Gündem

Kemal Kurdaş: “ODTÜ'yü 'buraya sataşma' diye ağaçlandırdık”

Yazan: Gökhan Tan

ODTÜ kampusünün kurucusu, 25 milyon ağacın 16,5 milyonu sekiz yıllık rektörlüğü döneminde dikilen Kemal Kurdaş'la 2006'da yapılan röportaj.

ODTÜ’nün ve bugün yol projeleri nedeniyle gündeme gelen ormanının kurucusu olarak anabileceğimiz merhum Rektör Kemal Kurdaş’la (1920-2011) ODTÜ’nün 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle görüşmüştüm. Röportaj, ATLAS dergisinin Haziran 2006 tarihli nüshasında “Bozkırda Tek Başına: Kurdaş” başlığıyla yayınlanmıştı.

Kurdaş'un kurduğu kampüste “dikili bir ağacı olan” bir mezun olarak buradan tekrar paylaşıyorum.

***

ODTÜ’ye girdiğim yıl (1989) ormanın içinde bir heykelin varlığından bahsetmişlerdi. Öğrencilerden hiçbiri gökyüzüne açılan bir eli andıran ve adeta bir mit haline gelen bu heykelin yerini bilmiyordu. Şansım yaver gitti, heykeli buldum ve bu keşfimi arkadaşlarımla paylaşmak istedim. Fakat ikinci gidişimde bulamadığım için kimseyi inandıramadım. Heykeltıraş Tamer Başoğlu'nun Bilim Ağacı ismini taşıyan bu eseri, 1991’de üniversitenin ana giriş kapısına taşındı.

ODTÜ isminin geçtiği her şeyin; Bilim Ağacı'nın, onu gizleyecek kadar gelişen ormanın ve Türkiye'nin en özgün kampüsünün var olma nedeni aynıdır: Rektör Kemal Kurdaş.

ODTÜ'nün bugün 86 yaşındaki efsane rektörüyle İstanbul’daki evinde görüştük. ODTÜ ve bu üniversitenin mezunları neden farklı algılanıyor?
Ortadoğu kurulmadan önce işadamı ya da patron, kendisiyle iş görüşmesine gelip de “Beyefendi, söylediğiniz doğru ancak bir yerde yanlışınız var” diyen, kendisini uyaran bir öğrenci tipini görmemişti. Ortadoğu çocuğunun müstakil yaratıcı düşüncesi pek çoğuna kabul edilemez bir durum gibi gelmiştir. Bu nedenle ilk 10 seneki başarısından sonra, her kesimden muazzam bir reaksiyon gördü. Ondan sonra devlet üniversiteyi kapatmak için, yıpratmak için, kendine benzetmek için uğraştı. 50 yıl yaşadı, ama belki 15-20 yılı rahat çalışabildi. Sürekli yaşama ve gelişme savaşı verdi. ODTÜ birçok ilki gerçekleştirdi ama bunlar pek bilinsin istemediler.

Üniversitenin sizden önce beş senelik bir mazisi var. Ve o dönemde barakalarda öğretim yapılırken bile saygın bir kurum olmayı başarmış ODTÜ. Demokrat Parti (DP) döneminde İngilizce öğrenim sağlayan bir üniversiteye izin çıkması sürpriz değil midir?
Kolay olmamıştır ama Menderes’e verilecek puanlardan biri budur. Ama yine de onun katkısını büyütmemek lazım. Bu, Türk aydınlarının büyük bir kısmının onayladığı bir projeydi. Çünkü üniversitelerimizdeki sistemin açmazda olduğu aşikârdı. ODTÜ yabancı bir dille, yabancı bir sistemle eğitim verdiği için toplumda ilgi uyandırmıştı. Yabancı hocaların da gelmesi öngörülmüştü. Fakat DP dönemi bu ilgiyi destekleyemedi. 1957 Ekim'inde Balgat'ta, cumhurbaşkanının da katılımıyla daimi kampüs için bir temel atıldı. Ama ortada bir plan bile olmadığı için gösterişten öteye gidemedi. Tüm Ortadoğu'ya da hizmet etmesi düşüncesiyle kurulmuştu ama gelen yardımlar yatırıma dönüşemiyordu bir türlü. Bu gerçekleşmeyince Birleşmiş Milletler (UNESCO) ODTÜ’yü Mısır’a nakletmek istedi. Benim ilk karşılaştığım sorun UNESCO ile aranın bozulmuş olmasıdır.

