Gündem

Hakikatin hafızası

Yazan: Abidin Önder Öndeş
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi

Geçmişteki insan hakları ihlallerine ilişkin gerçekleri ortaya çıkarmayı ve toplumsal hafızayı güçlendirmeyi amaçlayan Hakikat Adalet Hafıza Merkezi'ni, direktörü Murat Çelikkan anlattı.

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi 2011’de insan hakları ihlalleri konusunda dünyada uzman merkezleri örnek alarak kurulan bir dernek. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki zorla kaybetme vakalarını gündemine alarak bir veritabanı oluşturan derneğin, Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler ve Zorla Kaybetmeler ve Yargının Tutumu başlıklı iki raporu bulunuyor.

Gazeteci Murat Çelikkan’ın genel direktörülüğünü yaptığı Hafıza Merkezi, Türkiye'de devlet terörü ve insan hakları ihlalleri konusunda aktif sivil toplum kuruluşlarından biri. Çelikkan ile özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yoğunlaşan zorla kaybetme vakalarını, hakikat komisyonları, mağduriyetleri, hukuki süreci ve bunlarla ilgili veritabanının oluşma serüvenini konuştuk.

***

Hafıza Merkezi’ni nasıl tanımlıyorsunuz?
İki yıllık bir çalışmayla 2011’de kurulmuş bir derneğiz. Bağımsız bir hak örgütü olduğumuz söylenebilir. Tam adımız Adalet Hakikat Hafıza Çalışmaları Derneği. Biz kısaca Hafıza Merkezi diyoruz. Hafıza Merkezi geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerine ilişkin gerçekleri ortaya çıkarmayı, bu ihlallere ilişkin toplumsal hafızayı güçlendirmeyi ve bu ihlallerin mağdurlarının adalet arayışlarını desteklemeyi hedefleyen bir dernek.

Zorla Kaybetme Projesi nasıl ortaya çıktı?
Bu projenin ortaya çıkışı aslında dünyadaki konjonktür ile özdeş. 1980’li yıllardan itibaren insan hakları çalışmaları alanında bir değişim oldu ve böyle bir alan açıldı. Latin Amerika ülkelerinde rejim değişiklikleri, faşist cuntalar, ırkçı rejimler veya iç savaş yaşayan ülkelerde demokrasiye ya da barışa geçiş süreçlerinde “geçiş dönemi adaleti” adı altında buradaki insan hakları kuruluşlarının da yoğun ilgi gösterdiği yeni bir alan açıldı. Geçiş dönemi adaleti; demokrasi arayışında ilkin hakikat hakkını, hakikatin ortaya çıkarılmasını hedefliyor. Bu çok büyük ölçüde hakikat komisyonları aracılığıyla gerçekleştiriliyor.

İkincisi, bu geçiş dönemi öncesinde yaşanmış olan büyük insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilmesini ve yargılanmasını hedefliyor. Üçüncüsü, bu süreçlerde hiç sesleri duyulmayan mağdurlara ilişkin çeşitli hafıza çalışmaları, maddi tazmin çalışmaları yapılıyor.

Dördüncü unsuru da, bu yaşananların bir daha asla tekrarlanmamasına yönelik yapısal reformların gerçekleşmesi için çalışıyor. Bu alanının dünya genelinde temel düsturu kısaca böyle özetlenebilir.

En büyük ihtiyaçlar: Belgeleme ve görünürlük

Siz nereden başladınız?
Burada çalışan arkadaşlarımız Arjantin'e eğitime gitti. Onlar döndükten sonra Türkiye’de biz ne yapabiliriz diyerek bu çalışmaları başlattık. Öncelikle İstanbul ve Diyarbakır’da sivil toplum örgütlerine yönelik gerekli olan şey neler, eksik olan şey neler üzerine araştırma yaptık. En büyük ihtiyaçların belgeleme ve görünürlük olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine Arjantin’e giderek benzer örgütlerin nasıl çalışma yaptıklarını inceledik ve ardından bu derneği kurduk. Türkiye’de insan hakları ihlalleri konusunda yapabileceğiniz çok sayıda çalışma var.

