Genel

Batı, Türkiye’nin hangi “iç işi”ne karıştığında “küstah” olur?

Yazan: [email protected]

Alper Görmüş Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Türkiye’deki “Batı’ya rağmen Batıcılık” akımının, demokrasimiz bakımından neden ciddi bir tehlike oluşturmaya başladığını anlatıyordu dünkü (21 Nisan) yazısında. Oğur’un, tezine yazdığı gerekçeyi okuyunca ben de irkildim doğrusu: “Ümidini yitirmiş çaresiz bir âşıktan daha tehlikelisi ne olabilir?” Bu çevrenin önde gelen figürleri, Oğur’un da belirttiği gibi yaman bir çelişki […]

Alper Görmüş

Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Türkiye’deki “Batı’ya rağmen Batıcılık” akımının, demokrasimiz bakımından neden ciddi bir tehlike oluşturmaya başladığını anlatıyordu dünkü (21 Nisan) yazısında. Oğur’un, tezine yazdığı gerekçeyi okuyunca ben de irkildim doğrusu: “Ümidini yitirmiş çaresiz bir âşıktan daha tehlikelisi ne olabilir?”

Bu çevrenin önde gelen figürleri, Oğur’un da belirttiği gibi yaman bir çelişki içinde: Batı’dan ne zaman sivil siyaset ve demokrasi yönünde bir vurgu gelse bu kişiler kırmızı görmüş boğaya dönüyorlar. Fakat tam tersine, ne zaman “laiklik” yanlısı ya da iktidar partisi karşıtı bir ses gelse oralardan, bunu mutlulukla kaydediyorlar ve asla “karışmayın bize” demiyorlar.

Oğur, bu çevrelerin sembol ismi Ertuğrul Özkök’ün şahsında pek güzel saptamış yukarıda sözünü ettiğim çelişkiyi:

Ümidini yitirmiş çaresiz bir âşıktan daha tehlikelisi ne olabilir? Her an hepimize zarar verecek bir çılgınlık yapabilir. Yani demokrasimiz, tarihinde hiç olmadığı kadar tehlikede. Tedirginliğinizi artırmak istemem. Yine de herhalde herkesin kendisi hakkında yazıp çizmesinden acayip keyif alan Hürriyet’in genel yayın yönetmeninin bozulan psikolojisini hatırlatıp bundan sonra daha dikkatli olmanız için sizi uyarmalıyım.

Baksanıza, bir taraftan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin AKP kapatma davası karşısında yayınlayacağı bildirinin bir AKP’li vekilin talebi üzerine hazırlandığına ilişkin iddialar karşısında ‘çıldırdığını’ söylüyor, ‘Artık tiksiniyorum’ diyor, oturup ‘Kimmiş bu bildirici arkadaş, ortaya çıksın, yüzüne söyleyecek iki çift lafım var’ diye yazılar yazıyor. Ama diğer taraftan Türkiye’yi ziyareti sırasında Barroso’ya ‘AB’li yetkililer çevirip kendisine ulaştırır umarım’ diyerek arabesk bir üslupla dilekçeye başvuruyor, kendisinden Türk laiklerini destekleyen açıklamalar arz ve talep ediyor. (…) Çelişkinin biri bin para. Çaresiz bir âşıktan tutarlılık beklemek ne kadar doğru zaten?”


Çelişkinin ardındaki hissiyat?

Her ne kadar “yaman” gibi görünse de, gerçekte kavranması çok kolay bir “çelişki”yle karşı karşıyayız. Bence mesele şundan ibaret: Bizim, şimdi Batı’dan gıcık kapan geleneksel Batıcılarımızın aşkları aslında devam ediyor. Dolayısıyla “âşık”ın “ma’şûk”a karışmasında hakikatte gerçek bir problem yok. Problem şurada ki, “âşık” yanlış bir bilinçle “ma’şûk”un düşmanını dost bilmektedir. İşte ma’şûk buna dayanamamaktadır.

Böyle bakıldığında, Batı’dan gelen “laiklik” vurgularının ya da “birbirinizi yiyin; biz karışmayız”cı tavırların neden baş tacı edildiğini; keza Batı’dan gelen “demokrasi” vurgularının neden tu kaka ilan edildiğini anlamak kolaylaşır.

Bugünkü (22 Nisan) Hürriyet’in yan manşetine yerleşen şu haberdeki sevindirik tona dikkatinizi çekmek isterim:

Avusturya’dan dava desteği yok… BİZDEN HAKEMLİK BEKLEMEYİN… Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, ‘AKP hakkında açılan kapatma davası, Türkiye-AB müzakere sürecini nasıl etkiler?’ sorusuna şu yanıtı verdi: ‘Avrupalı ortaklardan siyasi polislik ya da hakemlik yapmasını beklemek söz konusu olamaz.’”