ODTÜ'den önce işveren 'siz hatalısınız' diyen bir öğrenci tipine alışkın değildi

ODTÜ’nün kuruluşunda Birleşmiş Milletler (BM) ya da Amerika ne kadar etkili?
Fikir, Charles Abraham isimli, Birleşmiş Milletler'e danışmanlık yapan bir şehir plancısından gelir. Bu adam gecekondulaşmanın en çirkin ve yoğun olduğu bölgelerde çalışmış. Batı’nın daha önce yaşadığı kentlerin düzensiz büyümesi sorununun çözümü için UNESCO'ya önerilerde bulunur. Tüm Ortadoğu ülkelerine faydalı olması düşünülen bir şehircilik enstitüsünün kurulmasını destekler. Önce enstitü kurulur, sonra ismi üniversite olur. Bu nedenle UNESCO'nun, benden önce sözde rektörlük yapan bir adamı var Ankara’da. İsmi Burdell. Herkes onu hemen göndereceğimi sandı. Tam tersi, yapılan işleri merkeze aktarması için yanımda tuttum. Başladığımız iş gözle görülür hale gelene kadar da UNESCO ile ihtilafın su yüzüne çıkmasına izin vermedim. Göreve başladıktan (Kasım 1961) bir sene sonra kampüste 12 tane binanın temelini attım. ODTÜ projesinin yürümediğine kani olan UNESCO Genel
Müdür Yardımcısı Adishesha geldiği zaman sordum: “Nedir derdiniz?” “Verilen yardımlar kullanılmıyor, yol alınmıyor” dedi. Verdikleri tüm yardımları geçen bir sene içinde bitirdiğimi söyledim. İnşaatları gezdirdim, temel çalışmalarına soktum, Yalıncak’taki arkeolojik kazılara götürdüm, kendi elleriyle ağaç diktirdim. Ve onlar 1962 sonunda eski mukaveleyi üç sene uzatma teklifini kendileri getirdi. Hocasından öğrencisine kadar bizi, üretme heyecanında gördüler. Ve ODTÜ böylece doğmaya başladı. Göreve geldikten sanırım 12 gün sonra öğrencilerle birlikte şimdiki kampüsün bulunduğu araziye yürüdük. Ben heyecanlıydım. Onlar da beni görünce heyecanlandı. Maliye bakanlığı yapmış bir adam, sert de bir görünüşü var. Ama gelmiş onlarla birlikte yürüyor. O gün ilk defa ODTÜ arazisine ağaç diktik. Hepimiz çalıştık.

Göreve geldikten 12 gün sonra öğrencilerle birlikte şimdiki kampüsün bulunduğu araziye yürüdük. Ben heyecanlıydım. Onlar da beni görünce heyecanlandı. O gün ilk defa ODTÜ arazisine ağaç diktik.

Ancak başından beri bizi seyreden ama hiç katkıda bulunmayan bir ekip var etrafımızda. “Buyrun siz de ağaç dikin” dedim başlarında duran bir adama. “Efendim hatalı dikiyorsunuz. Bu fidanların yüzde onu bile yaşamaz” diye karşılık verdi. “Ben doğrusunu bilmiyorum ama bu toprağı kazanmak için bu ağaçları dikmek zorundayız. Peki doğrusu nedir, bize gösterir misiniz” diye sordum. “Onu söylemek benim görevim değil” dedi. “Peki siz ne amaçla buradasınız” dedim. Yeşil Türkiye Derneği İdare Meclisi başkan ve üyeleri olduklarını söylediler. “Sen bana doğrusunu söyleyemezsen ben de bu ağaçları dikerim ve seni de burada görmek istemem” dedim. Öğrencilere dönüp, “Böyle adam olmayın. Bir şeyi tenkit ediyorsanız insanlara doğrusunu söyleyin” dedim. İlk aşamada temin ettiğimiz ve o gün dikmeye başladığımız 135 bin fidandan hemen hiçbiri kurumadı.

