer birçok örnekle karşılaşılmış. Örneklerin bir kısmını internet sitelerinde de yayınlamışlar. Nefret suçu hakkında bilgi vermek ve çeşitli çözüm yolları aramak için paneller de düzenleyen bu kurumlara son olarak “Alternatif Bilişim” de eklendi. Alternatif Bilişim, “Yeni Medyada Nefret Söylemi” adı altında düzenlediği geçtiğimiz haftalarda düzenlediği panelde, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Aslı Tunç ile nefret söyleminin kökenini incelerken, İstanbul Barosu’ndan Ayşe Kaymak ile söylemin hukuksal zemindeki yerini de tartışmaya açtı.
Aslı Tunç konuşmasında; genelde milliyetçi bir yapıya sahip medyanın, homofobik, yabancı düşmanı veya ırkçı bir dil kullanmasının uzun vadede hedef alınan kişi ya da grupları tedirginleştirdiğini ve sessizleştirdiğini belirtti. Ayşe Kaymak ise yeni ve kapsamlı bir nefret suçu yasası hazırlamanın, durumun önüne geçmek için şart olduğunu savundu. Bazı grupların böyle bir yasayı düşünce özgürlüğüne vurulan bir darbe olarak algıladığını belirten Kaymak, bu özgürlüğün tek sınırının nefret suçu olması gerektiğini belirtti. Kaymak, “Böyle bir yasa özgürlüğü kısıtlıyor diyemezsiniz. Çünkü siz bir Ermeni’ye böyle davrandıkça, onun hakkında böyle konuştukça, o Ermeni, bırakın bir düşüncesini belirtmeyi, Ermeni olduğunu bile söylemeye çekinir hale geliyor” tespitinde bulundu.
İnternet ile hız kazanan ırkçı söylem
Panelde dikkati çeken diğer bir konu ise, nefret söyleminin azalmamış, sadece ilerleyen teknolojiyle mekân değiştirmiş olmasıydı. Özgür Radyo’dan İlden Dirini, internette yaptığı taramaları katılımcılarla paylaşırken, haber portallarında da taraflı ve ayrımcı bir dil kullanıldığını belirtti. Habur sınır kapısından giriş yapan bazıları PKK’lı olan gruptaki çocuklara süt verilmesinin bile “Polislerin süt verdiği ortaya çıktı” şeklinde ifade edildiğini söyleyen Dirini, okuyucu yorumlarına ayrılmış bölümlerin de nefret içeren söylemlerle doluşuna dikkat çekti. Dirini açılım tartışmaları ile söylemin odağında Kürtlerin bulunduğunu dile getirdi.
İnternette nefret söyleminin yayıldığı tek yer haber portalları da değildi. Kolektif Üretim adına panele katılan, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Eser Aygül, Facebook üzerine yaptıkları çalışmanın sonuçlarını katılımcılarla paylaştı. Eser Aygül, “lezbiyenlere tecavüz ederek onları topluma kazandırabiliriz” veya “soykırım yapsak soyunuz kalmazdı köpekler” gibi birçok yüz kızartıcı grup örneği gösterdiği sunumunda, ırkçı ve homofobik grupların Facebook’da da kendine çok rahat yer bulabildiğine dikkat çekti. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Tuğrul Çomu ise, “Video Paylaşım Sitelerinde Dolaşıma Sokulan Nefret Söylemi” başlığında bir sunumla Youtube’daki nefret söylemi içeren videolardan örnekler gösterdi. Çomu, bu videoların ve altındaki yorumların denetimsiz bir şekilde yayınlandığına ve görsel malzemeyle desteklenince söylemin daha da etkileyici yayıldığına dikkat çekti. Panelle bir kez daha gözler önüne seriliyor ki yaşanan korkunç tecrübeler, nefret söyleminin yok edilmesine yetmemiş. Çözümse tabi ki suçlu, suçsuz herkesin çalıştığı ve kullandığı bu gazetelerin veya bu sitelerin kapatılmasından geçmiyor. Fakat gerek geleneksel medyanın, gerekse internetteki haber portallarının editörler tarafından bu tarz söylemlerden arındırılması ve insan haklarına uygun haber yapmaları şart. Diğer paylaşım ağları için ise herkesin daha duyarlı olması lazım. Bu tarz grupların, videoların veya yorumların bir şikâyetinizle silinmesini sağlayabilirsiniz. Unutmayın sessiz kaldığınız sürece yapılan bu korkunç ayrımcılığa ortak olmuş sayılırsınız.