Yaşam

Gezi'de tarih yazmak

Yazan: Barış Yardımcı - Taha Erdem

Yaşarken tarih yazılır mı? Akademisyenler Tahrir Meydanı, Atina'daki ayaklanma ve Gezi direnişi örnekleriyle “Şimdi, tarih olurken” atölyesinde cevapladı.

Tarih Vakfı Genel Sekreteri Işık Tamdoğan’a göre haziran ayında Gezi Parkı dünyadaki en buyük açık hava müzelerinden biriydi. Gezi Parkı'nda insanların “tarihin birer nesnesi” olarak bulunduğunu söyleyen Tamdoğan, eylemlere katılmayıp daha sonra Park'a “gezi”ye gelenlerin “Burası hayvanat bahçesi mi” şeklinde eleştirilmesinin de yanlış olduğunu düşünüyor.

İnsanların Gezi'yi şimdiki zamanın tarihini görmek için dolaştığını söyleyen Tamdoğan'a göre Haziran'da Gezi Parkı dünyanın en büyük açıkhava müzelerinden biriydi:

“Gezi, ziyaretçileri olan bir müzeye dönüşmüştü. Park'taki objeler, Berlin Duvarı'ndan kopan parçalar gibi ilgi gördü. Ne var ki şimdiki zamanın objelerine ilişkin tarih bilinci henüz oluşturulamadı.”

Tarih Vakfı'nın düzenlediği ve Gezi Parkı sürecinin tarih yazımı açısından tartışıldığı “Şimdi, tarih olurken…” atölyesi 5 Ekim Pazar günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent şubesinde gerçekleşti.

Atölyenin, Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümü öğretim üyesi Vangelis Kechriotis moderatörlüğündeki ilk bölümü, Tarih Vakfı Genel Sekreteri ve Fransuz Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (Institut Français d'Etudes Anatolienne-IFEA) Tarih Araştırmaları Sorumlusu Işık Tamdoğan'ın konuşmasıyla başladı. Oturumda Atina Üniversitesi'nden Antonis Liakos ile Kahire Amerikan Üniversitesi'nden Sherene Seikaly, “Siyaset, isyan ve şimdiki zamanın tarih yazımı”nı ülkelerindeki güncel olaylar üzerinden değerlendirdi.   

Muktedirlerin değil, mağdurların tarihi

Sözlerine İngilizcede “history of the present” olarak tabir edilen, Türkiye'de ise hakkında şimdiye dek neredeyse hiçbir çalışmanın yapılmadığı “şimdiki zamanın tarihi” tanımlamasını açarak başlayan Işık Tamdoğan, “şimdiki zamanın tarihinin tarihi”ni şu şekilde özetledi:

“Şimdiki zamanın tarihinin incelemesi fikri, 1944 yılında Paris işgal edilir edilmez Fransa'da 'işgal tarihi'ni araştırmak üzere kurulan komisyona dayanır. Hatta bu komisyon, 1950'de 2. Dünya Savaşı'nın incelenmesi amacıyla Tarih Komisyonu'na dönüştürülmüştür. II. Dünya Savaşı'nın ders kitaplarına yeni yeni girdiği Türkiye'de bu alanın zayıf kalması doğal. Oysa algılamakta olduğumuz her obje tarihi.”

Tarihin sadece Fatih Sultan Mehmet ya da İstanbul'un fethi olmadığının altını çizen Tamdoğan, “Şimdiki zamanın tarihi niteliksel olarak şanın, muktedirin tarihi değildir. Mağdurların, olağan şeylerin, gündelik hayatın tarihidir. Yoldaki bir rögar kapağı veya sigara izmariti de tarihtir” diyerek bunun Türkiye için çok yeni bir anlayış olduğunu belirtti.

