Genel

“Devam et Yorgo, herşeyi değiştir”

Yazan: HaberVs

Anthony Barnettopendemocracy.net6.04.2004 opendemocracy.net internet sitesi, Yorgo Papandreu, PASOK liderliğine seçildiğinde kendisiyle uzunca bir röportaj yapmıştı. Papandreu’nun PASDK liderliğine seçilme şekli başlı başına bir yenilikti ve dikkat çekmişti. Bu yenilik, aslında, Papandreu’nun siyasete topyekun bir yenilik getirme hevesinin ve düşüncesinin bir işaretiydi. Aradan dört sene ve bir seçim yenilgisi geçmesine rağmen söyledikleri güncelliğini koruyor.openDemocracy: Bu yıl […]

Anthony Barnett
opendemocracy.net
6.04.2004

opendemocracy.net internet sitesi, Yorgo Papandreu, PASOK liderliğine seçildiğinde kendisiyle uzunca bir röportaj yapmıştı. Papandreu’nun PASDK liderliğine seçilme şekli başlı başına bir yenilikti ve dikkat çekmişti. Bu yenilik, aslında, Papandreu’nun siyasete topyekun bir yenilik getirme hevesinin ve düşüncesinin bir işaretiydi. Aradan dört sene ve bir seçim yenilgisi geçmesine rağmen söyledikleri güncelliğini koruyor.

openDemocracy:
Bu yıl partinizin lideri oldunuz. Bunun nasıl gerçekleştiğini anlatarak başlayabilir misiniz?

Yorgo Papandreu:Ocak 2004’te partim Pasok (Panhelenik Sosyalist Hareket), kısa bir ara hariç, 20 yıldır iktidardaydı ve ben de dışişleri bakanıydım. Parti olarak tecrübeliydik ve yıllar içinde, tahmin edebileceğiniz gibi, başta parti liderlerinde olmak üzere birçok değişiklik geçirdik. Fakat iktidarla ve kurulu düzenle de tanımlanır bir hale geldik.

Yunan toplumu içinde derin bir yenilenme arzusu gelişti. Mart seçimlerine doğru gidiyorduk ve Pasok, kamuoyu yoklamalarında yüzde 10 gerideydi. Ama yenilenme arzusu bizim partimiz içinde ve seçmen tabanımızda da kendini göstermişti. Başbakanımız Kostas Simitis, parti liderliğini bırakmaya karar verdi. Bu, Yunan siyasetinde bayağı yeni bir şeydi —çok büyük bir alicenaplıktı ve Simitis de değişime kapı açmak istediğini açıkça söylemiş oluyordu.

Böylece ben Simitis’in yerine geçtiğimde —onun halefi olmaya rakipsiz adaydım— tüm düşüncem, “Tamam, artık değişmeliyiz”di. Ve sadece parti değil, siyasi sistem ve en çok da, “siyaset yöntemi ” diye adlandırabileceğim şey değişmeliydi —yani insanların giderek daha çok yabancılaştığı politika yapma tarzımız.

openDemocracy:
Kostas Simitis parti liderliğini Ocak 2004’te bıraktı?

Yorgo Papandreu:
Evet. Seçimin Mart’ta yapılacağı ilan edilmişti. Ocak’la Mart arasında, değişim ruhunu hayata geçirebilmem için çok az zaman vardı. Fakat Simitis çekildiğinde, sadece parti merkez komitesi tarafından seçilmekle kalmayıp —ki bu daha hiyerarşik bir partiye geri dönüş olurdu— o andan itibaren daha katılımcı ve doğrudan politika yapmak istediğimi söyledim.

Lider doğrudan halk tarafından, hem parti üyeleri hem de üye olmayanlar tarafından seçilebilsin diye, daha ben seçilmeden parti tüzüğünü değiştirmeyi önerdim ve kabul edildi. Bir önseçim gibi, seçim sandıklarını oy kullanmak isteyen herkese açtık.

openDemocracy:
Oy verenler Pasok taraftarları olarak kaydolmak zorunda mıydı?

