Genel

Yargıtay: “Resmi görüşü sorgulamak suç değil”

Yazan: HaberVs

Anadolu Ajansı Eski Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Alt Komisyon Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran’ın “Azınlık Raporu” nedeniyle “Türklüğü aşağılama”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan beraatlerine ilişkin kararı onaylayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun gerekçesi açıklandı. Prof. Kaboğlu, 2004’te hazırlanan raporu basın toplantısında okurken, Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, […]

Anadolu Ajansı

Eski Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Alt Komisyon Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran’ın “Azınlık Raporu” nedeniyle “Türklüğü aşağılama”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan beraatlerine ilişkin kararı onaylayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun gerekçesi açıklandı. Prof. Kaboğlu, 2004’te hazırlanan raporu basın toplantısında okurken, Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, raporu Kaboğlu’nun elinden alıp yırtmıştı. Kaboğlu, “fiziksel şiddete maruz kaldığı ve sözünün kesildiği gerekçesiyle” basın toplantısını yarıda kesmiş, daha sonra bu rapor üzerine Kaboğlu ve Oran hakkında “Türkiyelilik üst kimliği” önerdikleri gerekçesiyle dava açılmıştı. İddianameyi hazırlayan Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan, rapordaki “Sevr Paranoyası” kavramına atfen, “Bu raporda, azınlıklar yönünden ileri sürülen taleplerle, yurdumuzu işgal altına sokan Sevr Antlaşması’nın azınlıklara ilişkin hükümleri büyük benzerlikler göstermektedir. Böyle bir benzerlik karşısında Sevr paranoyasına kapılmanın yadırganacak bir yönü yoktur” demişti.

Özgürlük, demokratik toplum için zorunlu bir tedbir”

Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesinde tanımlanan “Türklüğü aşağılama” suçu yönünden Adalet Bakanlığının izin şartı oluşmadığı gerekçesiyle Kaboğlu ve Oran hakkındaki davanın düşürülmesine karar vermiş, her iki sanığın TCK’nın 216. maddesinde tanımlanan “halkı kin ve düşmanlığı tahrik” suçundan beraatine karar vermişti. Kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesi, beraat kararını, suçun maddi ve manevi unsurları oluştuğu gerekçesiyle bozmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine dosyayı görüşen Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise itirazı kabul ederek, yerel mahkemenin beraat kararını onamıştı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun onama kararının gerekçesinde, düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek uluslararası hukuk ve gerekse ulusal hukuk alanında ayrıntılı düzenlemeler bulunduğu hatırlatılarak, bu düzenlemelerden alıntılar yapıldı.

Gerekçede, bu normlar birlikte değerlendirildiğinde; özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olduğu belirtilerek, “Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabii tutulacağı”nın anlaşıldığı vurgulandı. Gerekçede, “Bu bağlamda; günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, ifade özgürlüğü gittikçe daraltılan kısıtlamalar dışında geniş bir yelpazeyle korunmakta ve anılan özgürlüğün sağladığı haklardan bireyler ve toplumlar en geniş şekilde yararlandırılmaktadır” denildi.

Bilimsel içerik taşıyor

Olayda sanıkların, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunda görevli olduğu, Kurul’un, oluşumu ve çalışmalarını düzenleyen normlar gereği olarak, kendi içinde 13 ayrı çalışma grubu oluşturarak çeşitli raporlar hazırladığı hatırlatıldı. Çalışma gruplarının hazırladığı raporun, nihai olarak Kurul tarafından değerlendirildiği, müzakere edilerek son şeklini aldığı, oylandıktan sonra yeterli çoğunluk sağlanması halinde işleme konu edildiği ve kamuya açıklandığı ifade edildi. Yargılamaya konu raporun da yasadan kaynaklanan görev çerçevesinde, açıklanan çalışma yöntemiyle yaklaşık 1.5 yıllık bir süreçte, “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” tarafından hazırlandığı belirtilen gerekçede, Baskın Oran’ın bu çalışma grubunun sözcülüğünü üstlendiği, İnsan Hakları Danışma Kurulunun Başkanı İbrahim Kaboğlu’nun ise Kurul adına açıklama yapma hak ve yetkisine sahip olduğu kaydedildi. Sanıkların, bilim adamı ve akademisyen kimlikleri gözetilerek ve insan hakları konusunda yaptıkları geçmiş çalışmaları nedeniyle Kurulda görevlendirildiklerinin açık olduğu vurgulanan gerekçede, “Bu nedenle hazırlanan raporun, sanıkların akademisyen kimlikleri nazara alındığında bilimsel içerik taşıdığı kuşkudan uzaktır” denildi.

Alt kimlik üst kimlik çatışmasına son

Yargılamaya konu raporun içeriği bir bütün halinde değerlendirildiğinde; çalışma grubunun konusu itibariyle “azınlık” kavramının sorgulandığı, uluslararası normlar çerçevesinde ulusal düzenlemelerin ve uygulamaların değerlendirildiği ifade edilen gerekçede, bu kapsamda ulusal düzenlemelerde yer alan azınlık kavramının ve buna bağlı olarak da uygulamanın değiştirilmesinin, kültürel hakların tanınması çerçevesinde ana dilde yayın hakkının genişletilmesinin önerildiği belirtildi. Raporda ayrıca, “ulusal, etnik kimlik tanımlamasından vazgeçilerek farklı bir yöntemin benimsenmesi, böylece alt kimlik-üst kimlik çatışmasına son verilerek, farklı kimlik ve kültüre sahip bireylerin kendi kimliklerini koruma ve geliştirme haklarının güvence altına alınması gerektiğinin” ileri sürüldüğü aktarıldı.

