Spor

Bu bir takım oyunu mu?

Yazan: Gökhan Tan
FIBA Europe

“Bu bir takım oyunu” diyor kaptan Hidayet Türkoğlu. Belli ki bu bunu tüm takım ve kenar yönetimi de benimsiyor. Peki o takım kaç kişiyle takım olabiliyor?

Yanılmıyorsam EuroBasket 2011’de oynağıdığımız ilk altı maçta beş faülle oyun dışında kalan oyuncumuz yok; yedinci Almanya maçında da olmadı. Aslında durum turnuvadaki diğer ekipler için de aşağı yukarı aynı; ama Türkiye için durum farklı. Bu “savunma basketbolu” oynayan bir takım için ilginç bir istatistik. Çünkü biz rakibi durdurup maçı kendi tempomuza uydurduktan sonra sayı bulmaya çalışıyoruz. Polonya maçı dışındaki tüm karşılaşmalar ve rakibi tuttuğumuz sayılar da bunu doğruluyor. Peki turnuvanın en sert savunmasını yapan ekibin faül sorunu yaşamaması mücadelenin yeterli olmamasına bağlanabilir mi?

Rakip potada heba olanlar

Cevap hayır. Yenilgilerin nedeni düşük şut yüzdemiz, özellikle de üç sayı ve serbest atışlar. Kendi potamızda akıttığımız teri, rakip potada heba ediyoruz. Her iki potada hiç de kötü olmayan ribaund istatistiğimiz skora yansımıyor.

Ama geride kalan yedi maçın beşinin kırılma noktası, şut yüzdesinin düşüklüğü değil. Türkiye yedeklere daha çok yer vererek, herkesin katkıda bulunduğu “takım oyunu”na daha çok şans tanıyor. İlk beş oyuncumuzun aldığı süreler rakibin yıldız oyuncularının aldığı sürelerden daha az. Şöyle anlatayım:

Yedi maç sonunda Türkiye’nin sahada en çok kalan oyuncusu Ersan İlyasova. Ersan, yedi maçta toplam 191 dakika sahada kaldı ve maç başına 27,3 ortalama tutturdu. Hidayet Türkoğlu onu toplamda 182 ve 26 dakika ortalamayla takip etti. Ve üçüncü Ömer Onan toplam 169 ve 23,9 dakika ortalamayla oynadı. Takımın turnuvadaki en etkili ismi Ömer Aşık 166 dakika sahada kaldı ile 23,7 ortalama tutturdu. Ve beşinci Kerem Tunçeri maç başına 21,3 ortalama ile 149 dakika oyunda kaldı.

“Yıldızlar” ve katkıları

Gelgelelim kenar oyuncularına bize kıyasla daha az yer veren ve kağıt üzerinde süreyi daha az paylaşan ve “takım oyununu daha az oynayan” rakiplerimizin durumu bizden daha iyi. Örneğin dün yenildiğimiz Almanya. Takımın -ve turnuvanın- yıldızı Dirk Nowitzki 204 dakika (ortalama 29,2), Chris Kaman 189 dakika (ortalama 27) oyunda kaldı. Almanya’da en fazla süre alan (210 dakika) oyuncu gard Heiko Schaffartzik ise Ersan İlyasova’dan 19 dakika önde.

Bir önceki maçta yenildiğimiz Fransa’da istatistikler daha bariz: Yenilgisiz ekibin lideri Tony Parker yedi maçta 237 (ortalama 33,9), Nicolas Batum 224 (ortalama 32) ve Boris Diaw 205 (ortalama 29,3) dakika oyunda kaldı. Türkiye’nin ilk beşinde bu üç oyuncuya yaklaşabilen yok. İspanya’da Marc Gasol 198 (ortalama 28,3) ve Carlos Navarro 190 (ortalama 27,1) dakika sahada kaldı. Bir maçta oynamayan Pau Gasol ise 26,2 dakika ortalama tutturdu.

İstatistik ne diyor?