Yorgo Papandreu:Hayır. “Kayıtlı taraftar” diye bir kategori yok bizde. Fakat bu uygulama konuyu hemen gündeme taşıdı: Seçmenin siyasi partilerle ilişkisi nasıl olmalı? Biz yeni bir şey denemek istiyorduk. “Sandıkları daha geniş bir kitleye açtığımızda ne olacağını bir görelim” dedik. Bu, insanları harekete geçirecek miydi? Katılmak isteyecekler miydi? Bu işleyebilir bir şey miydi? Mutlu bir sürpriz oldu bizim için. Yaklaşık 10 milyon nüfuslu bir ülkede bir milyondan fazla seçmen katıldı. Sanki benim bir rakibim varmış gibi bir seçim değildi bu, onun yerine, doğrudan demokrasi lehine bir halk oylaması haline geldi neredeyse. İnsanlar katılabilmek istediklerini söyledi ve çoğu da bugün bu şekilde hatırlıyor —bir halk oylaması olarak. Bizim için çok önemli bir andı ve buradan yola çıkarak anladık ki, seçmenlerin katılımını daha da arttırmak için temel değişiklikler yapmak zorundayız.

openDemocracy
: Seçim sonuçları bakımından bu sürecin partiye yardımı oldu mu?

Yorgo Papandreu:
Bence bir heves yarattı ve seçimi yüzde 10 yerine, yüzde 5 geride bitirdik ve yüzde 40’ın üzerinde oy aldık. Seçim sonuçları bakımından, kazanamamızın birkaç sebebi vardı. Katılımcılığa adanmak bize yeni bir dinamik getirdi. Bununla beraber, insanlar, tekrar iktidara gelmeden önce çok daha derin bir yenilenmeye ihtiyacımız olduğunu düşündü.

Benim için seçimden çıkan ana mesaj, ilan edeceğimiz politikalardan ziyade, politikayı nasıl yapacağımız konusunda daha fazla değişime ihtiyacımız olduğuydu. İnsanlar beni yolda durdurup “Devam et Yorgo, hepsini değiştir!” diyordu.

Küreselleşme için yeni bir politika

openDemocracy: “Hepsini değiştir!” Azmin eksik olmadığı belli. Neye yoruyorsunuz bunu? Bunun sadece katılımla ilgili bir şey olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Yorgo Papandreu: Değişimin ne anlama geldiği konusunda insanların kendi yorumları var. Sanırım, bu söz geniş bir talep çeşitliliği barındırıyor. Önemli bir unsur, kesinlikle katılım. Bir diğeri, sadece yüzlerin yenilenmesi. Bir üçüncüsü fikirlerin yenilenmesi. Toplumda yeni sorular ve sorunlar var.

İnsanlar iktidarla yeni bir ilişki istiyor. Daha geniş bir özgürlük fikri var. Bunun parti politikası için olumlu ve olumsuz sonuçları var. İnsanlar daha özerk olmak ve cidden saygı görmek istiyorlar. Bunun için, partiler bir politikalar süpermarketi değil, temel değerlere ve bu değerleri yansıtan faaliyet tiplerine hayat verecek bir yer olmalı. Bunun yanında, vatandaşlar bugün çeşitli kimliklere sahipler. İnsanlar “işçi sınıfı” ya da “burjuvazi” değil. Enformasyon toplumu ve küreselleşme sayesinde gerçekten değişen bir toplum içindeyiz, kimliklerimiz daha zengin, ama aynı zamanda çok daha esnek, kadere daha az tâbi hale geliyor.

Sanayileşen bir toplum içindeyken, daha kesin sınıf ve çıkar bölünmeleri vardı. Mavi yakalı da olsa beyaz yakalı da olsa, rutin iş ve standartlaşmış bir meslek çeşidi anlamına gelen bir tip ekonomi ve hayat tarzı vardı. Eğitim belli bir nitelik sağlıyordu ve insanlar gelecek 30-40 yılda hayatın nasıl olacağını enikonu biliyordu.

Şimdi değişim çok hızlı. Bireyin üstünde değişmeyi becerebilmesi için büyük baskı var. Bu, daha yaratıcı olmamızı talep ettiği için iyi. Fakat aynı zamanda, yeni bilgilerin, fikirlerin ve ihtimallerin değişim içindeki dünyasında, çok daha güvensiz bir dünyada yaşamakta olduğumuz anlamına da geliyor. Yaratıcı, ama aynı zamanda, “yaratıcı” ile değişmeyi beceremeyen veya toplum içinde yaratıcı olamayan arasında yeni mesafeler ve bölünmeler yaratan daha büyük risklerle de karşı karşıya kalıyoruz.

