Sanat

'Yolda'ki kuşak: Beat

Yazan: Gizem Dörtler

Beat kuşağının “peygamberi” Jack Kerouac ve “kutsal kitap” muamelesi gören eseri “Yolda” beyazperdede…

Bir değişiklik olmazsa önümüzdeki cuma (22 Mart) bir döneme damgasını vuran, o yıllar için hayli anarşist sayılan “Beat” kuşağını anlatan On The Road (Yolda)  isimli film vizyona girecek.

1950’ler Amerika’sının isyankâr Beat kuşağının isim babası da olan ABD’li ünlü romancı ve şair Jack Kerouac’ın yazıldıktan 6 yıl sonra yayınlanabilen eseri aynı isimle sinema uyarlaması olarak okuyuculardan sonra izleyicilerle de buluşacak. Yönetmen koltuğunda Walter Salles’in oturduğu filmin başrollerini Garret Hedlund (Neal Cassady) ve Sam Riley paylaşacak. Kristen Stewart, Amy Adams, Tom Sturridge, Alica Braga, Elisabeth Moss ve Kirsten Dunst ise filmin bilinen diğer oyuncuları. Filmden yola çıkarak hem Beat kuşağını hem de kuşağının “kutsal kitabı” sayılan Yolda'yı ve “Ben hayatım boyunca pranga mahkûmiyetinden kaçan köksüz bir ağaç oldum. Ne durmayı ne da aynı yolu geri katetmeyi severim” diyen Kerouac’ı anlatalım istedik.

Üç haftada yazılan kutsal kitap

Rivayet odur ki Kerouac, “Yolda gidişin sonu ve amacı yoktur, yolda olmak amacın kendisidir” diye özetlediği Yolda isimli eserini 1951’de üç haftada bitirmiş. Amfetamin ve sert kahve desteğiyle aralıksız süren, hatta Kerouac’ın değiştirmekle vakit kaybetmemek için daktilosuna kâğıt rulosu takıp yazarak, üç haftalık çalışmasıyla ortaya çıkmasına karşın kitap, dönemin toplumsal ve edebi klişelerini alt üst ettiği için yayımlanabilmek için 6 yıl beklemişti. 1947-1950 yılları arasında düzenden uzakta, başka bir hayatın peşindeki iki arkadaş Jack Kerouac ile ilham kaynağı Neal Cassady’nin Amerika’yı baştanbaşa kat ettikleri yolculuklarının gerçek hikâyesinin anlatıldığı kitabın okuyucusuyla buluşmasının gecikmesi, eserde eleştirel bir gözle anlatılan dönemin Amerikan kültürünün 6 yıl içinde bir hayli değişim geçirmesi gibi bir ironiyi de barındırıyordu. Kısa sürede yazılıp, hayli gecikerek okuyucusuyla buluşan caz, seks, uyuşturucu ve alkol temaları üzerinden Amerikan rüyasının sınırlarını değiştiren bu eserin yıllar sonra bir kuşağın kutsal kitabı olacağını, “…Daha gidecek çok yol vardı önümüzde. Ama önemli değildi, çünkü yol hayattır” diyen Kerouac da dâhil o dönemde hiç kimse tahmin edemezdi elbette. Kitabı yazan Kerouac ile yol arkadaşlarının oluşturduğu kuşak ile bu eseri kendilerine kutsal kitap belleyenler “Beat” diye anılıyor.

Edebiyatçı mı değil mi?

Geç yayımlanmasına karşın o dönemde hayli sansasyon yaratan eser edebiyat çevrelerini de ikiye böldü. Kimilerinin Ernest Hemingway’in mirasçısı olarak övdüğü Kerouac kimileri içinse edebiyatçı bile değildi. Ama edebiyatçı kabul edenin de etmeyenin de kabul ettiği gerçek eserin; otoriter bir devlet ve ahlak anlayışının izin verdikleriyle, suç ya da tabu sayılan her şeyi sonuna kadar yaşamak arasındaki çelişki ve boşluğun yolculuk değil yolla doldurarak insan yaşamının sınırlarını alt üst edebileceğiydi. O amansız çelişki ve boşluğun yolculukla değil yolla dolduğunu da kitapta yazılan şu cümlelerden anlıyoruz: “Bir yola neden çıktığınızı bilmiyor olabilirsiniz. Yoldaki bu kalabalığın içinde ne işiniz olduğunu bilmiyor, hatta bunu sormuyor bile olabilirsiniz. Yolun sonunu merak etmemek gibi bir dinginliğin, sonsuza kadar yürümeye yetecek bir gücün sahibi de olabilirsiniz. Sizi yolculuğa çeken yolun sonu değil, yolun kendi de olabilir.”

Düzenin dayatmasına karşı çıkan kuşak

Japonların düzenlediği Pearl Harbour baskını dışında kayıp vermediği savaşın bitiminin ardından Amerika’da endüstriyel büyüme ve buna bağlı olarak gelişme hız kazanmıştı. Baş gösteren “komünizm tehlikesiyle” birlikte yıllarca sürece olan soğuk savaşın Amerikan gençliğine etkisi ise sosyal ve politik baskılar ve ulusal birlik adına dayatılan tektipçilik olmuştu. Soğuk savaşın taraflarından biri olan ABD’de fazlasıyla hissedilen denetim, kontrol ve sansür genele yayılıp otokontrol ve otosansürü olarak sosyal hayata nüfuz etmişti. Elbette bu baskıların sonucu olarak yaşanan muhafazakârlaşma beraberinde cinsel baskıları da getirmişti. Cinselliğin söze vurulması bile imkânsız gibiydi. Evlilik öncesi ilişkilere karşı durulması sonucunda kadınlar erken yaşta evleniyor, eşcinselliğin varlığı reddediliyordu.