Cumhuriyet ve Neo-Con’cu Rubin

Başka bir örnek: “Bağımsızlıkçıyız, ulusalcıyız, kimse bize karışamaz, hödö hödö”cü çizginin lider gazetesi Cumhuriyet’in 15 Nisan tarihli sayısının manşetinde kim vardı biliyor musunuz? Gazetenin, spotta, “Neocon (yeni muhafazakâr) çizginin düşünce kuruluşlarından ‘American Enterprise Institute’ araştırmacısı” diye takdim ettiği Michael Rubin…

Neden manşet? Çünkü:

Michael Rubin, Fethullah Gülen’i, İran İslam Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni’ye benzettti. Amerikan yönetimini uyaran Rubin, ‘AKP hükümetini desteklemeyin’ çağrısında bulundu.”

Gördüğünüz gibi, mesele birilerinin “iç işlerimize” karışması değildir, mesele “iç işlerimize” ne surette karışıldığıdır.

Bu arada merak ettim, başka bir “kimse bize karışamaz”cı olan Tuncay Özkan’ın “Biz Kaç Kişiyiz” platformunun internet sitesinde mesele nasıl değerlendirilmiş diye baktım. Hiç öyle “Türkiye’de kimin iktidara geleceğine Türkiye halkı karar verir… Rubin efendi sen kendi işine bak” havasında değildi sitenin editörleri; baş köşeye itirazsız buyur edilmişti Rubin’in makalesi. Platform üyeleri de pek sevmişti iç işlerimize karışan bu Amerikalıyı:

İlk defa bir Amerikalıyı sevdim…”

Rubin bir uzman. Kendi konusunun uzmanı. Onun için gerçekleri görüyor…”

ABD’de demek aklı başında insanlar da var. Rubin baskı altında bunları rahatlıkla söyleyebildiğine göre hem aklı başında hem de laikliği özümlemiş bir insan. Gözünü hırs bürümüş diğer ABD’lilerin de başına.”

İlhan Selçuk’un Bush’a çağrısı

Gelin şimdi de Kasım 2006’ya gidelim ve seçime bir yıl kala (kafanız karışmasın; o zaman henüz 22 Temmuz seçimleri falan yoktu, 27 Nisan muhtırası ve “367 kriterleri” de yoktu, seçime hakikaten bir yıl vardı), “Aydınlanmanın bilge önderi, Türk bağımsızlığının güneşi” İlhan Selçuk’un yazdıklarına bakalım…

Selçuk’un 16 Kasım 2006 tarihli yazısının başlığı “Bush’un Türkiye Siyaseti Değişmeli…” şeklinde tasarlanmıştı. Şöyle yazıyordu Selçuk:

Bush, Ortadoğu’da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye’den başlaması aklın yoludur… (…) Atatürk ‘ün kurduğu çağdaş Cumhuriyette ‘huzur, denge, istikrar’, laiklik ve bölünmezlik güvenceye alındıktan sonra kurulabilir. Türkiye ancak böyle bir amaçta uzlaşma sonucunda Amerika’ya dostlukla bakabilir. Bush yönetimi dinciliği ve bölücülüğü kullanarak Türkiye’yi çekip çevireceğini düşünüyorsa, yanılıyor. (…) Amerika kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Bugün ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı görülmemiş biçimde yoğunlaştı, dinciler -iktidar dışında- ateş püskürüyorlar, ulusalcılar dincilerden geri kalmıyorlar. Bush yönetimi bir eliyle AKP’yi, öteki eliyle PKK’yi kullanarak Anadolu’da nereye varabilir?..”

Ne diyorsunuz? ABD’nin bölgesel çıkarlarına atıfta bulunarak onu Türkiye’de bir iktidar operasyonuna çağıran bu satırlar, günümüzdeki “gammazlama” tartışmalarına güzel bir örnek teşkil etmez mi?

Selçuk hızını alamayıp bir gün sonra da şu satırları kaleme aldı Cumhuriyet’te:

Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yi kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır… AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor… ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’ a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Sonuç:

İlhan Abi Amerika’yı Türkiye’de operasyona çağırırsa, bunun adı “laiklik mücadelesi”dir… Fakat iktidar partisinden birinin partisinin kapatılmasına karşı Avrupa Parlamentosu’nda lobi faaliyeti yürütmesi “vatan hainliği ve gammazlama”dır.

Birinciyi öpüp başınıza koyarsınız, ikinciden tiksinirsiniz…

Yorum yazın