Toplumlarımızdaki bu açık ve yaratıcı safha insanlardaki çok kimlikliliği ortaya çıkarıyor. Bir büro —veya fabrika— işçisi olabilir, ama bir zanaatkar olmak isteyebilirsiniz —ve boş zamanlarınızda evinizde bir zanaatkar olabilirsiniz. Ateşli bir futbol taraftarısınız, seyahat ediyorsunuz, her tür insanla iletişim kurabilmek için bilgisayar kullanıyorsunuz. Yunan ama aynı zamanda Avrupalı, Yunan ama aynı zamanda Balkansınız. Belki daha güçlü bir milli kimlik hissi taşıyorsunuz, ama aynı zamanda bir farklı kimlikler çeşitliliğini de hissediyorsunuz ve daha önce mümkün olmayan bir şekilde başkalarından öğreniyorsunuz.

Bu daha fazla küreselleşen dünyada, siyasi partiler, bu yeni tip ihtiyaçları, yeni özgürlük ve korkuları ifade edebilmeli ve bunlara cevap verebilmeli. Yaratıcılığa saygı göstermelisiniz, ama aynı zamanda bir güvenlik hissi ve istikamet de sağlamalısınız. Şekillenmekte olan bir siyasi yapı olarak partimiz, şimdi, bu yeni toplumu ve bu toplumun nereye gittiğini —ilerici bir şekilde— nasıl izah edeceğini ve bunun bizi öbür siyasi partilerden nasıl farklılaştıracağını çözmek zorunda.

Benim için merkezi fikir, bireyi toplum içinde güçlendirmek: bireyin en iyi taraflarını ortaya çıkarma ve bunun şartlarını yaratma fikri, bireye güvenme, yurttaşlara güvenme fikri. Bu, bir ilerici düşünme şeklidir. Geleneksel parti lideri, “Bana güvenebilirsiniz” diye çağrıda bulunur. Sanırım, ilerici politikanın geleceği benim gibi, insanlara yurttaşlar olarak güvenen liderlerde yatıyor. Bu, yeni bir ilişki çeşidi gerektiriyor. Bunun ne kadar büyük ve önemli bir değişim olduğunu ne kadar vurgulasam azdır ve hâlâ ne anlama gelebileceğini tam olarak anlamış değiliz.

“İnsanlar toplum içinde güçlendirilmelidir” demek kolay. Fakat ben gerçekten kastediyorum bunu. Galiba, bundan kısmen anladığımız şey, pazarın insanları tüketiciler olarak güçlendirmesi. Ama bu aynı zamanda onları izole ediyor ve pazar, tüketici tercihini yönlendiren medyanın boyunduruğu altında. Bu bir özgürlüktür. Bir ilerlemedir. Ve cevap vermemiz gereken küreselleşmenin bir parçasıdır. Fakat aynı zamanda, bireyleri izole eder ve kendilerini zayıf ve korku içinde hissetmelerine yol açar. Demokratik siyasi partilerin, artık, insanların birlikte hareket etmesine, özgürlükleri genişletmeye, dayanışmaya ve aynı zamanda kollektif düşünmeye ve eyleme yardımcı olacak yollar bulması gerekiyor. Böyle bir siyasi özgürlüğü oluşturmak ve sürdürmek zordur ve şimdiye kadar geliştirmediğimiz yapılar gerektirir: mesele budur.

Partiye hoşgeldiniz

openDemocracy:
Serbest pazar yaklaşımı bireysel aktörün ve özel sektörün bütün zenginliğin kaynağı olduğuna vurgu yapar. Demokratik bir siyasi partinin kültür ve politika bağlamında da aynı enerjiye başvurabileceğini mi söylüyorsunuz?

Yorgo Papandreu: Kesinlikle. Antik Yunan’dan agora kelimesi geliyor aklıma. Agora, yurttaşların (Atina örneğinde, sadece erkekler) şehrin yönetimine karar vermek için toplandıkları yerdir. Yunanca agorevo fiili “Halk içinde konuşuyorum” anlamına gelir. Fakat agora, aynı zamanda pazardır. Pazar bir politika yeridir. Bu ikisini ayırmaya, neo-liberalizmin yaptığı gibi salt bir ekonomik pazar yeri yaratmaya çalışırsanız, hiçbir demokratik kontrol olmaz.

Benzer şekilde, eğer tamamen devlet tarafından idare edilen salt bir siyasi pazaryeri yaratmaya çalışırsanız, demokrasi olmaz. Karmaşık, yerel olduğu kadar artan bir şekilde küresel ekonomilerle demokratik yönetim arasında olumlu bir ilişkiye ulaşmayı öğrenmemiz lazım. Bunu yapmak için siyasi partilerin can alıcı önemde olduğundan, bunun baskı gruplarına bırakılamayacağından eminim.

openDemocracy: Pasok’ta bununla ilgili ne yapıyorsunuz?

