Sanat

Toplumun televizyonla imtihanı

Yazan: Elif Akgül

İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Haberciliği ve Programcılığı Bölümü Öğretim Görevlisi Haluk Üçel’in “Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon” belgeselinin uzun versiyonu ilk kez 3 Kasım 2008’de üniversitenin Kuştepe yerleşkesinde gösterildi. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti 1980’de Devlet Başkanı Josip Broz Tito’nun ölümünün ardından 1991 yılı itabariyle dağılmaya başladı. Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya’nın ardından 1992’de ülkede düzenlediği referandum sonucu Bosna-Hersek […]

İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Haberciliği ve Programcılığı Bölümü Öğretim Görevlisi Haluk Üçel’in “Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon” belgeselinin uzun versiyonu ilk kez 3 Kasım 2008’de üniversitenin Kuştepe yerleşkesinde gösterildi.

Yugoslavya Federal Cumhuriyeti 1980’de Devlet Başkanı Josip Broz Tito’nun ölümünün ardından 1991 yılı itabariyle dağılmaya başladı. Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya’nın ardından 1992’de ülkede düzenlediği referandum sonucu Bosna-Hersek de bağımsızlığını ilan etti. Referandumu da boykot eden Bosnalı Sırplar bunun üzerine Bosna’da Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan ettiler. Böylece 3 yıl sürecek bir iç savaş başlamış oldu.

1995’te Dayton Anlaşması’yla sona eren iç savaşın ardından Bosna televizyonlarının ellerinde sadece yıkık binaları ve imha edilmiş vericileri kalmıştı. O günden bugüne Amerikan ve Avrupa Birliği fonlarından gelen yatırımlarla irili ufaklı bazıları kendi ayakları üzerinde durabilen televizyonlarını yarattılar.

Haluk Üçel’le Bosna örneğinde, toplumla birlikte yeni bir televizyonun nasıl inşa edildiğini ve medyanın toplum üzerine etkisini konuştuk.

Şavaş öncesinde Saraybosna’da televizyon nasıl bir yapıya sahipti?

Sosyalist rejim içerisinde televizyon da basın da kapitalist dünyadan çok ayrı bir yapı içerisinde. Tek parti rejimi, Sovyet deneyiminden çok ayrı yaşanmış olsa da, onun haberlere hakim olması, “mind engineering” dediğimiz, tek tip hayat oluşturma projesi izleyiciyi doğal yaklaşımdan uzaklaştırıyor, yapay bir atmosfer yaratıyor. Hayatı algılama, siyasete katılma sadece tek bir parti tek bir görüşle mümkün. Bunun için televizyon da basın da bu partinin siyaseti doğrultusunda bir araç.

Sosyalizm sonrasında özelleşen televizyonların milliyetçilik akımı ve dönemin baskın siyasi ideolojileri üzerindeki etkisi neydi?
Bosna’nın Yugoslavya gibi çok yönlü bir etnik yapısı var. Zaten Dayton Anlaşması’yla da bu etnik yapıların temsiliyetiyle bir Bosna-Hersek oluştu. Tabii bu yapının üzerindeki tek parti baskısı kalkınca bu sefer kendi baskılarını yaratıyorlar. Sadece kendi etnik yapısıyla, kimliğiyle ilgili olan her şeye bakan ama diğerlerini “öteki” olarak gören bir yapı. Bunlar birbirlerini besleyen elementler. Zaten kendi milliyetçiliği de ötekinin milliyetçiliği üzerine kuruluyor.

Savaşın ardından apolitik herhangi bir ideolojiden bağımsız özel televizyonculuğun yayılışının sebebi nedir?

Savaşın geride bırakılmasının, özgürlüğün getirdiği bir duygu var ortada ama bir taraftan da bir kaçış söz konusu. Çünkü üç yıl çok korkunç şartlarda yaşanmış bir savaş var. İzleri hâlâ canlı, savaş bitince sona ermiyor. Göç edenler geri dönüyorlar. Düşman safda yer alan komşular geri dönüyor, aynı apartmanlara, aynı mahallelere. Bir kaçış yaşanıyor doğal olarak. Ama bir tarafta da kapitalist dünyanın düzenine uygun bir yaşam meselesi söz konusu. Ve televizyon bunun en önemli araçlarından biri. Buna sebep de televizyonun en ucuz ve en kolay ulaşılabilir eğlence aracı olması. Örneğin, özel televizyonlar Güney Amerika dizilerini getiriyorlar savaştan sonra Bosna’ya. Ve dizilerin yayınlandığı saatlerde kimse sokağa çıkmıyor. Tek kanal tekelinden kurtulduğu zaman izleyici şaşılacak bir şekilde Güney Amerika dizilerinin en iyi izleyicisi oldu.