Bugün Ankara'da yaşayan pek çok insan hatta belki genç ODTÜ’lüler, bu ormanın sonradan yaratıldığını bilmez.
O bizim geleceği görerek kasıtlı yarattığımız bir ormandı. Arazinin bütünlüğünü korumak için ağaçlandırdık. Giderken yolun sol tarafı gecekondu, sağ tarafı orman. “Yolun diğer tarafında ne yaparsan yap, ama bu tarafa sataşma!” mesajını vermek için. Kısmen biz, kısmen Karayolları yaptı. Ama ilk ağaç dikme bayramında bizi eleştiren Yeşil Türkiye Derneği peşimizi bırakmadı ve üç hafta sonra bize, diktiğimiz ağaçların yüzde 85'inin tutmayacağına ve milli serveti heba ettiğimize dair resmi bir mektup gönderdi. Çok tedirgin oldum, tam 135 bin fidan. Ya haklı çıkarlarsa? 

Ağaçların yüzde 85'inin tutmayacağını ve milli serveti heba ettiğimizi söylediler.Çok tedirgin oldum, tam 135 bin fidan. Ya haklı çıkarlarsa?

Özellikle mutlak kuraklığın doruğa ulaştığı temmuz ve ağustosu çok gergin geçirdik. Yalıncak'taki pınar suyunu açık bir kanalla üniversitenin önüne akıttık. Sonbahara geldiğimizde kuruma oranı sıfıra yakın bir seviyedeydi. Durumu Yeşil Türkiye Derneği'ne bildirdik, onları okula davet ettik. Ne cevap verdiler, ne de geldiler. Ağaç dikme bayramlarına yedi yıl daha aynı şekilde devam ettik. Bu olay, işe başlarken yaşadığımız mukavemetlere iyi bir örnektir. Ancak orman sınırları içerisinde yer yer boşluklar var hâlâ, bir kısmı arkeolojik alandır.

Arkeoloji bölümü olmamasına rağmen ilk yıllarından beri kazılarda ODTÜ görev almış.
Anadolu tarihini bilen biri, ODTÜ’nün bir arkeolojik saha olduğunu ilk bakışta anlar. Eski insanların Anadolu'nun güneyinden kuzeye göçtüğü bir geçit üzerinde. Ben de ilk gelişimde Yalıncak köyünün eski bir yerleşim olduğunu anladım. Sonradan öğrendim ki orası eski bir Galat kenti. Anadolu tarihini bilen biri, ODTÜ’nün bir arkeolojik saha olduğunu ilk bakışta anlar. Eski insanların Anadolu'nun güneyinden kuzeye göçtüğü bir geçit üzerinde. Ben de ilk gelişimde Yalıncak köyünün eski bir yerleşim olduğunu anladım. Sonradan öğrendim ki orası eski bir Galat kenti.

Keban Barajı altında kalacak eserler için hükümetten bir reaksiyon gelmiyor. 'Devlet ümitsizdir ama biz yapacağız' dedim. Üç saat içinde, eserleri kurtarma komitesi kurduk

Fırat üzerinde büyük bir baraj projesi [Keban] gündeme geldiğinde kimse “Burada neler var, biz bunları suya terk edecek miyiz” sorularını sormuyordu. 1965 yılında bölgeye ilk biz gittik. Mimarlık Fakültesi'nde Türkiye'nin ilk restorasyon bölümünü kurduk. Başında Cevat Erder var. 1966’da “Doomed By The Dam” diye iki dilde yayımlanan müthiş bir rapor sundular. En az 52 höyük var, onlarca eski yerleşim sualtında kalacak. Hükümetten bir reaksiyon gelmiyor.