Yorgo Papandreu:
Partinin şekillenmesine yardım edeceğini umduğumuz birkaç komisyonumuz var. Bunların sadece ikisinden bahsedeceğim. Biri kimliğimizle ilgili, geleneksel bir bildiriden daha fazla bir şey; sadece amaçlarımızın ne olduğunu yazmayacak, bugün sosyalizm ve demokrasinin bizim için ne anlama geldiği konusunda daha derinlere gidecek. Dünyanın küreselleştiği bu çağda insanların etrafında toplanabileceği değerler nelerdir? Diğeri ise bizim “açık parti” dediğimiz şey; yapılarla, prosedürlerle ve üyelerimizin, arkadaşlarımızın ve seçmenlerimizin sahip oldukları haklar ve yükümlülüklerle ilgili.

openDemocracy: Üyeliğin ne anlama geldiğiyle ilgili?

Yorgo Papandreu:
Evet. Daha önceki bir konuşmamızda demokrasinin, insanlar üstündeki baskılar gibi, zorluklarından bahsetmiştin. Aktif ve müdahil olmak istiyebilirler, ama zamanları yok. Öyleyse, sistemimizin pratik olarak politikadan ne beklediğini ve bunun insanların hayatlarına saygı gösteren hangi yolla başarılabileceğini düşünmek zorundayız. Bu demokratik bir şey, çünkü eğer vakitleri olmayanlar parti hayatının dışında kalırsa partiler de temsil kabiliyetinden mahrum kalır.

openDemocracy: Britanya’da Demos için hazırlanan “Atina Seçeneği” adlı bir broşürün ortak yazarlarındanım. Broşür, Britanya Lordlar Kamarası’nı değiştireceği zaman, yeni ikinci meclisin, antik Atina’da erkeklerle yapıldığı gibi, temsili bir şekilde kura ile seçilen insanlardan oluşmasını savunuyor. Yasaları yapmak için değil, yasamayı tetkik etmek için. British Columbia’da sanki buna benzer bir şey gerçekleşiyor. Kararları müzakere etmek için gerekirse harcadıkları zaman için para ödeyerek, yurttaşları bu yolla doğrudan sürece dahil etmeyi düşündünüz mü?

Yorgo Papandreu:Para vermeyi düşünmedik, ama kura veya rotasyon sistemini kullanan iki fikir ortaya çıktı. Bu insanın deneyebileceği bir şey. Kapsamlı değişiklikler yapmadan önce pilot projeler yapmayı ve demokratik yönetimin değişik biçimlerini denemeyi planlıyoruz. O zaman ne gibi etkileri olduğunu ve nasıl kullanılabileceklerini görebiliriz. Yaptığımız şeylerden biri, kendi faaliyetlerimizi izleyecek ve bunların nasıl işlediğini ve nasıl algılandığını rapor edecek bağımsız bir grup kurmaya çalışmak. Böyle bir grup, mesela kura gibi, rastgele bir seçimle oluşturulabilir.

Yapmaya çalıştığımız değişiklikler sadece en tepedekiler değil. Aslında, yeni fikirler getirmek üzere, partimizi daha geniş bir katılımcılığa, tartışmaya ve istişareyle şekillenen bir demokrasiye açmak için en tepede değişiklikler yapmaya çalışıyoruz. Sorunlardan kurtulmak ve tartışmaları kapatmak veya dipsiz bir kuyuya yönlendirmek için komisyonlar kurmak partilerin ve hükümetlerin bildiği bir şey. Bizim komisyonlarımız, tartışmaları teşvik etmek, onlara hedef göstermek ve anlam kazandırmak için var. Farklı görüşleri saklamaya değil, belirginleştirmeye ve bu yolla toplumun farklı örgütlerini ve çıkar gruplarını dahil etmeye ihtiyacımız var. Partilerimizi “savaş karargahları” olmaktan ziyade hayat çeşitliliği içeren düşünce kuruluşları veya atelye çalışmaları olarak görmeye ihtiyacımız var.