Bu istatistikler bize şunu söylüyor: Rakiplerimiz, yıldız ve ilk beş oyuncularını daha çok oynatarak sonuca gidiyor. “Takım olma gereği” daha çok sayıda oyuncuya, daha çok süre veren Türkiye ise bu tercihinin karşılığını alamıyor. Yedekleri daha az oynatan Almanya Türkiye karşısında yedekleriyle 26, Fransa ise 28 sayı buldu. Türkiye bu maçlarda kenardan sırasıyla 24 ve 21 sayı buldu. Yani onlara daha çok süre verdi, daha az sayı attı.

Yarın “tamam-devam” maçına çıkacağımız Sırbistan’daki süre istatistikleri ise Türkiye’ye benziyor. Ancak sayı istatistikleri bunun tam tersi. Sırplarda skora sürekli ve tutarlı katkıda bulunan sekiz oyuncu var. İlk beş oyuncuları Nenad Krstic (119 sayı) ve bu sezon Anadolu Efes’te oynayacak Dusco Savanoviç (103 sayı) skorda aslan payına sahip. Ancak onları takip eden 6 oyuncu da 75 ila 50 sayıyla sonuçta etkili.

Türkiye’nin ilk beş oyuncularından Hidayet’in yedi maçta 77 ve Ömer Aşık’ın 67 sayısı var. Türkiye’nin sayı tablosunda tek istisna, kenardan gelip takımın en skoreri olan (78 sayı) Emir Preldzic. Ancak Preldzic istisnası da, kenarda oturan diğer altı oyuncunun performansının kaderini değiştirmiyor.

2010’dan bugüne

Asiller suskun, yedekler etkisiz. 2010 Dünya Şampiyonası’ndan Ersan 13,4, Hidayet 12,3 sayı ortalamasıyla oynamıştı. Litvanya’da bu ikili maç başına 9,4 ve 11 sayı ortalama tuturdu. Düşüş çok büyük fark yaratmazmış gibi görünüyor. Gelgelelim o fark yedeklerin katkısıyla, kaybetmeye yetecek kadar önemli hale geliyor. Sinan Güler 2010’da maç başına 6,5 atmışken, şimdiki ortalaması 0,6. Oğuz Savaş’da 6,1’den 5,5’e gerilemiş.

Sayılar herşeyi, örneğin Fransa karşısında galibiyeti getirmesi olası son topun oyuna sokulamamasını açıklamaz elbette. Kerem Tunçeri’nin formsuzluğu ve Ender Arslan’ın herşeye rağmen yetersizliği en büyük sorunun 1 numaralı pozisyonda olduğunu gösteriyor. Dünya 2.si olduğumuz 2010’da da aynı oyun kurucularla oynamıştık. Ama görünen o ki, 40 dakikayı daha çok oyuncuyla oynamak Türkiye’ye arzu edilen sonucu getirmiyor.

“Yedeklerin kendine güveni”

Sırbistan’ı yenebilmemiz için cesur değişimlere ihtiyacımız var. Öncelikle Preldzic’in daha fazla süre alması lazım. Ve Hidayet ve Ersan’ın (ama özellikle Ersan’ın!) aldıkları süreyi daha iyi kullanıp daha çok top kullanmasına… Ersan’ın Fransa ve Almanya maçlarında verdiği görüntü, hucümdan ziyade savunmaya yönelik görev üstlendiğiydi. Boş pozisyonlarda bile potaya bakmıyor. Ersan bu anlaşılmaz ürkekliğini attığı zaman eminim takım da ona uyum sağlar.

Dirk Nowitzki, yedeklerin 26 sayısıyla kazandıkları Türkiye maçının sonunda NTV ekranında “Önemli olan yedeklerin kendine güvenlerini korumasıydı. Bu maçı onların katkısıyla aldık” diyordu. Haklıydı. Yedeğin (Emir Preldzic) bize getirdiği tek maç, ilk gruptaki İspanya karşılaşmasıydı.

Kenardaki kıpırdanma Türkiye’nin çeyrek final anahtarı olur. Sırbistan karşısında kazanmamız, Oğuz Savaş ve Sinan Güler’in rakip potada daha çok varolmasıyla mümkün. Hemen kimsenin yıldızlaşmadığı ve oyuncuların da inandığı “takım oyunu” yedeklere de eşit sorumluluk veriyor. Eğer “bu bir takım oyunu” ise…

Yorum yazın