Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 8 Mart, kadınların eşitlik, adalet ve özgürlük taleplerini aynı anda haykırdıkları bir gün. 2003’ten bu yana düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü, Türkiye’de 8 Mart kutlamalarının odağını oluşturuyor.
Kadınların patriyarkaya, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, heteroseksizme, erkek şiddetine karşı yaptığı bu yürüyüş, 2014’e kadar sorunsuz devam ederken, o yıl yürüyüşe sızan bazı erkeklerin saldırısına uğradı. 2019’de ise polis İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki yürüyüşü engelledi. Yürüyüş için toplanan binlerce kişi göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanılarak dağıtıldı. O günden bu yana Feminist Gece Yürüyüşünün kendisi bir mücadele alanı haline geldi.
Peki aradan geçen beş yılda, aralıksız devam eden kolluk şiddeti, yürüyüşe katılanları nasıl etkiledi? Eylemcilerin direnç ve dayanıklılık seviyelerinde bir artma gözlemlemek mümkün mü yoksa yapılan bu sert müdahaleler kadınların hak arayışındaki direniş gücünü kırıyor mu?
Şiddete rağmen kalabalık azalmıyor
Haber sitesi bianet’in kadın ve LGBTİ+ editörü Evrim Kepenek’e göre kadınların direniş gücünün kırılması mümkün değil. Çünkü kadın mücadelesi hayatta kalmak, eşit işe eşit ücret almak, kürtaj hakkını elde etmek, çocuk istismarına engel olmak gibi hayati taleplerden oluşuyor. Kepenek, temel insan haklarının esas alındığı bir mücadelenin polis şiddeti ile sinmeyeceğine dikkati çekiyor.
8 Mart, 25 Kasım ve Onur yürüyüşleri sırasında gözaltına alınanların gönüllü avukatlığını yapan Melike Türkay’a göre ise 8 Mart’ın kadın mücadelesindeki yeri ayrı: “Bugün dünyanın birçok ülkesinde kadınlar sokaklara çıkarak hakları için örgütlü bir mücadele örneği gösteriyorlar. Türkiye’de gittikçe kalabalıklaşan bir kadın hareketi olduğunu söylemek gerek.”
Avukat S.Y., 2017’den beri İstanbul’da düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşüne katılıyor. Artan polis şiddetine rağmen katılımın bir önceki seneye oranla az olmadığını aktarıyor. Ona göre, sert müdahaleler bir endişe ekosistemi yaratsa da binlerce kadının taleplerini dile getirme, isyan etme, yan yana yürüme arzusunun önüne geçemiyor: “‘Evet bacağımızı iki yerden kırabilirler, evet gözaltına alınabiliriz, evet biber gazı yüzünden astımımız tetiklenebilir ama biz bunlara rağmen yan yana yürümek, birlikte güçlü olduğumuzu hem birbirimize hem de bu düzene hatırlatmak istiyoruz’ diyen bir kalabalık oluyor her sene. Son dönemde başımıza gelebilecekleri bilerek yürüyüşe katılıyoruz. Bu sene kolu kırık olan bir arkadaşımız, polis şiddet uyguladığında kırık olan kolunun bir daha kırılması halinde çok zorluk yaşayacağı için yürüyüşe gelmeyecek örneğin. Şiddet uygulanacağının bilinciyle gidiyor ya da önlem almaya çalışıyoruz.”
Ruhsal açıdan yıpratıcı
Polis şiddetinden bahsederken yeterince konuşulmayan önemli bir konu da şiddetin getirdiği psikolojik yıkım. Kadınların polis şiddeti sonucu yaşadıkları travma ve stres, sadece o anla sınırlı kalmıyor; günlük yaşamlarını da derinden etkiliyor. Bu etki kişinin ruh sağlığından iş performansına, sosyal ilişkilerinden toplumsal katılımına kadar pek çok alana yayılabiliyor.
“Kadın bir gazeteci olarak kendi tecrübemden yola çıkarak şunu söyleyebilirim, şiddet maalesef tüm hayatı etkileyen bir süreç, fakat bu sizi yine de hareket etmekten, sözünüzü söylemekten geri bırakmıyor” diyor Evrim Kepenek.
Eylem ve yürüyüşlerde gözaltına alınanlara destek veren Melike Türkay, şahit olduğu örnekleri şöyle tarif ediyor: Gözaltına alınanların bacağı, burnu ve/veya parmağının kırıldığını, yahut sert müdahalelere maruz kalan kişilerin olduğunu söyleyebilirim. Tıbbi yardım alması gereken bu kişilerin saatlerce polis aracında, bazen temel ihtiyaçları dahi karşılanmadan bekletilmesinin birçok sonucu olacağı aşikâr. Başlatılan veya başlatılması mümkün olan hukuki süreçlerin de benzer etkileri olacağı ve günlük yaşamla birlikte sosyal yaşamı da etkileyeceği açık.”
S.Y, meseleye farklı bir açıdan yaklaşıyor ve güvenliğimiz için varolan polis teşkilatından şiddet görmenin sonuçlarına dikkat çekiyor: “Dünyaya karşı duyduğunuz güven, yediğiniz tekmeyle, tokatla yıkılıveriyor. Yalnızca fiziksel şiddetten değil, cinsiyetçi küfürlerden de bahsediyoruz.” S.Y., sadece kadın olduğunuz ve Kadınlar Günü’nde diğer kadınlarla birlikte yürümek istediğiniz için o küfürleri işittiğinizin altını çiziyor. “O saatten sonra erkek şiddetine maruz kaldığınızda arkanızdan söylenebilecekleri düşünmeye başlıyorsunuz ve güveniniz bir kez daha kırılıyor. Kadınların polise dahi güvenememesi, polisten 8 Mart’ta şiddet görmek kaygı havuzunu derinleştirmekten başka şeye yaramıyor.”
Mücadele ile eş zamanlı olarak muhafazakâr yapının da dünya genelinde güçlendiği bir dönemden geçtiğimizi hatırlatan Evrim Kepenek, patriarkal sistemin kökten sarsıldığının farkında olduğunu ve tam da bu nedenle bu kadar güçlü saldırdıklarının altını çiziyor.
Artan baskı ve zorluklara rağmen, kadınlar arasında dayanışma ve destek kültürü çoğalarak devam ediyor. Polis şiddetine maruz kalan eylemciler bir araya gelerek birbirlerine destek oluyor ve dayanışma içinde hareket ediyor. Bu da, kadınların eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesindeki kararlılığına ve birlik ruhuna güzel bir örnek teşkil ediyor.