İzleyen yaz 1967'de İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü gitti, onlar da şaşkın döndü. Aralarında Chicago Oriental Institute'dan Bob Braidwood var. Muazzam yerüstü seramiği toplamışlar ve Halet Çambel ile bir günlüğüne ODTÜ'ye ziyarete gelmişler. Mimarlık Fakültesi Dekanı Abdullah Kuran beni aradı ve randevu istedi. “Hemen gelin” dedim ve o saatte toplandık. “Mahvolduk, gölün su tutmasına üç sene kalmış, tüm dünyaya rezil olacağız” diyorlar. Ben kafamda bir proje yapıyorum ama onlara söylemiyorum, dinliyorum. En sonunda “Devlet ümitsizdir ama biz yapacağız” dedim. Ve üç saat içinde Keban Baraj Gölü Altında Kalacak Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Komitesi kurduk. Ben de başkanı oldum.

İnönü sizi 1962’de kurulan hükümete almaya tez canlı olduğunuz için mi çekinmiş? Çünkü sizi öneren isimlere “Kemal bizi hızlı sürer” karşılığını vermiş.
Türkiye başlanan işin bitirilmesine alışmamış da ondan. Keban komitesini kuruşumuzun daha ikinci günü tüm dünyaya bir bildiri yayımladık. Üniversiteleri ve enstitüleri kazılara davet ettik. Üç ay içinde dünyayı ayaklandırdık! 25 heyet çalışma alanını seçti. O kadar ilginç ki, bir vadide bir ışık yanıyor, beş kilometre ötede bir başka milletten araştırma grubunun ışığı yanıyor. Baraj projesinin 1970 yılında başlayacağını söylemişlerdi ama altı sene kazdık orayı. Bir kısmını ayağımız sudayken kazdık! Keban projesi belki ODTÜ'nün insanlığa en önemli hizmetidir.

Keban projesindeki arkeologlar sizin için “bir mali dehadır” diyor.
Ben bir hafta içinde o devrin parasıyla üç milyon lira buldum. Süleyman'dan (Demirel) alışım da ilginçtir o parayı. “Abi veririm” dedi. “Atlatma beni” dedim. “Başvekil olarak Meclis Bütçe Komisyonu'nu yeniden toplayacaksın ve Keban için ODTÜ bütçesine ayrı bir fasıla ekleyeceksiniz” dedim. Geç vakit Bütçe Komisyonu Başkanı İsmet’i (Sezgin) buldum. O akşam iki milyon lirayı bütçemize koydular. O akşam bir de Amerikan yardım heyeti başkanına gittim.

Cevdet Sunay Paşa'ya 'Çok büyük hazineler var' diyorum. Ben tarihi hazine dedikçe o altın sanıyor. Ve ikinci sene gerçekten Roma nekropolünde hazine bulduk. İkinci gidişimde eşi Atıfet Hanım'ı çağırdı: “Atıfet, demedim mi sana Kemal Bey altın aramaya gidiyor

Bir milyon istedim. Verdi. Sunay Paşa'ya gittim. “Efendim çok büyük hazineler var” diyorum. Ben tarihi hazine dedikçe o altın sanıyor. Ve ikinci senede gerçekten Kalecik'te hırsızlar tarafından keşfedilememiş Roma nekropolünde hazine bulduk. Cevdet Sunay'a ikinci gidişimde bundan da bahsediyordum, eşi Atıfet Hanım'ı çağırdı: “Atıfet, demedim mi sana Kemal Bey altın aramaya gidiyor!

Çıkan altınları geçici olarak rektörlükte saklıyorduk. Bir ara ODTÜ’de çocuklar boykot yaptılar. Rektörlüğü ele geçirdiler. “Eyvah” dedim, “altınları alacaklar, dünyaya rezil olacağız”. Boykot bitince gidip baktım, hepsi yerindeydi. ODTÜ öğrencisi eğitimlidir.


