başlıklı yazısında, üç gün geçmesine rağmen haberi görmemekte direnen gazetecilere sesleniyordu. Medya, Altan’ın ancak bu üçüncü yazıyı kaleme aldığı gün habere yavaş yavaş yer vermeye başlamıştı. Ama bu “ilgi” bile olayın daha ziyade adli tıbbı ilgilendiren yönü ve “kaza”nın oluş şeklini anlama çabasıyla sınırlı kalıyordu. Kimse Türk askerinin mühimmatından olabileceğine ihtimal vermek istemiyordu, zaten neticede suç “cismin” üstüne tahtayla vuran Ceylan’ındı!
Ceylan Önkol’un nasıl öldüğü (öldürüldüğü?) hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil. Olayı “terörle mücadele” ya da “terör örgütünün eylemi” kapsamında değerlendirmeyi bile başaran savcılık, bir sorumlu bulamadı.
Serap Eser ve Ceylan Önkol. Kaybettiğimiz bu iki can, medyada diğerinden daha az yer almayı hak etmiyordu.
Serap İstanbul’da öldü. Buna Abdullah Öcalan’ın hücre koşullarını protesto eden göstericilerin attığı molotof kokteyli neden oldu.
Ceylan Diyarbakır’da öldü. Ateş edilme iddiası yanlış ise, buna yerde bulduğu “askeri mühimmat” neden oldu.
Aralarında ne fark vardı?