Cumhuriyetten önce ilk yalan Ermeni soykırımı, azınlıklara yapılan baskılar, Alevilere, Kürtlere ve Müslümanlara yapılmış baskılar var. Ayrıca muhaliflere ve solculara yapılmış baskılar var. Konu sıkıntısı çekilmedi yani. Uzun tartışmalar sonucunda Kürt sorununun daha yakıcı bir mesele olduğuna karar verdik. Ancak bu alan da çok büyük bir alandı. Nitekim bunun da alt basamaklarını inmemiz gerekiyordu. Öncelikle kaybetmeleri, zorla kaybetmeleri seçtik. Sitemizde gördüğümüz veritabanı bunun bir sonucu olarak ortaya çıktı.

Zorla kaybetme vakalarında siz devlete doğrudan dava mı açıyorsunuz? Yoksa size başvuranlara hukuksal ve psikolojik destek mi veriyorsunuz?
İkisi de. Ancak davaları kendimiz açmıyoruz. Çünkü mevzubahis olan davaların çoğu 18-20 senelik davalar. Açılmış ama takipsiz kalmış davaların savunucularına destek vermeye çalışıyoruz. Bu alandaki büyük davaları, mesela şu anda Diyarbakır’da artık sonuca yaklaşmış olan Cemal Temizöz davası. [Şırnak’ın Cizre ilçesinde 1993- 95 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili Diyarbakır 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada Kayseri eski İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz için savcılık, ağırlaştırılmış müebbet ve hapis istiyor, HaberVs] Bu davayı takip etmeye ve gerekli destekleri vermeye çalışıyoruz. Keza yine JİTEM [Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele] davalarında da bunu yapıyoruz. Ayrıca bizimde dava açma hedefimiz var. Fakat tek tek baktığınızda açılabilecek çok sayıda dava var. Bizim başa çıkmamız mümkün değil tüm bunlarla. Dolayısıyla çok iyi hazırlanıp, temel emsal teşkil edebilecek bir dava üzerinde çalışma yapmak lazım. Mesela Tansu Çiller’e de bir dava açılabilir.

Neden özellikle Tansu Çiller?
Tansu Çiller döneminde, bizim incelemediğimiz tarihten itibaren, yani 1980’den bu yana zorla kaybedilmiş insan sayısının yarısı kaybedilmiş durumda. Tansu Çiller dönemi diğer tüm dönemlerden kat be kat daha fazla faili meçhul ve zorla kaybetme vakası barındırıyor.

“Zorla kaybetme, doğrudan devletin işlediği bir suç”

Zorla kaybetme ile faili meçhul arasındaki fark nedir?
Çok büyük bir fark var. Hem uluslararası hukukta, hem de uluslararası insan hakları terminolojisinde ayrı iki şeye tekabül ediyor. Zorla kaybetme, doğrudan devletin işlediği bir suç. Büyük ölçüde devlet ya da devletle bağı olan bazı aktörler tarafından özgürlüklerinden mahrum bırakılan insanların birdenbire ortadan yok olması anlamına geliyor.

Bu yaklaşıma göre faili meçhul nasıl tanımlanıyor?
Bunun daha politik bir karşılığı var. Katili belli olmadan birinin öldürmesi, devlet ya da devlet dışı.

PKK’nın da kaçırıp öldürdüğü insanlar zorla kaybetme tanımına girmiyor mu? Ayrıca bu kayıpların takibini de yapabiliyor musunuz?
Bu zorla kaybetmeye girmiyor. Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği zorla kaybetmelere ilişkin sözleşmeye göre tanım devlete referans ediyor. Bu tabi ki PKK'nın yaptıklarının da insan hakkı ihlali olmadığı anlamına gelmiyor. Ama tanımlarla hareket edeceksek, bizim çalışma alanımız devletle ilişkili olanlar. Biz devlet terörü ve şiddeti üzerine çalışıyoruz.