Rektörlük görevini devraldığınız zaman yeni akademik kadroyu siz mi belirlediniz?
Benden önce kadro almış 40 öğretim üyesi ve 800 de hizmet görevlisi var. Türkiye’de hep aynı hikâye. Ben bu 800'ü dondurdum ve sekiz yıl süresince 801 olmasına izini vermedim. Ama akademik personel sayısı 40’tan 820’ye çıktı. Mühendislik Fakültesi Dekanı Mustafa Parlar'ı, üniversiteleri dolaşması için Amerika'ya gönderdim. “Türk kökenli veya Türkiye ile bir şekilde ilişkisi olmuş hocayı bul ve Ortadoğu'ya gelmelerini teklif et. Eğer Türkiye'nin alışmadığı bir şey isterlerse de ver! Yeter ki doğru dürüst adam olsun” dedim. Parlar bana 150 kişilik bir liste getirdi. Biz o 150 kişinin aşağı yukarı hepsini teker teker ikna ede-rek aldık. Aynı taramayı Avrupa üniversitelerinde de yaptık. Yabancılara da imkân verdik. Sonra YÖK onları kaçırttı. “Her profesör eşittir” diyorlar. Dünyanın en büyük yalanı! Hepsi birbirinden farklıdır. Biri ezberci, el âlemden duyduğu lafı 40 yıl satar. Diğeri her gün yeni bir şey yaratır. Yaratan adama dünyayı vereceksin!

Sizden önceki dönemde (1956-61) dokuz rektör ve vekil gidip gelmiş. Bu dönemde bütçeyi kullanmadan iade eden yöneticiler bile var.
Ben 18 Ekim 1961'de Milli Birlik Hükümeti'nin maliye bakanıyken ODTÜ'ye atandım. Ancak bu hükümetin görevi bıraktığı 21 Kasım 1961’e kadar bakanlığa devam ettim. Bu arada yeni hükümete yardımcı olmak üzere devletin 1962 bütçesini hazırlıyorduk. Milli Eğitim Bakanlığı ODTÜ için beş milyon lira yatırım ödeneği ayırmış. Kardeşim ben üniversiteye gideceğim, beş neye yeter? Maliye bakanı olarak kendi elimle o rakamı çizip, 32 milyon yaptım. Daha sonra koasliyon hükümeti göreve geldiğinde bu miktar büyük tartışma konusu oldu. İndirmek istediler. Adalet Partili genç milletvekili İsmet Sezgin, “Ben Aydın Belediye Reisi iken yıllık 3 milyonluk yatırım ödeneğini bile zor harcardık” diyor. Ben de daha ileri gittim ve “32 milyonluk ödeneği sarf edeceğim, sizden bir 32 milyon daha isteyeceğim ve gerekirse de 30 milyon da borçlanacağım” dedim. Komisyondan, ikinci ödenek garantisi istedim. İddiaya girdik. Paranın hepsini harcadım ve ben kazandım. Ama komisyonun ricası üzerine sadece 5 milyon ek istedim. Çünkü başka yerden para bulmuştum. Sonra üniversiteye geldim, “Efendim biz o kadar parayı ne yapacağız. Bizim zaten geçmiş yıllardan birikmiş altı milyon paramız var” diyorlar. Onların tembelliği bizim avantajımız oldu.

Neden bu kadar hızlı?
Türkiye'de adamı fazla yaşatmazIar, bir mevkide fazla durdurmazlar. Ben buna inanırım. Bakın ilk dört yılında ODTÜ'de 30 binanın temelini atmışımdır. Bunların da 25’ini bitirmişimdir. Çünkü insan hayatı da kısa, çalışma süresi de. 60 yaşından sonra ODTÜ'ye girmezsiniz. Göreve geldikten iki gün sonra (23 Kasıın 1961) üniversitenin master planını kazanan mimarimiz Behruz Çinici’den ilk üç binanın (Mimarlık Fakültesi ve iki yurt binası) projelerini istedim. 3 Aralık 1961’de ilk ağaçlar dikilmeye başlandı.