Yakın geçmiş ve nesnellik sorunu

“Kendimize bu kadar yakın bir zamanın tarihini yazarken ne kadar objektif olabiliriz” sorusunu gündeme getiren Tamdoğan, şimdiki zamanın tarihini yazmanın, tarihçiyi “bugünün geçmiş üzerindeki gölgesi”nden koruduğu görüşünde.
II. Abdülhamit döneminin kaç farklı şekilde yazılabileceğinin, üstünden geçen süreyle hiç bir ilgisi olmadığını savunan Tamdoğan, Gezi sürecinin çok yakın bir geçmişe ait olması nedeniyle farklı görüşlerin dinlenerek daha objektif bir tarih yazımına konu olabileceğini söylüyor:

“Bugün II. Abdülhamit'e, ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıldığı ve Cumhuriyet'in kurulduğu bilinciyle bakarız, 'Cumhuriyet olmasaydı ne olurdu'nun tahayyülü artık çok güçtür. Oysa şu anda gelecek meçhul olduğundan gerçekleşebilecek tüm olasılıkları değerlendirerek düşünmeye elverişli bir ortam var.”

“Gezi, profesyonel tarihçilik açısından bir hassasiyet oluşturdu”

Fotoğraf: NTV Tarih

Fotoğraf: NTV Tarih

NTV Tarih'in yayınlanmayan sayısının (derginin #yaşarkenyazılantarih sayısına bu linkten PDF formatında ulaşabilirsiniz) yöntemsel önemine vurgu yapan Tamdoğan, son olarak dergide görüşlerine başvurulan tarihçilerin “ileride bu olaylara nasıl bakılacak” tarzı sorulara yalnız tarihçi olarak değil, aynı zamanda olayın bizatihi tanığı olarak yaklaştığından söz ederek Gezi direnişinin profesyonel tarihçilik açısından bir hassasiyet oluşturduğunu dile getirdi.

“Tarihçi aktivist, aktivist tarihçi oluyor”

Sunumunu Skype bağlantısıyla gerçekleştiren Atina Üniversitesi'nden Prof. Antonis Liakos ise “iç içe geçmiş deneyimlerin tarih yazımına etkisi”, “geçmişi reddeden yeni bir kuşak” ve “ortak dil ve sembollerin kullanımı” olmak üzere üç farklı konu üzerinde durdu.

Gezi Parkı sürecinin medyatik boyutu iyi analiz edilmeden yapılacak tarihi yorumların sağlıklı ve bütüncül olamayacağına değinen Liakos, dünyanın dört bir yanında son 5-10 yılda gerçekleşen halk hareketlerini disiplinlerarası bir yaklaşımla ele almanın gerekliliğini vurguladı.

Tahrir Meydanı'nda yaşananları ilk olarak Facebook'ta yazıldığını hatırlatan Liakos, farklı mecralar arasındaki iç içe geçişlerin daha fazla keşfedilip tarihçi ve medya uzmanlarının, bu süreçte yanlarına diğer araştırmacıları da alarak geçmiş kaynaklar ile modernist metinleri harmanlaması gerektiğini ifade etti.

Gezi Parkı direnişine katılan kitleyi “Genç, kabiliyetli ve akademik” olarak tanımlayan akademisyen, “Sokağa çıkan insanların hatırı sayılır bir bölümü akademide aktif rolleri olmasa bile akademik nitelik taşıyordu” diyerek araştırma yapan insanların aynı zamanda protestocu olmasının önemine değindi. Bu süreçte tarihçinin aktivist, aktivistin tarihçi olduğunu da sözlerine ekleyen Liakos, bireysel deneyimlerin iç içe geçmesinin Gezi olaylarının 19. ve 20. yüzyıl halk hareketlerinden ayırılan önemli bir özelliği olarak niteledi.

Meydandaki insanların tarih yazıklarının farkında olduğunun altını çizen Liakos, genç protestocuların tüm dünyada kendilerini geçmişten nasıl soyutladığını farklı örnekler üzerinden açıkladı.