Kayıplar nasıl doğrulanıyor?

Ben sitenizde yer alan veritabanına, yani üç yıllık emeğinize gelmek istiyorum. Veritabanını nasıl oluşturdunuz?
Öncelikle bin 500 ila 2 bin kişi arasında değişen, doğrulanmamış bir listemiz var. Bu listeyi yayınlanmış çok çeşitli kaynaklardan meydana getirdik. Bu listede yer alan isimlerin zorla kaybetmeye dahil olup olmadığı belli değil. Veritabanımızda doğrulanmış 260-270 vaka var. Bunlar bizim bölgeye gidip bizzat doğruladığımız vakalar. Bu doğrulamayı nasıl gerçekleştirdiğimize gelecek olursak, saha çalışması yapıyoruz. Mesela Şırnak’a gidiyoruz, orada bu çalışmaları yapan arkadaşlarımız uzun vakitler geçiriyor. Tek tek kaybedilenlerin yakınlarıyla görüşüyoruz.

Ayrıca bir hukuk ekibimiz de var. Bu ekip bu konudaki tüm hukuki verileri bölgeden topluyor. Yani özetleyecek olursak doğrulamamanın iki kaynağı var: Biri ailelerle yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz veriler, diğeri açılan davaları, dilekçeleri inceleme altına aldığımız hukuki veriler. Bugüne kadar bu iki doğrulama yöntemiyle götürdük ve devam ediyoruz. Fakat Balkanlar’daki bizim kardeş kuruluşlarımız artık başka vaka doğrulama kriterlerini de göz önüne alıyor.

Nedir bu doğrulama yöntemleri?
Bu örgütler dört doğrulama yönteminin üzerinde duyuyor. Mağdur yakınlarının anlatımı, adli, medya ve diğer hak örgütlerinin açıklamalarından elde edilen veriler. Biz medya ve diğer hak örgütlerininden elde edilen verileri de kullanmaya başlayacağız. Bu dört veriden ikisi yerine getirilmişse doğrulanmış sayılacak ve bu doğrulama  veritabanında yerini alacak. Bu yöntemi çalışmalarımıza dahil etmeye çalışıyoruz.

Veritabanında zorla kaybetmenin en çok görüldüğü yerler Diyarbakır ve Şırnak. Sanırım Diyarbakır ve Şırnak üzerine odaklanıldı ilk olarak?
Tamamıyla. Diyarbakır ve Şırnak'ın ön plana çıkmasının nedeni öncelikle bu iki ile odaklanmış olmamız. Bu nedenle buradaki vakalar veri tabanında en yüksek görünüyor. Bizim öncelikle bu iki yere odaklanmamızın iki nedeni var. İlki az önce de söylediğim bin 500-2 bin kişilik listeye baktığımızda kağıt üzerinde zorla kaybetmenin tavan yaptığı iller bunlar.

İkincisi, biz saha çalışmasıyla veri topladığımız için 2 sene boyunca Şırnak üzerine gittik. Ardından Diyarbakır’a geçtik. Dolayısıyla şu an için ağırlıklı bu illerden elde ettiğimiz veriler var veritabanında. Ama bu Hakkâri ya da Tunceli’de daha az zorla kaybetme vakası olduğu anlamına gelmiyor. Tamamıyla odaklanmayla ilgi bir durum bu.

Zorla kaybetmelerin en büyük artış gösterdiği dönem hangisi?
Öncelikle 1993-1994 döneminde en büyük artışı görüyoruz. Rakamlar hatırladığım kadarıyla şöyleydi. 1980-1990’da 33 kişi, 1991’de 18 kişi, 1992’de 22 kişi, 1993’te 103 kişi, 1994’te 518 kişi. Rakamlar her şeyi ortaya koyuyor. Az önce neden Tansu Çiller dediğimi sanırım şimdi daha iyi anlamış olmalısınız.