Türkiye'de bir adamı fazla yaşatmazlar… Bütün hızımla çalıştığım bu dönem mütemadiyen hücumları da karşılamakla geçmiştir

Yine aralık ayında kampus arazisi içinde kalan Yalıncak köyünde arkeolojik kazı başladı. 12 Mart 1962'de Mimarlık Fakültesi'nin temelini attık. Ben bir Batı üniversitesinin rektörünün şansına sahip değildim, öyle 20-25 sene çalış çalış… Bütün hızımla çalıştığım bu dönem mütemadiyen hücumları da karşılamakla geçmiştir. Eğitim dilini, sistemimizi değiştirmek istemişlerdir, mali sistemimizi bozmak istemişlerdir. Her taraftan hücuma uğradık.

 

Kampusün mimarı Behruz Çinici sizin için “O olmasaydı, bugün ben olmazdım” diyor.
Behruz, master planı ODTÜ'ye vermiş fakat ortada sorumluluk alan olmadığı için tastik etmemişler. Ben haber yolladım “Sayın mimar, biz bu binaları artık yapmaya başlıyoruz. Projelerinizi bu sene (1961) bitmeden bana getirin” dedim. Behruz ve eşi Altuğ bir gün ağlamaklı bir vaziyette bana geldi. Ben onları daha önce görmemiştim. “Efendim size allahaısmarladık demeye geldik. Proje üzerindeki haklarımızdan da vazgeçtik” dediler. ODTÜ inşaat Reisi Muhittin Kulin, Behruz’a ısmarladığım projeleri “Böyle proje mi olur” diyerek, hem de karısının yanında yüzüne fırlatmıştı.

Önce onları sakinleştirdim sonra projelerini anlatmalarını istedim. Yarışmayı kazanan master planı da incelemiş ve çok başarılı bulmuştum. Mimarlık Fakültesi için çizdikleri proje de olağanüstüydü. Bu genç iki mimar, çalışmalarından dolayı kutladım ve “Merak etmeyin. Bundan sonra sorumluluğu ben alıyorum. Sizin bu üniversiteye daha pek çok hizmetiniz olacak” dedim. Kampuse ait hemen bütün mimari ve mühendislik projelerinin yapımını yetenekli ve çok çalış-kan olduklarını gözlemlediğim Çinici çiftine verdim. Bir mimar kendi eserlerini nasıl yaptırır? Hilesiz değil mi? Müteahhitler öyle bir hizaya girdiler ki! Bana şikâyete geldiler mi “Çok iyi etmiş” derdim. Behruz binaları çok iyi ve tam zamanında yaptı, son derece titizdi. Bazı yerlerde ileri gitmiş olabilir. Bir keresinde yapılan binayı “yıkın” demiş. O yapıyı tıraşlayarak kurtardık.


Sizle birlikte “gecekondu üniversite” izlenimi unutuluyor, olumluya dönüyor. Fakat çok geçmeden işler değişmeye başlıyor. Neden?
Bunun nedeni Türkiye'deki siyasi havanın değişmesi. Örneğin Meclis'e gidip komisyonda bütçemizi belirliyoruz. Bizim arkamızdan bütçeyi kısıyorlar. Ünivesitede yabancı dille eğitimi yasaklayan kanun çıkıyor, bununla mücadele ediyoruz. Adalet Partisi bana muhalif. Bu nedenle 1966'dan sonra işler yavaşladı.
Yeni ODTÜ Mütevelli Heyeti daha ilk günden elimi kolumu bağlamaya çalışıyor. Ama ben artık Kemal Kurdaş olarak oradaydım. Öğrenci gösteri de yapsa ben meydana çıktım mı, “Hoca buyur” derdi. 1967'de zaten işin çok büyük kısmını bitirmiştim. 1969 yılında ayrıldığımda içimde “yapamadım” dediğim bir şey kalmamıştı.

1968 yılında Büyükelçi Robert W. Komer'in aracının yakılması o ana kadar üniversiteye destek olan ABD için bir hayal kırıklığı yaratmadı mı?
Bu olaydan tam bir gün önce Komer 15-16 milyon dolarlık bir Amerikan yardımını imzalamıştı. ODTÜ bu parayı beş yıl süreyle kullandı. Vietnam Savaşı'ndan sonra sosyalist kamp Türkiye'de de güçlenince bu ODTÜ'ye yansıdı. Çocuklar bir işe girdiler mi uç noktalarda davranıyorlar, doğaları o. Bizim başarımızı her kurum gibi Amerika da takip ediyordu.