Siz kanunları yazıyorsunuz, biz tarihi yazıyoruz”

Atina'da 6 Aralık 2008'de Alexandros Grigoropoulos'un (15) polis kurşunuyla yaşamını yitirmesiyle başlayan Yunanistan ayaklanmalarında kullanılan “1968'i boşverin, şimdi savaşın“, “Siz kanunları yazıyorsunuz, biz tarihi yazıyoruz” gibi sloganların veya Yunan Devrimi'ni temsilen Atina'da bulunan heykele “Yaşlı adam” denmesinin “atalarını reddededip kendini 'yeni çocuklar' ortak tanımlayan bir neslin ürünü olduğunu dile getiren Liakos, 68'de İtalya'da söylenen “Bizim zamanımız şimdidir ve o da şu anda başlar” sloganını anımsatarak göstericilerin “Biz burada sadece tarih yazmıyoruz, biz tarihiz” düşüncesiyle hareket ettiğini söyledi.

6 Aralık'a ithafen söylenen “Remember, remember the 6th of December” sözünün ya da Guy Fawkes maskelerinin protestocuların şimdinin tarihini yazarken kullandığı yeni kültürel araçlar olarak tanımlayan Liakos; sosyal medya, semboller ve duvar yazılarıyla yepyeni bir iletişim şeklinin doğduğuna işaret ederek “Dünyanın çeşitli yerlerindeki protestolarda benzer şekillerde kullanılması diller arası ve milliyetçilik ötesi bir etkileşimi doğurdu. İnsanların artık bir slogan duyduğunda yahut graffiti gördüğünde bunları rahatça yorumlayabilmesi büyük önem taşıyor” dedi.

Halkın kim olduğu sorusu

“Sokağa çıkan halkın kim olduğu” ve Mısır'daki protestolarda kadın bedeninin nasıl nesneleştiği” konularına değinen Kahire Amerikan Üniversitesi'nden Sherene Seikaly de Avrupalı bir söylem olan “Arap Baharı”nın kendileri için hiçbir şey ifade etmediğini ve devrimin Tahrir Meydanı'nda ilk 18 gün esen festival havasına zıt; kanlı ve çok acılı bir süreç olduğunu söyledi.

Mısır'da akademisyen ve gazeteciler olarak 'halkın kim olduğu' sorusunun yanıtını aradıklarını beliren Saikaly, Mısır'da “teröristler” adında yeni bir insan kategorisinin oluştuğunu ve aslında toplanma hakkını kullanmak isteyen bu sıradan insanları Müslüman Kardeşler'ın terörist olarak kategorize ettiğini söyledi.

Başbakan Erdoğanın Türkiye'deki eylemcileri aşağılamak için söylediği “çapulcu” sıfatını insanların sahiplenmesi durumunun orada yaşanıp yaşanmadığına ilişkin soruya “Tunus'taki eylemcilerin devlete “Hayır, halk biziz ve sahip olduğumuz yetkiyi geri alıyoruz” yanıtını verdiğini belirten Seikaly, devletin Gezi direnişçilerini kriminalize etmeye çalışmasını mevcut iktidarın kendini savunma biçimi olarak değerlendirdi.

“Farklı kesimden insanları protestolar boyunca bir araya getiren en önemli sebep mağduriyet ve değişim arzusuydu” diyen Seikaly, halkın ancak olağanüstü bir dayanışma sergileyerek hükümetin savunma mekanizmalarını kırabileceği görüşünde. Sekialy'e göre Mısır'da yaşanan olaylarda en büyük zararı da kadınlar gördü:

Birçok kadın tecavüze ve fiziksel şiddete maruz kaldı. Bu şiddetin hedefi kadının kendisi değil, 'kadın bedeni'ydi. Bunu yapan ise protestocular değil, halkın geri kalanıydı. Öte yandan Mısır'daki olaylar kadının görünürlüğünü artırdı. Gezi Parkı'nda da durum böyleydi. Kadın bedeninin sembolleştiği bir süreç yaşadınız.

Yorum yazın