İşte böyle bir dönemde Beat’ler özgürlükçülüğü savunan, baskıya, ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşı bir felsefeyle ortaya çıktılar. Tüketim kültürünün giderek arttığı bir ülkede Beat’ler siyasi bir akım olmadan Amerikan maddiyatçılığını ve konformizmini ruhen ve sanat yoluyla kırmaya başladılar. Birbirine benzeyen özensiz giyim ve davranışları, caz şarkıcılarından aldıkları jargonlarıyla geleneksel ya da “eski kafalı” dedikleri topluma duydukları yabancılığı sergilediler. Dayatılan tüm ahlaki ve toplumsal değer yargılarının karşısında duruyor, yaşam tarzları ve sanatlarıyla bu duruşu belli ediyorlardı. Genellikle politikadan uzak kalarak toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen Beat’ler uyuşturucu, caz müziği, cinsellik ya da Zen Budacılığı yoluyla yoğun bir duyumsal uyanışa vararak kişisel kurtuluşu, arınmayı ve aydınlanmayı savundular. Kerouac’ın kitabında da anlattığı gibi seyahatlerini otostopla yapıyor, ülkeyi dolaşıyor,  cinselliğin tabu olarak görüldüğü dönemde her şeyi açık ve net yaşamayı tercih ediyor, caz müzik eşliğinde yaşanan uyuşturucu deneyimlerini aktarıyorlardı.

Tükenmişler mi yoksa arınmışlar mı?

Bu akımın yayılması ve bir kuşak olarak adlandırılması çok zaman almadı. Özellikle Yolda, yayımlanmasının ardından kısa zamanda benimsendi ve “kutsal kitap” muamelesi gören kült bir eser haline geldi. Başlangıçta, “meteliksiz, yersiz yurtsuz, başıboş, bitkin, umarsız, uykusuz, uyumayan, her şeyi derinlemesine algılayan, aşırı duyarlı, kendi başına, dışlanmış, tükenmiş” gibi anlamlarda kullanılan “Beat” sözcüğünün Jack Kerouac için anlamı başkaydı. Yazar, “arınmış, kutsanmış, mutluluk dolu” anlamına gelen ve ezilenlerin, dışlanmışların gizli kutsallığını vurgulamak için “Beatific” ya da “Beatnik” denilmesi gerektiğini söylüyordu.

Zaten “Beat Kuşağı” teriminin babasının da yine Kerouac olduğu söylenegelir. Söylentiye göre; Jack Kerouac 1948 yılında ilk defa, John Clellon Holmes ile sohbet ederken, “Bize Beat kuşağı denebilir” demiş. 1952 yılına gelindiğinde Holmes, The New York Times Magazine’de yayınlanan makalesinde “Bu, Beat Kuşağı” başlığını kullanarak ismin resmileşmesini sağlamış. “Beat”lerin neden bir kuşak olarak adlandırıldığını ise, akımı başlatan birkaç yazardan biri olarak bilinen ABD’li William Seward Broughs şöyle anlatır: “Beat yazarları, değişimin gerçek mimarlarıdır. Hiç şüphe yok ki; ülkede son kırk yıl boyunca yaşanan siyasi ve kültürel değişimin geniş resminin önemli bir parçası olan beat edebiyat hareketinin sonucu olarak, daha özgür bir Amerika’da yaşıyoruz.”

https://www.youtube.com/watch?v=N9vsE0llyBM

Konunun ilgilileri kuşağın liderlerini Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Gary Snyder, William S. Burroughs, Neal Cassady, Lawrence Ferlinghetti, Gregory Corso, Philip Whalen, Lew Welch, Diane Di Prima, Joanne Kyger ve Peter Orlovsky gibi edebiyat ve sanat çevrelerinin bildiği isimler olarak sayarlar. Kuşağın temsilcileri, bir deneyimi doğrudan doğruya yansıtabilmek için yazarın düşünce ve duygularını hiçbir tasarım ya da gözden geçirme olmadan yazıya dökmesi gerektiğini savunuyordu. Beat Kuşağı’nın ilk romanı John Clellon Holmes’ın Git adlı kitabı olsa da, kitap fazla ilgi görmemiş bu nedenle kuşağın en önemli hatta manifestosu olarak tanımlayabileceğimiz kitabı “Yolda” oldu. Kitap 1957’de yayınlandığında isimler değiştirilmiş ve kitabın bazı bölümleri kesilmişti. 2007’de yayımının 50. yılında yapılan yeni baskıda isimler gerçek haliyle ve içerik orijinaline en yakın haliyle yayımlandı. “Öylece ölüp gidemeyiz, insanın en azından şarap ve şiire ihtiyacı var” diyen Kerouac 1969’da alkol kullanımına bağlı olarak sirozdan öldüğünde 47 yaşındaydı. Kerouac’ın, bir dönemin ruhunu anlattığı dönüştürücü bir hareketi tanımlayan eseri Yolda’nın hem Amerika’da hem de yeryüzünün diğer ülkelerinde hâlâ okunduğundan kuşkumuz yok. Öyle ki Yolda’nın, Amerika’nın büyük kitapevlerinde genellikle raflarda değil de kasanın arkasında bulundurulmasının nedeninin İncil’den sonra en çok çalınan kitap olduğu söylencesindendir.

Yorum yazın