ABD Büyükelçisi Komer'in arabasını Türk İçişleri yaktı. Buna eminim

Ben de onlara yeterli ilgiyi gösteriyordum. Az değil, arada üniversiteye aktarılacak 15 milyon var. Israrla ODTÜ'ye gelmek isteyen Komer'i iki ay boyunca oyaladım. Ve gelişini gizli tutarım sanıyordum ama tutamamışım. Çünkü Türk İçişleri hangi saatte geleceğini dahi biliyordu. Arabanın yakılmasında Emniyet’in en az iki tane adamı var. Buna eminim. Çünkü bizim personel dahi yemeğe gelen adamın Amerikan büyükelçisi olacağını bilmiyordu. Oysa biz yukarıdan arabanın yanışını seyrederken bir komiser rektörlüğü arayarak müdahale için izin istedi. Benim bilgim ve iznini olmadan okula girmiş ve Mimarlık Fakültesi'nde bir odaya yerleşmişlerdi. İzin vermedim. Birkaç dakika sonra bu kez İçişleri Bakanı Faruk Sükan aradı. “Üniversiteye çağırıp elçiye komplo hazırladın” dedi. “Üç beş kendini bilmez yaptı” dedim. “Elçinin hayatı tehlikede, 250 polisimle müdahale edeceğim” dedi. “Polisinizi üniversiteye sokmam. Girerseniz kan dökülür” dedim. Israr etti. “Elçinin hayatı ve emniyeti benim teminatım altında” dedim. Telefonu kapattı. O olayları devlet düzenledi, buna eminim.

Bir önceki görüşmemizde “ODTÜ 'ye yeni bir şans daha verilmeli” demiştiniz. Neden?
Ortadoğu, “Türklerin yükseköğrenimde yaptığı en büyük devrimdir. Türkiye'nin 19. yüzyılda yüzünü Batı'ya dönmesinden sonra yaptığı en önemli devrimlerdendir. Verdiği hizmet Ortadoğu'nun büyüklüğünden çok, diğer üniversitelerdeki düşüştendir. Son yıllarda devlet üniversiteleri kuruttu. Ortadoğu'ya daha esnek olma şansı verilmeli ve yeni bir hamleyle dünyanın en büyük araştırma merkezlerinden biri haline getirilmelidir. Ama devlet bunu sağlamıyor. İçlerinden bir kısmı hâlâ ODTÜ'ye düşman tabii. Kabinedeki ODTÜ’lülerin bir kısmının bu okuldan mezun olduğuna inanmak bile çok zor! Türkiye’deki gelişmeler beni çok endişelendiriyor ama ODTÜ benim ümidimi canlı tutuyor •

ATLAS, Haziran 2006, Sayı: 159, Sf 78-84
Bozkırda Tek Başına: Kurdaş


5 Yorum

  • ODTU'lu olmak, bu tarihi bilmek ve sahip cikmak demek. Buyuk adammis Kemal Kurdas, huzur icinde yatsin.

  • Bu günlerde daha çok Kemal Kemal Kurdaş'lara gereksinimimiz var. Toprağı bol olsun,huzur içinde yatsın.

  • Sayın Kurdaş,huzur içinde yat.Attığın temel dipdiri ayakta.Ben o yıllar AÜ Veteriner Fakültesi öğrencisi idim.Sizin öğrencilerinizden bazıları ile Yıldırım Bayezıt öğrenci yurdunda kalırdık.Bir çok şeyi bu röportacı okuduktan sonra iyice anımsadım.

  • Odtü nün bu yapılanma sürecinde Mimarlık Fakültesi Hocalarımızdan zamanında Ağaçlandırma Müdürlüğü yapmış olan rahmetli ALADDİN EGEMEN hocamızın da yüzde sekseni ağaçlandırılmasında ve peyzajında emeği unutulmamalı.

Yorum yazın