“AİHM’e yansıyan vakaların yüzde 88’i Türkiye’nin aleyhine”

AİHM'e yansıyan kaç dava var?
AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yansımış 115 vaka var. Bunlardan yüzde 79’u Türkiye aleyhine sonuçlanmış. Yüzde 9’unda devletin sorumluluğunu kabul etmesi üzerine dostane çözüme gidilmiş. Yani AİHM’e yansıyan vakaların yüzde 88’i Türkiye'nin lehine değil.

Dostane çözümden kastınız nedir?
Açılmış dava sürerken, devlet suçunu yadsımayıp, gerekli süreci kabul ederse ve taraflar anlaşırsa dostane çözüm olmuş oluyor hukuki açıdan.

Türkiye’de açılmış davalara dönersek veritabanında karşımıza çıkan sonuç ürkütücü. Sitenizde toplam Türkiye’deki hukuki süreçlerin durumlarını bir grafik olarak veriyorsunuz. Yargıya intikal eden vakaların yüzde 58'nin soruşturmaları sürüyor, yüzde 12'si hakkında herhangi bir bilgi yok, yüzde 10,3 hâlâ dava devam ediyor, yüzde 1,7'si beraat, geri kalan kısmıysa delil yetersizliği ve diğer nedenler yüzünden takipsizlik ve kovuşturmayla sonuçlanmış. Faillerin cezalandırıldığı dava hiç mi yok?
Türkiye bu verilerin de gösterdiği gibi AİHM ile taban tabana zıt. Sadece iki dava mağdur adına lehte sonuçlandı. Biri hatırladığım kadarıyla bir korucu davası. Ortalama 227 hukuki veriye baktığınız vakit, bu davalar 18 yıldır sürüncemede. Unutmayalım ki, 20 sene sonunda bir dava zaman aşımına uğruyor.

Zaman aşımı yargıda çok büyük bir sorun. Madımak olayında da bununla karşılaştık. Türkiye ödevini yapmaktan kaçan ilkokul talebesi gibi sorumluluklarından bu yolla kaçmaya mı çalışıyor?
Uluslararası camiada soykırım ve insan hakları ihlali gibi durumlarda zaman aşımı söz konusu değil. Bizde de insanlığa karşı suç kavramı ceza yasasına girdi. Fakat bu tanımlama sadece işkence için kullanıldı. Bu nedenle ceza kanununa giren insanlığa karşı suç kavramı zorla kaybetmeleri kapsamıyor. Bu düzenleme yapılsa dahi kanuna girdiği andan itibaren olacağı, geriye işlemeyeceği için zorla kaybetmeler gözardı edilecektir. Ama bu şu anda bir şeylerin yapılamayacağı anlamına gelmiyor. Adalet Bakanlığı savcılıklara bir yazı yazıp, bu davaları sonuçlandırın diyebilir pekala. Bu bir siyasi karar meselesi. Nitekim sonuçlandırmak istiyorsa sonuçlandırır.

Mağdur yakınlarının mağduriyetleri

Zorla kaybedilen kişilerin yakınlarının temel talebi ne?
Tazminattan, her şeyden önce devletin bu yaptığını kabul etmesini istiyorlar. Kaybedilenlerin yüzde 98'lik bir kısmı erkekler mürekkep. Dolayısıyla geride kalanlar genelde çocuklar ve kadınlar olmuş. Bu erkekler aynı zamanda o hanelerin geçimini sağlayan insanlar. Bu nedenle çok ağır süreçlerden bahsediyoruz. Yaşanan travmalar çok büyük. Öncelikle kabul, ardından özür ve son olarak da kaybedilenlerin tazmin edilmesi yakınların ortak talebi. Ayrıca kaybedilen yakınları bu insanların bir mezarları olmasını istiyor. Ayrıca kimi kolaylıklar da sağlanması talepleri arasında. Mesela sadece polis ailelerine tanınan üniversiteye girişte kolaylık sağlanması gibi yardımlar da gündemde olan şeyler. Bu insanlardan devlet bir şeyler aldı ve devlet verecek.