Bu değişim sürecinde Bosna televizyonlarında siyasi anlamda tarafsız yayıncılık adına bir oto kontrolün olduğunu söyleyebilir miyiz?

Son yerel seçimlerde yine milliyetçi partiler güçlenerek kazandılar. Devam ediyor milliyetçilik. Çünkü karşısında pek fazla rekabet edecek bir şey yok. Onların yayıncılığı bence kendi içlerinde demokratik mücadeleyi açma mücadelesi gibi. Tabi onda da bir seçicilik olabilir.

Uluslararası toplumun bu yönde bir talebi var mı?
Barışın oluşturulması sürecinde Avrupa ve Amerika beraber çalıştı Bosna’da. Şimdi orada Amerikalıların ve Avrupalıların yeni bir ülke inşası söz konusu. Bu yeni ülkenin inşası sırasında Amerika’nın ve Avrupa’nın önerdiği formüller var. Amerika ticari televizyon yayıncılığını öneriyor ve bir şekilde onun kurulması için finansman, uzmanlık alanı ve diğer alanda yatırım yapıyor. Avrupa Birliği de “Bosna Hersek zaten Avrupa Birliği’ne bir gün üye olacak” diyor. Avrupa’nın içinde, Güneydoğu Avrupa’da. Onun için burada “Avrupa Birliği standartlarına uygun bir yayıncılık kuralım” diyorlar. Ama hiçbiri diğerine karşı çıkmıyor. O alanda bir özgürlük söz konusu. Bir kanal Amerikan sisteminde yayın yaparken diğeri de Avrupa Birliği yayıncılık sisteminde yayın yapmaya başlıyor.


“İzleyici televizyonda yaratılan efsaneler üzerinden hayatı anlamak istiyor”


Saray Bosna’da savaş sırasında ve sonrasında da milliyetçilerin kendi propagandalarını yaptıkları özel televizyonlar vardı. Siyaset, ideoloji ve TV yayıncılığı arasındaki ilişkinin, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de örnekleri var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Haberin bir kere bağımsız olması lazım. Bağımsız ne demek? “Fairness” dediğimiz hakkaniyet kurallarına uygun olması lazım. Haberin devlet mi, ordu mu neyse tüm güçlere mesafeli olması ve eşit mesafeli olması lazım. Haberin özel bir sorumluluğu var: Bilgilendirmek. Ne için? Bilgilenecek bir vatandaşın demokratik bir sistemde katılımcı olabilmesi, kendi hayatını, ülkenin içinde gelişen durumları daha iyi bir hale getirmesi için; ekonomik ve sosyal açıdan daha yaşanılabilir kılabilmesi için.

Halbuki bizde, özellikle de haberlerde yoğun bir milliyetçilik eğilimi görüyoruz. Bu, haberin tabloitleştirilmesi dediğimiz kavram var. Eğlence üzerinden gerçeğin tekrar kurulması söz konusu. Eğlence üzerinden bazen gerçek olmayan efsaneler yaratılıyor. İzleyici bu efsaneler üzerinden hayatı anlamayı hedefliyor ama bunu da tabi bir ideoloji çerçevesinde, milliyetçilikle yapıyor. Özellikle özel televizyon, eğlence televizyon haberciliği bunu sınırsız kullanıyor. Bir taraftan çok iyi reyting alıyor çünkü uzlaşı bunun üzerine kurulmuş. Böyle bir kitle uzlaşısı var ve onunla ters düşecek hiçbir şey söylemiyor. Kitleler, siyasete yakın olduklarını düşünürken siyasetten uzaklaşıyor. Çünkü haberde siyasetçi bir ünlü gibi kurgulanıyor. Halbuki onlar vatandaşların seçtikleri temsilciler. Onlar ne şarkıcı ne sanatçı ne oyuncu. Bu çerçeve içerisinde siyasetle ilgilenmeyi düşünen vatandaş siyasetten koparak bu demokratik tartışma ortamına da girme imkanını kaybediyor.


