Gündem

Derviş, akrep ve biz

Yazan: Barış Uygur

Yahu ne diye akrebe yardım edersin, sokacağını bilmez misin?

Galiba bizi yakan meseller oldu.

 

Ben de köşesine, anlamlı bir şekilde ufka bakıyormuş gibi yapan ama sadece kakasını tutmaya çalıştığı izlenimini veren fotoğraflar koyan bir yazar olsaydım, emin olun “w2” yerine “Doğu meselle öğrenir, batı felsefeyle” gibi neresinden tutsanız dökülecek ama sağolsun üstad bellendiğim için kimsenin bir tarafından tutmayacağı abuk subuk laflar edebilirdim. Ne ki üstad değilim ve böyle hem iddialı hem kafiyeli gibi laflar etmeye de utanırım. Hatta o kadar utanırım ki “meselle / felsefeyle” kafiyesini göstermek için bile cümleyi devirmeye elvermedi gönlüm.

 

Mesel derken şu çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz, ilkokul çağlarında daha çok ibret aldığımız ama zamanla anlamlı gibi mesajlar içermeye başlayan hikâyelerden bahsediyorum. Aslını isterseniz ibret ve dehşet dolu meselleri severek dinlerdim. Sonra video yaygınlaştı, videosu olan komşularda toplanıp Yaşayan Ölülerin Adası, Hayalet Geminin Dehşeti (ve defalarca Evil Dead) gibi filmler izlemeye başladık, mesellere gerek kalmadı. Hani Sam Raimi olmasa, belki ilerleyen yaşlarda da ibret meselleri dinlemeye devam edecek ve belki de etkilenip bugün bambaşka bir adam olacaktım. İsterseniz burada bile bir hikmet bulabilirsiniz. (Belki şurada küçük mutlu bir hikmet vardır?)

 

Galiba bizi en çok yakan mesellerden biri, akrep ve dervişin meseli. Artık ilk kim anlatmış, kim kimden aktarmış; hiç araştırasım, sahibini bulup teşhir edesim yok, kusura bakmayın. (Kimse kusura bakmasın zaten) Hikâyeye göre, dervişin biri suya düşen bir akrebi kurtarmaya çalışıyor; akrep de doğal olarak dervişi sokuyor. Derviş bir daha deniyor, akrep yine sokuyor falan filan. Bunu gören sağduyulu vatandaşlar dervişe “Yahu ne diye akrebe yardım edersin, sokacağını bilmez misin?” diye soruyorlar.

 

Derviş de tıpkı yukarıda bahsettiğim kakasını tutan köşe yazarı gibi kasıla kasıla cevap veriyor: “Efenim o akreptir, onun fıtratı böyledir. Bense dervişim, benim fıtratımda düşeni kurtarmak var. Akrep akrepliğini yapıyor diye, ben dervişliğimi yapmayayım mı?”

 

Bize aktarıldığı hâliyle mesel burada bitiyor ve dinleyenler pek de ötesini düşünmeden “Vaay,” diyerek mesajı alıyorlar. Hâlbuki hikâyenin devamında eminim ki soruyu soran sağduyulu vatandaşlar, dervişin cevabının derin anlamı üzerine düşünmek yerine sadece “Hay derviş gibi kafanı senin,” demişlerdir. Zaten düşünecek ve dervişin verdiği cevabı gözden geçirecek olursak, dervişteki kibrin dağları aştığını, dervişin akrep sokmasa içine sığmayan gururundan öleceğini de görebilirsiniz.

 

Öncelikle burada bildiğin bir gerizekalıdan bahsediyoruz arkadaşlar. Köyün delisi ve kendini derviş zannediyor olabilir. Ha zaten bu iş öyle bir anda da olup bitmemiştir size söyleyeyim.

 

Meselin aslı

 

Bana kalırsa, hikâyemizdeki dervişin aklına nereden estiyse, köylünün, köyün muhtarının falan akrebe eziyet ettiği, akrebin horlandığı gibi bir düşünce gelmiş. Önce akreple beraber yaşanabileceğini, zamanla da akrepsiz zinhar yaşanmayacağını düşünmeye ve sağda solda söylemeye başlamış. Derviş akrebi öyle bir anlatıyormuş ki, akrebi tanıyanlar bile yavaş yavaş akrebin hâline, mağduriyetine acımaya başlamışlar.

 

Yine de bazı sağduyulu vatandaşlar akrebin tehlikelerine dikkat çekmiş ama bizim derviş ısrarla akrebi savunmuş. Herkes ikna olmayınca da artık savunmadan saldırıya geçerek akrebin tehlikelerini anımsatanları paranoyaklıkla, kafasızlıkla, cehaletle suçlamaya başlamış ve bazı insanları buna da ikna etmiş. Bir süre sonra akrebin tehlikeli olabileceğini dilinin ucuna getirenle herkes alay etmeye başlamış.

Bunu müteakip akrep, kendisinden hoşlanmayan köylüleri birer birer sokmaya başlamış. Milletin kaşlar kalkacak olmuş ama derviş hemen yetişmiş akrebin imdadına ve akrebin soktuğu bu insanların zamanında ne günahlar işlediklerini sabah akşam milletin kafasına kakmaya başlamış. Dervişe bakılırsa akrep sokuyormuş sokmasına ama hak edenleri sokuyormuş sadece.

 

Köylüden, “Yahu tamam akrebin soktuğu Çakır Ağa stokçuydu, Veli Ağa eşkıyaydı ama şu Türkân bacının, bizim Kel Ahmet’in ne kabahati vardı,” diyenler olunca bizim Derviş büyük bir ciddiyetle köylülerin daha bilmediği neler neler olduğunu, onların da kimbilir ne işlere karıştığını anlatmaya başlamış. Aklı pek kesmeyenlere de kurunun yanında yaşın da gayet tabii yanacağını söylemiş.

 

Dervişin desteğini ve altın tepsi içinde sunduğu meşruiyeti arkasına alan akrep, yavaş yavaş köyü de kendisine benzetmeye, köylüleri akrepleştirmeye başlamış. Günü geldiğinde de daha önce soktuğu eşkıyaların yetiştirmelerini, stokçuların da daha beterlerini yanına alıp artık yardımına gerek görmediği dervişi de sokuvermiş. Akrebin soktuğu dervişin yanında biten henüz akrepleşmemiş köylüler biraz da sinirle, “Ya bak gördün mü, biz sana söyledik, dinlemedin ama akrep seni de soktu,” demişler.

 

Derviş önce “Ya bu akrep başta iyiydi de sonradan şeyetti,” falan demiş. Köylülerden biri “Hadi lan oradan,” diye çıkışınca da utanmadan “Ya şimdi biliyorsunuz ben dervişim, dervişliğimi yaptım,” falan diye meselin bildiğiniz sonunu gevelemiş işte. Artık devamında ne olmuş, tüm köy akrepleşmiş mi yoksa köylüler günün birinde akrepten kurtulup dervişe meydan dayağı mı atmış, atmayıp sabaha mı bırakmış orasını kestiremiyorum. Ama tahminim o ki o köyde de en az birisi, akrepten çok dervişe kızgındır. Neticede akrep akrepliğini yapmış, işi çığırından çıkaran dervişin b.k yemesi.

Yorum yazın