Cumartesi Anneleri'ne yardımcı oluyor musunuz? Onlarında yakınları zorla kaybedilenler arasında.

Evet, onlara mümkün olduğunca destek olmaya çalışıyoruz. Ancak onlara temel desteği sağlayan kuruluş İnsan Hakları Derneği. Fakat bizim de çalışma alanımız dahilinde olduğumuz için onlara destek olmamamız düşünülemez.

Bir televizyon kanalındaki röportajınızda mağdurların yakınlarının yanı sıra, sorumlularla da görüşeceğinizi söylemiştiniz? Bu konuda bir ilerleme var mı?
Öncelikle çeşitli düzeylerde sorumlular var. Kaymakamlar, valiler ve içişleri ve adalet bakanları, hatta başbakanlar da bu işten sorumlular. Bir de doğrudan eylemi gerçekleştiren zanlılar var. Bu belirleme ve doğrulama çalışlarımız sürüyor. Zaten veritabanımızda sorumluları yer yer, bölge bölge gösteriyoruz. Ancak öncelikle bu sorumlularla görüşebilmek için isimlerin tespiti şart. Bu tespit çalışmamız devam ediyor.

Veritabanınızda sorumlu olarak 180 isim görünüyor.
Görünen sayı 180. Fakat elimizde veritabanına henüz yansımamış daha çok isim var. Veri doğrulamaları gerçekleştikten sonra onlarda veri tabanına eklenecektir. Yakın zamanda basın toplantısıyla açıklayacağız, bu zanlılardan, yani doğrudan faillerden iki tanesi belediye başkanlığı görevini hala sürdürüyor. Biri yeni dönemde AKP'den, diğeri CHP'den seçim için başvuru yaptı. Her iki partiye de bu isimlerin kabul edilmemesi için çağrıda bulunacağız.

Çözüm süreci ve zorla kaybetmeler

Derneğin kurulduğu 2011, Türkiye’de çözüm sürecinin dillendirilmeye başladığı bir dönem. Bugün PKK ile çatışmalar durmuş vaziyette. Bu konjonktürel bir şey değil midir? Yani PKK ile çatışmalar yeniden başlarsa zorla kaybetme projeniz sekteye uğrar mı?
Bu mümkün tabi, çalışmalar sekteye uğrayabilir. Fakat bu gerçeklerle yüzleşilmezse hem Türk, hem de Kürt kamuoyunda gündeme getirilen bir çözümün olabileceğine aklınız kesiyor mu. Orada birtakım insanların mezarları bile olmayacak, davalar sonuçlanmayacak. Siz de kalkıp helalleşelim diyeceksiniz. Bunu kim kabul eder. Zorla kaybetmeler her ne olursa olsun, bir suç. Bu suç eğer yargılanmazsa her zaman tekrar eder.

Nitekim o dönem bu illerde görev yapmış olan valilerin bazıları başka başka illerde görev başında. Bu valilerin, kaymakamların bulunduğu illerde şu anda bazı polis müdahalelerinde orantısız güç uygulandığı, işkence ve öldürme olaylarının olduğunu görüyoruz. Eğer bu isimler hakkında zamanında bir cezai işlem uygulanmış, hesap verilmiş olsaydı, bu isimler bu kadar rahat hareket edemezlerdi. Türkiye'de eğer bir hukuk-devleti olmazsa bu uygulamalar devam edecektir. Cezasızlık zırhı hâlâ en büyük engel bu anlamda.

Hakikat komisyonlarının işlevi

Bir röportajınızda, “Suçun kişiselliği göz ardı edilmemeli, her şeyi sisteme havale ederseniz ortada suçlu kalmaz” diyorsunuz. Bunu biraz daha açar mısınız?
Faşist devlet dediğinizde bu ihlallerin yapılıyor olması zaten tanım gereğidir. Fakat bir demokrasiden bahsediyorsak, bunların hiçbirini yapamaz bir devlet. Bir suç için örgütlenemez devlet. