Gündem

‘Her türlü felaketi hak eden Kürtler’

Yazan: Esra Bilgin
Esra Bilgin

Kürt sorunu ve çözüm önerileri, “Türkiye’de Ötekileştirilenleri Anlamak: Kürtler” başlık panelde tartışıldı.

Kürt sorunu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Araştırmaları Kulübü’nün ev sahipliğinde 11 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye’de Ötekileştirilenleri Anlamak: Kürtler panelinde masaya yatırıldı.

İlk konuşmacı, Kürt aydın Dr. Tarık Ziya Ekinci sözlerine “Bugünkü mücadelemiz Kürtlerin kendini Türkiye’ye kanıtlamasıdır” tesbitiyle başladı.

Son zamanlarda Kürt meselesiyle ilgili olarak yapılan anketlerde ülkenin yüzde 75’inde Kürtlere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmesi durumunda özgürlükleri için farklı yollara gidebileceklerine, Türkiye’den ayrılacaklarına dair bir algının var olduğuna dikkat çeken Ekinci bunun sosyolojik ve ekonomik açıdan mümkün olmadığını dile getirdi. Ekinci “Kürtlerin şu anda yapması geren şey kendi haklarını almaya çabalamasının yanında bu hakları almalarıyla beraber kaosun yaşanmayacağını ifade edebilmektir”  dedi.

“Cumhuriyetin ilanı, süreci tersine çevirdi”

Kürtlerin 1946’dan 1991’e yaptığı 50 yıllık mücadeleyi anlatan Ekinci,  elde ettikleri en büyük kazanımlarının 91 yılında Süleyman Demirel’e Diyarbakır’da “Biz Kürtçe alfabesini kabul ediyoruz” dedirtmek olduğunu anlattı ve o döneme kadar kimsenin Kürtlükten bahsedemediğini, baskı altındaki insanların Kürt olduklarını açıklamaktan korktuklarını hatırlattı.

Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürtlerin özerk, eşit haklı vatandaşlar olarak ele alındıklarını, bunun örneklerini Erzurum Kongresi öncesi Atatürk’ün Kürt seçkinlerine yazdığı telgraflarda görmenin mümkün olduğunu belirten Ekinci dini, devleti, hilafeti ve saltanatı kurtarmak ve eşit olarak birlikte yaşama söyleminin Kürt ağa ve beyleri üzerindeki olumlu etkisine değindi.

Erzurum Kongresi zamanında yazılan telgraflarda, imzalanan protokollerde ve Meclis’te yapılan görüşmelerde Kürtlerin varlığının kabul edildiğini, Kürtlerin nüfus olarak yoğun oldukları bölgelerde kendilerini temsil hakkı tanındığını ifade eden Ekinci, Lozan’ın ve cumhuriyetin ilanından sonra sürecin tersine işler hale geldiğini, bu olumlu gelişmelerin sona erdiğini kaydetti.

Cumhuriyetin ilanından sonra ulus devletin yaratılması, gayrimüslimlerin ötekileştirilmesi,  Müslüman olanlarınsa Türkleştirilerek Sünni Müslüman haline getirilmesi için çalışıldığını anlatan Ekinci, dönemin yöneticilerinin “Bu yurt Türk’ün yurdudur, diğerlerinin görevi Türklere hizmet etmektir” şeklindeki söylemleri sonrası Kürt coğrafyasında feodal isyan hareketlerinin başladığını söyledi.

1925’teki Şark Islahat Planı’yla bölgenin önde gelen insanlarının sürgünlere gönderilmesini, bir takım zorlayıcı asimilasyon politikalarıyla Kürtlerin susturulmaya çalışıldığını anlatan Ekinci,  o dönemde kimsenin Kürtlükten bahsedemediğini, köyden şehre ürettiklerini satabilmek için giden köylülerin Kürtçe konuştuklarında dayak yediklerini ve para cezası aldıklarını hatırlattı.

Kürtlerin, 1950’de Demokrat Parti’nin muhalefet gücünü kanıtlaması ve Zorunlu İskan Kanunu'nun kaldırılması için çalışmasıyla sessizliğini bozduğunu belirten Ekinci devletin tarım alanındaki yardımlarıyla ağa ve beylerin sisteme adapte olduğunu ve böylece ekonomik bir dönüşümün başladığını söyledi. Okuryazar sayısının artması, bölgede üniversitelerin açılmasıyla birlikte Kürt hareketi içinde aydın bir sınıf oluşmaya başladığını, çeşitli hak taleplerinin ortaya çıktığını kaydetti.

Kürtlerin eşit haklara sahip olmak için verdikleri mücadelenin devam ettiğini anlatan Ekinci sorunların Türk ve Kürt demokrat aydınlarının bir araya gelip çözüm ve demokrasi için birlikte hareket etmeleriyle aşılabileceği görüşünde.

Medyada ötekileştirilen Kürtler

1980’li yıllarda darbe sonrası Kürt halkı üzerinde çok büyük baskılar olduğunu dile getiren İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, bu baskı ve yasaklardan payını alan basının Güneydoğu’daki olayları yeteri kadar gösteremediğinin altını çizdi. 80’lerin sonunda Mehmet Ali Birand’ın Öcalan’la yaptığı söyleşi sonrası Milliyet’in toplatılma hikayesini hatırlatan Arsan, Genelkurmay’ın ve devletin istediğinin dışında, onların belirlediği yasaklı kelimeleri kullanarak haber yazmanın gazete toplatılmasıyla, kapatılmasıyla sonuçlandığını aktardı.

Cumhuriyetin kuruluşunda  “Kürt dili diye bir şey yok” şeklinde kurgulanan söylemin 90’lı yıllarda sona ermeye başladığını anlatan Arsan 1990 sonrasında Kürtlerle ilgili yazılar yazılmaya başlanabildiğini söyledi. O yıllarda ana akım medyada Kürt meselesine nasıl yaklaşılacağı, neyin haber olacağı ve hangi şekilde aktarılacağı sorunken yükselen Kürt basınının özgür olarak Güneydoğu’da olan biteni halka diğer cepheden anlatmaya çalışırken baskıya maruz kaldıklarını belirtti.

Medyanın üç maymunu: Yazmamak, yazamamak ve bilmemek

Türkiye’de gazetecilik, ifade özgürlüğü, basın meselesi ve Kürt meselesi yan yana düşünüldüğünde üç ana problemle karşı karşıya kalındığı dile getiren Arsan ilk problemin ‘yazamamak’ olduğunu belirtti. Devletin ve hükümetin gazetecilere sansür uyguladığını ve kendi istekleri doğrultusunda yazmayanların hapse atıldığını, gazetelerinin ellerinden alındığını ya da bombalandığını kaydetti.

İkinci problemi “yazamamak” şeklinde tanımlayan Arsan bazı gazetecilerin devletin resmi ideolojik aygıtı olduklarını bildiklerini ve Kürt meselesine ilişkin dengeli ve adil haber vermekten kaçınarak gönüllü işbirlikçi olduklarını söyledi.

Medyanın üçüncü sorununu “bilmemek” olarak niteleyen Arsan, gazetecilerin ülkelerinin tarihini, bugünlere gelinirken hangi süreçlerden geçtiğimizi bilmediğini ve dolayısıyla okuyucuya aktaramamasının büyük bir eksiklik olduğunu vurguladı.

Dinç Bilgin’in “İstanbul’a gelip gazete çıkardığımda, bu ülkede Kürtler olduğunu bilmiyordum, 28 Şubat’tan sonra farkına vardım”  açıklamasını hatırlatan Arsan, ana akım medyada yer alan birçok gazetenin 90’lar boyunca haber aktarırken Kürt meselesinin, savaşın yoğun bir şekilde yaşandığı Güneydoğu'da olup biteni, faili meçhul cinayetleri ve köy boşaltmaları göremediğini söyledi.

Kürtlerle ilgili sorunlar medyada yer almazken hükümetin Kürtlerle ilgili yaptığı çalışmaların her yerde anlatılmasını, Kürt açılımıyla oy toplama ve Sünni Kürtlerden destek almak için politik söylem geliştirilmesini eleştiren Arsan, bu sorununun temeline inen, nedenini niçinini anlatan bir medya ve devlet bulmanın zorluğuna işaret etti.

“Başına gelen her türlü felaketi ‘hak eden’ halk..”

Van depremi ve Uludere (Roboski) katliamının habere dönüşme biçimine bakıldığında medyanın Kürtleri nasıl ötekileştirdiğini,  Kürtlerin değersizleştirilmesini açık bir şekilde görebildiğimizi söyleyen Arsan, “Kürtlerin başına gelen her türlü felaketi hak etmiş olduğu söyleminin yeniden üretilmesi konusunda medyanın ne kadar maharetli olduğunu izledik. Van depreminin hemen ertesinde ‘Allah sizin belanızı verdi’ şeklindeki başlıklarda ötekileştirmeyi net bir şekilde gördük” dedi.

Medyanın sürekli  “kötü Kürt” söylemi ürettiğini, Kürtleri kaçakçı, hırsız, askeri öldüren, bebek katili olarak tanımlayarak “Bu insanlar depreme de maruz kalsa, insansız hava araçları tarafından bombalansa da üzülmemek gerektiği” mesajı vermesini eleştiren Arsan, bu ötekileştirme nedeniyle bölge halkının Türk gazetecilere güvenmediğini anlattı.

Bilgi eksikliği olan insanları daha da bilgisiz hale getiren, onları var olan gerçeklikten uzaklaştıran ana akım medyanın bu anlayışına karşı ısrarla amatör ruhla çalışan gazeteler sayesinde olup biteni takip edebildiğimizi dile getiren Arsan, sadece ana akım medyayı takip eden insanlar açısından durumum vahametine dikkat çekti.

“Aynı toprak üzerinde iki millet olabilir mi?”

Kürt meselesinin dış konjonktürde değişmesi, Türkiye’de demokrasinin en büyük eksiği olan askeri vesayetin kaldırılması ve Türkiye’de herkesin aynı haklara, aynı kültüre sahip olmasının gerekli olduğu şeklinde anlaşılan milliyetçilik algısının değişmesi sayesinde eskiden konuşulmayan konuların konuşulabildiğini dile getiren Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer, Kürt meselesini tartışıp konuşarak çözememek konusunda pek fazla mazeretimiz kalmadığını belirtti.

Kürt meselesinin Kürt ‘sorun’u haline gelmesinin altındaki nedeni, çözüm ararken Kürtlerin fikrinin alınmaması, onlarla konuşulmaması şeklinde özetleyen Somer’e göre Kürtlerle birlikte hareket edilmedikçe yapılan hiçbir çalışma başarılı olamaz.

“Kürtler için mesele bir tür tanınma meselesi” diyen Somer  “aynı toprak üzerinde iki millet olabilir mi” açmazının siyasal anlamdaki millet kavramıyla kültürel anlamdaki millet kavramı arasında ayrım yapılmasıyla ortadan kaldırılabileceği görüşünde.

Siyasal anlamdaki millet kavramının egemenlikle ilgili olduğunu,  toprak üzerindeki siyasal kararları hangi halkın vereceği konusunun sorunları beraberinde getirdiğini anlatan Somer, karar verme, birbirine egemen olma üstünlüğüne değil paylaşıma dayalı “kültürel anlamda millet” kavramının çözüme daha yakın olduğunu aktardı.

Meselenin çözümündeki en büyük engelin Türklerin kafasındaki Kürt imajı olduğunu belirten Somer, Türklerin kafasındaki millet anlayışının, Kürtlerin tanınma konusunda kendilerinden bir şey talep ettiğinde sahip oldukları şeyin azalacağına dair korkuların değişmesi gerektiğini anlattı.

Ötekileştirilenlerin dayanışması

Cumhuriyet projesi zamanında inananların ötekileştirildiğini, gayrimüslimlerin yok edildiğini ve kalanların da görünmez kılındığını, Kürtlerin de çok ciddi baskılar altında asimile olma tehlikesi geçirdiğini anlatan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Maya Arakon, “Son birkaç yılda çeşitli ötekileştirilenler olarak birbirimizi fark etmeye başladık” dedi. Yeni anayasa çalışmaları sayesinde her kesimden ötekileştirilen insanların bir araya geldiğini ve aslında talep edilen şeyin çok da farklı olmadığını gördüklerini kaydeden Arakon, “Birbirlerine karşı kışkırtılmış, ötekileştirilmiş kesimlerin birbirlerinin sorunlarına sahip çıkmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu da beni çok sevindiriyor” dedi.

“PKK bir sebep değil, sonuç”

80’lerden itibaren var olan ve Kürt sorunuyla PKK sorununu ayrı olarak değerlendiren sistemin yanlışlığını anlatan Arakon, PKK’nın bir sebep değil sonuç olduğunu, Kürtler’in Cumhuriyet projesi boyunca yok edilmeye çalışılması sonucu ortaya çıktığını belirtti.

Devlet, görevlerini yerine getirmediği zaman etnik azınlık devletin yerini almaya başlar ve ayrılık talep eder” diyen Arakon, Güneydoğu’nun birçok yerinde devletin Kürtler için hiçbir zaman var olmadığını söyledi.

Ayrılık talep etmenin bir nedenini de uğradıkları asimilasyon, dominant olanın azınlık olanı eritmek istemesi olarak gören Arakon, Kürtlerin her zaman baskı altına alınmaya çalışıldığını ve siyasi platformun dışına itilerek yok sayıldıklarını vurguladı. Azınlıkların ayrılık talep etmesinin bir diğer nedeni ise “sosyal değişim, kimlik oluşumu ve toplumsal yapının değişmesiyle birlikte ulus devletin azınlıkların varlığını reddetmesi, baskı ve inkar politikalarına gitmesi” olarak özetledi.

Askeri vesayeti kırıp da ötekilerin sesi olarak iktidara geldiğini ifade eden bir partinin farklılıkları görmezden gelip tek millet, tek bayrak tek dil üzerinden siyaset yapmasını eleştiren Arakon, “Teklik üzerine kurulan bu Kemalist yaklaşımın çok sorunlu ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum” dedi.  Bir yandan Kürtleri görmezden gelen, bir kültür ve dil olarak yok sayan devletin diğer yandan Kürt liderlerle gizli gizli yaptığı görüşmelerdeki tutarsızlığı değerlendiren Arakon, “Bir yandan tavşana kaç diğer yandan tazıya tut denmesi, Kürt temsilcileriyle müzakere masasına otururken öbür yandan da kamuoyuna Kürtlerle ilgili son derece keskin mesajlar verilmesi toplumsal kutuplaşmalar açısından çok tehlikeli” dedi.

12 yaşında “zorla taraf olmak”

“90’larda Güneydoğu’da çocuk olmak” temalı Bildiğin Gibi Değil kitabının hazırlayıcılarından olan Rojin Canan Akın, abisinin devlet tarafından öldürülmesi sonrasında Kürt meselesinin farkında olduğunu, devletin 12 yaşında kendisini zorla taraf yaptığını anlattı. Devlet denince aklına ilk gelen şeyin “devlet baba” kavramı yerine “panzer, dağ ve tepelere yazılmış Türkleri öven cümleler, her gece taranan evler ve bir ay içerisinde evlerine gönderilen yedi faili meçhul cenaze” olduğunu söyleyen Akın, bu düşüncenin aksinin ispatının günümüzde de mümkün olmadığını belirtti.

Türkler ve Kürtler arasında kutsallar çatışması olduğunu dile getiren Akın, “Bizim kutsallarımız dilimiz, kimliğimiz ve kültürümüz; Türkler için kutsal olan şeyse sadece çakıl taşı. Dolayısıyla birbirimizi anlamanın bu noktada çok da kolay olduğunu sanmıyorum” dedi.  Kürtlerin en temel insani haklarının yok sayılması söz konusuyken, kimlikleri baskı altında alınmışken ve bunun için mücadele ederken “siz ülkeyi bölmek istiyorsunuz” gibi saçma sapan şeylerle karşılaştığı için bu meselenin çok kolay çözüleceğini düşünmediğini söyledi.

Akın: “Benim temel hak ve taleplerim bölünme fobisini yaratıyor. Siyasi anlamda Kürtlerin bölmeyeceği ya da parçalamayacağını anlatmaktan gerçekten yoruldum. Öldürülen, yakılan, yok sayılan, köyleri insansızlaştırılan ben, hâla kendi anlatmak zorunda olan yine ben” diyerek Türklerin de artık zahmet edip anlamaya yönelik bir şeyler yapması gerektiğine dair inancını dile getirdi.

 

1 Yorum

  • Yukaridaki yazilari okudugum zaman Türkiyedeki aydin adi altinda ne kadar Kürtcü akademisyen oldugunu anladim.Ben bunlari yagmurlu havalarda toprak yüzüne cikan sgünesi görünce yine toprak altina saklanan solucanlar olarak görüyorum.Taürk olmaya bu kadar karsi olmak,Kürtcülügü kutsamak hele de bir terör örgütünü mesru müdafaa araci gibi göstermek ancak Türk düsmanligi ile olur.Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güclü zamanlarinda bu emperyalist isbirlikcilerinin adlari sanlari bile bilinmiyordu,Türkiye Cumhuriyeti Devleti son 10 yil icinde ic ve dis isbirlikciler araciligi ile bugünkü zayif konumuna getirilip ordusu lagvedilip Nato ve Erdogan ordusu olduktan ve ABD'nin talimatiyla BOP Esbaskanligi görevini üstlenen erdoganin ABD'nin Ortadoguda 32 yeni devlet olusmasi projesine Türkiyede dahil olmak üzere calismalarina baslamis ilk olarak emperyalistlerin dünkü SARK SORUNU'nu Kürt Sorunu olarak Türkiyenin gündemine sokarak bölünmeyi yani SEVRI'i devlet eliyle geri getirme sürecine girilmistir.Yukaridaki yazida Kürtcülük hareketlerini destekleyen ve cumhuriyete hayasizca dil uzatan bu kendini bilmez akademisyen bozuntularini kiniyorum.

Yorum yazın