Resmi görüşü sorgulamak suç değil”

Gerekçede, şu tespitler yapıldı: “Bilimsel içerikli ve yapılan görevle ilgili hazırlanan raporun, bu haliyle resmi görüşü sorguladığı, suç teşkil etmeyecek tarzda ve ifade özgürlüğü sınırlılığıyla eleştirdiği ve değiştirilmesini önerdiği açıktır. Raporun içeriğinde yer alan görüşlere ve getirilen önerilerin benimsenme ya da reddedilme gibi değişik değerlendirmelere konu olması doğaldır. Ancak, her ne kadar resmi görüşü sorgulasa ve Devletin anayasa ile belirlenen temel görüşüyle yer yer çelişerek bu düşünceleri redde yönelmek suretiyle değiştirilmesini istese de yasada açık bir sınırlılıkla ifade edilen farklılıkları yek diğeri aleyhine kin ve düşmanlığa yöneltecek şekilde şiddet içermediği gibi, herhangi bir kişi ya da zümreye anılan farklılıklar çerçevesinde şiddet tavsiyesinde de bulunmamakta, tam tersine, ulusal anlamda birliğin önerilen bu düzenlemeler sonucunda gerçekleşeceğini, bir düşünce açıklaması olarak ortaya koymaya çalışmaktadır. Rapor, şiddet çağrısı içermemesi nedeniyle ‘kamu düzeni’ ya da ‘kamu güvenliği’ açısından açık ve yakın bir tehlike taşımamaktadır.”

Şiddet değil tartışma çağrısı

Basın açıklamasına konu metnin ise; Kurul tarafından oylanarak resmiyet kazandırılan raporun özeti ve kamuoyuna duyurulması olduğu ifade edilen gerekçede, “İçeriği itibariyle şiddet çağrısı taşımak bir yana tam tersine raporun fikri zeminde tartışılması gerekliliğinin vurgulandığı görülmektedir. Raporun hazırlanış sürecinin ve özetinin açıklanmış olması karşısında, farklılıklara yönelik şiddet çağrısı içermemesi nedeniyle ‘kamu düzeni’ ya da ‘kamu güvenliği’ açısından açık ve yakın bir tehlike taşımamaktadır” denildi. “Açık ve yakın tehlike” bakımından 5237 sayılı TCK’nın 216. maddesinin gerekçesi nazara alındığında gerek rapor nedeniyle gerekse basın açıklaması sonrasında ortaya çıkan somut bir tehlikenin de söz konusu olmadığına işaret edilen gerekçede, şöyle devam edildi:

Toplum kesimleri arasında oluşmuş ve ortaya çıkan bir infial, herhangi bir taşkınlık saptanmamış, kamu güvenliğini bozan herhangi bir somut olgu da meydana gelmemiştir. Okunan rapora karşı, kurulda görevli bazı kişilerden kaynaklanan ve raporu yırtma mahiyetinde şekillenen tepkileri ise farklı özelliklere sahip bir kesimin diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrikin ölçüsü ve tezahürü saymak da olanaklı değildir.
Açıklanan ilkeler doğrultusunda, raporun ve basın açıklamasının düşünce açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. İçeriğine ve ileri sürülen görüş ve önerilere katılmak ya da bunları benimsemeyerek reddetmek olası ise de konunun bilimsel şekilde ele alınması bir kamu görevi gereği hazırlanmış olması, içeriğinde, yasada öngörülen farklılıkları yek diğeri aleyhine kin ve düşmanlığa sevk edecek ve kamu güvenliğine yönelik açık ve yakın bir tehlikeyi ortaya çıkaracak şiddet çağrısını içermemesi karşısında, gerek 765 sayılı TCK’nın 312/2. maddesinde gerekse 5237 sayılı TCK’nın 216/1. maddesinde düzenlenen suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Bu nedenle Yerel Mahkeme tarafından, aynı gerekçelerin dayanak tutularak sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi usul ve yasaya uygundur.”

“Millet, alt kimliği ret anlamına gelir” muhalefeti

Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinin karşı oy gerekçelerinde ise “millet sözcüğü alt kimlikleri ret anlamına gelir” demenin, kamu düzeni, kamu güvenliği açısından tehlike yaratacağı vurgulandı. Karşı oy gerekçesinde şu görüşlere yer verildi:
“Etnik ve kültürel çeşitliliği barındıran Türkiye’de bu çeşitliliklerden bir veya birkaçı diğerleri aleyhine öne çıkartılır ve alt kimlik azınlık olarak kabul edilip daha fazla değer verilirse barışçı toplumsal birliktelik temel değerleri yok olur. Böyle bir farklılık ayrımı yapmak, toplumun bir kesimini diğer kesimi aleyhine veya halkı birbirine karşı kanun düzeni kamu güvenliği için tehlikeli olabilecek şekilde veya açık ve yakın bir tehlike oluşturacak şekilde düşmanlığa ve kin beslemeye alenen tahrik suçunu oluşturacaktır. Suça konu rapor, alt kimlik, üst kimlik ayrımı yapmak, millet kavramının bölünebilir olduğu vurgulanmak, anayasa ve yasalarımızda olmayan yeni azınlık kavramına yer verilmek suretiyle eleştiri ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşan toplumda kaos ve şiddet oluşturabilecek nitelikteki içeriği ile toplumsal tehlike boyutlarına ulaşmıştır. Bu nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyız.”

Yorum yazın