“Derin demokrasi”nin politikası

openDemocracy:
Daha önce konuşurken, çok fazla enformasyona sahip olabilme anlamına gelen çarpıcı bir deyim —info-glut— kullandınız. Yurttaşlar, kendi fikirlerini oluşturmaya imkan vermekten ziyade kafa karışıklığına yol açan çok fazla bakış açısıyla ve farklı fikirle karşılaşıyor.

Yorgo Papandreu:
Kesinlikle. İnsanlar bir enformasyon okyanusunda kaybolabilir. Her zaman bir fener, Yunancada dediğimiz gibi faros arıyor olacaklar. Peki, nedir bu fenerler? Bir enformasyon toplumunda fenerler, olan biteni yorumlamaya ve analiz etmeye yardımcı olabileceğine güvenilen şeylerdir. Bu CIA ya da okuyacağınız Dünya Bankası raporu mudur, Britannica Ansiklopedisi, bir üniversite, bir sivil toplum kuruluşu ve Google gibi bir arama motoru mudur? Enformasyonunuzu seçmek için güvendiğiniz kaynaklar olacak. Fakat bu, aynı zamanda, kendi kendinize bir eleştirel kapasite yaratmanız gerektiği anlamına da gelir.

Bu şu anda tüm eğitim sistemimizin sorunudur —yeni öğrenme yolu olan eleştirel, analitik ve sentetik kapasite konusunda çok az şey yapıyoruz. Bu, toplumumuzun ne olacağıyla ilgili bir şey. Aynı zamanda da, son derece demokratik bir şey —enformasyona değer katabilmeye, seçebilmeye ve kendi kararınızı verebilmeye muktedir olmak. Dolayısıyla, bizim parti olarak yapmak istediğimiz şey, insanlar için neyin doğru neyin yanlış olduğunun uzmanlar veya “liderler” tarafından söylendiği değil de, insanların öncelikleri belirleyebildiği bir tartışma, diyalog ve konulara eleştirel bakma kültürü geliştirmek. Yeterli enformasyona sahibiz, şimdi ihtiyacımız olan şey bilgi.

openDemocracy:
Tabii, sadece ulaşma yolları değil, politikaların kendisi de var daima.

Yorgo Papandreu:Pek tabii. Göç, uyuşturucu, çevre gibi bazı büyük meseleler artık geleneksel sağ-sol ayrımı içinde değerlendirilemez. Bunları, ABD’de olduğu gibi, geleneksel sol görüşlerle liberal görüşleri biraraya getiren bir şekilde yeniden yorumlamaya başlamalıyız. Mesela göç, istihdam ve kalkınmayla, ama aynı zamanda insan hakları, çok-kültürlülük ve hoşgörülü bir toplumda yaşama kabiliyetiyle beraber ele alınmalı. Bu meseleler her zaman geleneksel solla tanımlanamaz.

Ayrıca, yeni tür çıkar çatışmaları var. Mesela, konu çevre standratlarının geliştirilmesiyle ilgili sorulara gelince, insanlar bunun işlerini kaybetmeleri demek olduğunu düşünebiliyor. Fakat aynı insanlar aynı zamanda çevreyi korumak da isteyebiliyor. “Bu benim tarafımın çıkarınadır, şu da senin tarafının” demek artık her zaman doğru değil. Kapitalist büyümenin doğası, yurttaşlar olarak hayat kalitemize daha bütüncül bir bakış getirebilmemizi ve demokrasi, çevre ve ekonominin bütün unsurlarını içeren sürdürülebilir kalkınmaya nasıl ulaşabileceğimize çözüm bulmamızı gerektiriyor.

Mesela, Amartya Sen’in demokrasilerde kıtlık olmaz, tezini alalım. Bu kavramı alıp genişletmek gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar, sadece derin demokrasiyle hayatlarındaki ümitsizliğe bir son verebilirler. Eğer işsizlik ya da kimi yerel sorunları çözmek istiyorsak, insanların kendi fikirlerini söylemesine ihtiyacımız var. Uçuruma yuvarlanmamak için muhakeme yapabilecek yeterlikte olacaklar. Değişen dünyayla başedebilmeleri için insanların biraz güce ihtiyacı var. Yerel ve küresel düzeyde de bu daha doğrudan anlamda demokrasi, yurttaşların hayatlarını etkileyen güçlerle başedebilmelerinde kuvvetli bir araçtır. Yetki eşitliği solcu bir ilkedir.