“Günlük siyasi televizyon”

Siyaset medya ilişkisi, zaman zaman bir çatışma ortamı da doğruyor. Ülkemizde de yakın dönemde bunun örnekleri çoğaldı.
Türkiye’de özel televiyonların kuruluşundan beri yapısal bir sorun yaşanıyor. Çatışma, bunun bir sonucu. Şu anda tekelcilik gibi bir durum söz konusu. Bir grup, pastanın büyük dilimine sahip. Öte yandan iktidar da kendi medyasını oluşturma çabasında. Siyasi grup ya da iktisadi grup, kendi çıkarını kendi imkanlarıyla destekliyor.

Türkiye’de özel televizyonculuk çoğunlukla yazılı basından televizyona geçişle kurulan bir yapı idi. Örneğin çok bilinen gazetenin adı altında bir yazı vardır: Günlük siyasi gazete. Televizyonlarımız da aynı “günlük siyasi televizyon” mantığıyla kuruldu. Oysa televizyon kesinlikle yazılı basınla bu şekilde bir araya gelemez. Televizyon kamusal alana sınırsız yayın yapan en rahat ulaşılabilen, en etkili araçlardan bir tanesidir. Gazetelerde köşe yazarları kendi yorumlarını düşüncelerini o gazetenin politikasının yönünde yazabilirler. Bir siyasi parti bile gazete çıkarabilir. Bu zaten demokratik yaşamın bir parçasıdır. İsteyen alır oku. Ama televizyonda herkes istediği kanalı izlese de haber programının gerçeği yansıttığı düşünülmektedir. Çünkü göz gördüğüne inanır. İnandırıcılığı vardır. Duyduğuna inanır. Fakat televizyonculuk tamamen profesyonel gazetecilik normların dışında; çoğunlukla çarpıtılmış, belli bir endişeyle politik, siyasi, neyse yapılmış. Belli bir grubun menfaatlerini temsil eden bültenler haline gelmiştir. Ancak bunların taraftarları onları izler. Fakat bu arada durum tekrar ettikçe kendini güçlendirir. Diğer taraftan diğer izleyicileri de kendine çekebilir. Ve çok etkili olması nedeniyle demokratik tartışma alanını bloke eden bir işlev görmeye başlamıştır. Bu alanı açmak yerine kapatan, içine kapanan, milliyetçi olsun şu olsun bu olsun, kendi kendine bir dünya çizip onun içinde yaşamaya başlayan, tamamen gruplara ayrılan bir toplum yaratır. Bu da kamusal alan için, demokrasi için kabul edilemez bir şeydir.

Kosova’nın bağımsızlığı üzerine Türkiye’deki pek çok kanal olumlu hatta bağımsızlığı kutlar nitelikte yayın yaptı. Aynı kanallar, örneğin, Türkiye’deki azınlık sorununa aynı yaklaşımı sergilemiyor. Bu tutarsız bir durum değil mi?
Kosova var. Kıbrıs var. Ulusal politika içerisinde pek çok sorunlar var. Ama Türkiye burada Kosova’nın bağımsızlığını destekleyen, ilk tanıyan ülke olarak kendi yaşadığı politik gerçeklerle, tezleriyle çatışan bir konuma getirir kendini. Artı orada Müslüman-Türk azınlığın olması söz konusu. Fakat bir taraftan da Avrupa Birliği içinde oldukça çok sayıda üye ülke Kosova’nın bağımsızlığını tanımadı, imzalamadı. Bence Avrupa Birliği’ndeki ilk çatışmalardan, çatlaklardan biri Kosova’dır. Ama Türkiye daha üye değilken, orada kendi etnik yapısı olması nedeniyle bunu hemen kabul etmiş, tanımıştır. Ama Türkiye’nin kendi sorunları ortada. Kendi ulusal politikamıza karşı tezleri güçlendiren durumu biz bir şekilde açmışızdır.

Yorum yazın