Dünya ekonomisinde ve iş dünyasında da demokrasi sorunu var. Gündelik hayatlarımıza nasıl daha fazla demokrasi getirebiliriz? Bu, kararlar vermeksizin sürekli tartışacağımız anlamına gelmez. Bu, hem yerel hem de dünya ölçeğinde, işte veya, toplulukta veya ailede belirli saygı, istişare ve danışma ilkelerinin gündelik hayatlarımızın parçası haline gelmesi demektir. Avrupa’nın yeni kurumları da bu konuda test edilmelidir.

Diyalog şeklinde liderlik

openDemocracy:Bu aynı zamanda liderliğin doğasını da gündeme getiriyor. İnsanların, fener anlamında liderlik aradığını söylüyorsunuz. Fakat kararlar alınmalı. Önerdiğiniz şeye gelecek bir itiraz şudur: iyi güzel de, mesnetsiz bir şey bu ve hiçbir sonuç vermez. Önemli bir örneği ele alacak olursak, Yunanistan dışişleri bakanı olarak Türkiye’yle ilgili temel kararlar aldınız ve uluslararası müzakereler anlamında hayli geniş bir kampanyayla bunları karşı tarafa taşıdınız ve Yunanistan’ın politikasını çarpıcı ve beklenmedik bir şekilde değiştirdiniz. Peki, kendinizi bir lider ve karar alıcı olarak nasıl görüyorsunuz?

Yorgo Papandreu:İnsanlarda bulunabilecek derin güvensizlik duygusuna hizmet eden geleneksel bir liderlik tarzı var. Bu geleneksel tarzın karakteristiklerinden biri, korku ve güvensizliği arttırmak ve sonra da şunu söylemektir: “Bunu çözecek büyük lider benim.” Bu, aslında, üsluptan öte bir şeydir; çok daha derinlere gider —hatta, belki de bir felsefedir.

ABD hükümetinin Irak ve “şeytan ekseni” politikasına muhalefet ettiğim bir sır değil. Bu tip dış politika, liderliği komuta olarak tasarlayan bir iktidar biçimiyle ilişkilidir. Bunu tasarlayan sadece Başkan Bush değil, ama o bunu çok açık olarak yapıyor: başkomutanın güçlü olması ve asla tereddüt etmemesi halinde tüm sorunların ergeç çözüleceğini iddia ediyor. Bu yaklaşım, insanlara şunu söyleyen bir lideri ima ediyor: “Ben güçlüyüm, siz zayıfsınız.” Tüm dünyada muhafazakâr partilerde bu felsefenin yeniden ortaya çıkışına tanık olduğumuza inanıyorum.

1981’de parlamentoya ilk seçildiğimde insanlar, “Şimdi Yorgo, masaya yumruğunu vurmalısın” dedi. Değişim için halk desteği dalgasıyla gelmiş olsak da, insanlar, bir kere hükümete girince, hükümetin ve geleneksel liderlik tarzının şaşaasını tavsiye etti bana. Muhalefete heyheylenmeyince ve sürekli kravat takarak büyük siyah arabalarla dolaşmayınca, insanlar zayıf göründüğünüzü söyleyecektir. Bütün bunların üstünde, “güçlü” olmak için sürekli emirler vermeniz gerektiği farzedilir.

İlk tepkim, belki de onların tavsiyelerine uymak lazım, şeklindeydi. Şansıma, çok geçmeden, inandığım şeyin bu olmadığını hissettim. Kendi kendime, “Daha demokratik olduğunu düşündüğüm kendi yolumda yürüyeceğim ve umarım meramımı anlatabileceğim” dedim. Bunu anlatmak için mücadele etmek gerekeceğini idrak ettim. Değiştirilmesi gereken şey, siyasi kültürün tamamıydı.

Bunun bir parçası kişisel üslup ve nasıl göründüğünüz, ama kıyafetten daha derin bir şeyden, siyaset yapma biçiminden bahsediyorum. Mesele, porofesyonel siyasetçilerle seçmenler arasındaki ilişki. Eğer insanlar benim siyaset yapma tarzımı istemezse, ben de siyaseti bırakırım ve başka bir şey yaparım diye düşündüm.

Bugün çok şey değişti. Fakat eski yaklaşımlar sürüyor. İnsanlar güvensizlik hissettiklerinde, ilk tepkileri hala “Güçlü birine ihtiyacımız var” oluyor. Mesela uyuşturucu konusunu alalım. Birçok insanın ilk tepkisi, “Nerede bu polis”tir. Uyuşturucu sorunuyla başetmek için bir müptelayı hapse atmanın çözüm olmadığını görerek bu sorunu düşünmelisiniz. İnsanların çözümü kuvvet kullanmakta ve son çare olması gerekirken askeri güce başvurmakta gördüğü belli anlaşmazlıklar var –Ortadoğu gibi.

Dünyaya bir açılım

openDemocracy: Sizin kendi liderlik yönteminize dönersek. Miras aldığınız yaklaşıma ve tavra uymayan kararlar aldınız Türkiye’yle ilgili. Ülkenizin politikasını tersine çevirdiniz. Dolayısıyla, talimat verdiğiniz belli bir nokta olmalı.

Yorgo Papandreu:
Kesinlikle. Bir karar almanız ve kendinizi adamanız gereken bir nokta var. Fakat kalıpları, “şaşaayı”, “alışılagelmiş bakışı” kırmanın, görüş ve yaklaşımlarımızı değiştirebilmek için, toplumlarımız ve vatandaşlarımıza gereken bir özgürlük olduğuna kesinlikle inanıyorum. Bunu şiddet ve saldırganlığa başvurmayan bir yolla yapabilirsiniz. Bunu ilkelerinize bağlı kalarak yapabilirsiniz ve bu önemli bir şeydir. Bizatihi iktidarın ilkesi yoktur. Eğer ilkeleriniz varsa, iktidarın en iyi nasıl kullanılacağını muhakeme edersiniz ve bunu yapmak için değişik araçlarda karar kılabilirsiniz ve bu araçların sınırlarını da görürsünüz.

Bu her durumda doğrudur. Geleneksel bakışı —iktidarın şaşaasını—sorgulamaya cüret edebiliriz . Türk-Yunan ilişkilerine gelecek olursak, “yerleşik düzen”, her iki ülkede de katılaşmış yerleşik görüşler oluşturmuştu. Bu kalıpları kırmak için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız vardı. “Konsensüs için uğraşalım ve konsensüse varamadığımız yerde, karşı karşıya geleceğimize konuyu bir süreliğine bir tarafa bırakalım” demekle yeni bir çerçeve yaratmayı becerdik. Yeni bir yön tutturduk ve olumlu bir yolda yapabileceğimiz herşeyi yapmaya çalıştık. Bu bize bir güven zemini yaratmamızı sağladı ve ayrıca her iki taraf yek diğeriyle ilgili bir anlayış kazandı. Daha zor konulara daha sonra tekrar dönebilelim diye, farklılıklarımızın ne olduğu konusunda çalıştık.

Karşı karşıya geldikleri durumlarda insanların ve politikacıların, pek sık, sonuç vermeyen bir oyun kültürü yaratabildiklerine inanıyorum. Bu, karşılığında, otoriter ve militarist bir liderlik felsefesi yaratıyor, halbuki şimdi içinde yaşadığımız toplumda çok daha fazla şeyi sentezleyebileceğiniz, herkesin kazançlı çıkacağı durumlar yaratabiliriz. Daha iyi sentez yapabileceğiniz kazan-kazan durumları yaratabiliriz. Farklılıkları ortaya koymak, gerçekten de, aslında bir güçlülük olabilir.

Örneğin, Yunanistan Avrupa Konseyi başkanlığını aldığında, ben Sırpları şeytanlaştırmayı reddettim. Benim görüşüm, hepimizin insan olduğu ve muarızlarımızı şeytanlaştırmaktan kaçınmamız gerektiğiydi. Bu iç politikada uygulanabiliyor, ama nefreti başka bir milletten, kültürden ve dilden insanlara yansıtmak bazen daha kolay oluyor. Balkanlar’da olan buydu, Amerika Birleşik Devletleri, bilinçli olarak ya da olmayarak, tüm Sırpların şeytan olduğu mesajını yayıyordu. Bu, hayli gerici bir düşünme sistemine dayanan bir tektipleştirmeydi. Onlara ümit verilmesi lazım geldiğini ve onlarla konuşulması gerektiğini savunuyordum. Kendi yollarını yaratmalarına izin vermek zorundasınız. Eğer biri onları sadece bombalarsa, tepki gösterirler ve “Biz kurbanız, neden biz kötü insanlar oluyoruz” derler. Bunun yerine, liderlik, insanlara kendi alternatiflerini yaratabileceklerini göstermek olmalıdır.

Avrupa Birliği içinde Sırbistan hakkında değişik görüşler vardı. Fakat savaş sonrası “Demokrasi için Enerji” adını verdiğimiz bir Yunan-Hollanda önerisi geliştirmeyi başardık. Temel olarak, “Toplulukların demokratik bir ses sahibi olmasına yardım edelim ve sonra da onları besleyelim” dedik. Bu, demokratik grupların, dışarıdaki dünyanın tamamının onlara karşı olmadığını düşünmesini destekledi. Onların “Bize insan muamelesi yapılıyor ve kendi toplumumuzda ne gibi değişiklikler yapabileceğimizi düşünmeliyiz” demelerine yardımcı oldu.

Avrupa perspektifi önemlidir. 2000’de Vojislav Kostunica ile Slobodan Miloseviç arasındaki seçim yarışı başlamadan hemen önce, Yugoslavya’ya gittim. Her iki liderle de görüştüm. Avrupa adına, Sırpların kendi geleceklerini seçme özgürlüğü olduğunu ve bunun Avrupa tarafından saygıyla karşılanıp kabul edileceğini söyledim. Tabii ki, bu mesajı destekleyeceklerinden emin olmak için AB’deki mesai arkadaşlarımla daha önce konuşmuştum. Benzer şekilde, Türkiye’ye AB’nin bir parçası olma ümidi vermek, Türklere yeni alternatifler ve bizim ilişkimize de yeni bir dinamik getirdi. Yolun sonunda aynı aile içinde yer alabileceğimizi ve aynı ilkelerle yaşayacağımızı görmeye başlayabiliriz.

openDemocracy:
Dışişleri bakanı olarak, küreselleşmeye ve Avrupa projesinin paylaşılmış egemenliğine uyumlu bir şekilde, Yunanistan’la komşuları ve dünya arasında daha demokratik ve açık bir ilişki kurmaya çalıştığınızı söylüyorsunuz sanırım. Ve şimdi bir parti olarak Pasok’la Yunan toplumu arasında da benzer, yeni bir dinamik arıyorsunuz?

Yorgo Papandreu:Evet, doğru. Yeni politika çeşitlerini, hepimizin karşılaştığı sorunları ve anlaşmazlıkları içinde göreceğimiz yeni bir çatı. Şöyle söyleyeyim: Yunanistan bir dizi otoriter rejimden geçti. Patronaj, clientilism, yolsuzluk gelenekleri var bizde. Bunların gölgesi hâlâ var. Yunan toplumu, pasif bir bakış açısı geliştirdi, politikayla çok ilgili değil, çünkü insanlar gayet politik ve faal olabiliyor, ama kişinin potansiyelinin ne olduğu konusunda. Birçok Yunan, “Çok fazla bir şey yapamam, bütün yapabileceğim, şu yukarıdaki büyük güçlerden biriyle kulis yapmak” diye hissediyor. Bu çok zayflatıcı bir şey.

Parti, değişim için bir araçtır. Geleneksel olarak, buna parti içindeki eski moda hiyerarşiyle ve sonra yönetime gelince devlet ve yerel yönetim iktidarı kullanılarak ulaşılır. Bazen bu iktidar, herkesin sık sık olduğunu bildiği halde, yanlış olduğu açık olan bir şekilde kötü kullanılabilir veya suiistimal edilebilir. Ama aynı zamanda, şu sıralar, iktidar yapısının kendisi, iktidarı insanlar adına insanlardan uzaklaştıran, onlara güven yerine korku veren bir tür suiistimaldir. Bunu Balkanlar’daki, orta ve doğu Avrupa’daki otoriter geleneklerde gayet açıkça görebilirsiniz.

openDemocracy:Bunu değiştirmek herşeyi değiştirmek olmayabilir, ama kesinlikle birçok şeyi değiştirmeye çalışıyor. Bir dahaki seçimlere daha dört yıl var. Yapmaya çalıştığınız şeyi başarmanız muhakkak daha fazla zaman alacak.

Yorgo Papandreu:
Önümüzdeki seçimlerde tekrar iktidara gelmeyi bekliyoruz. Fakat aynı zamanda daha derine ve ileri gitmeyi de umuyoruz. Uzun vadede daha iyi bir demokrasi geleceği önermedikçe hükümete geri döndürülmeyeceğiz. Yunanistan’ı, umuyoruz ki dünyaya örnek olacak şekilde geliştirmek için 10-15 yıllık programlar düşünüyoruz.

Tercüme: Mustafa Alp Dağıstanlı

Yorum yazın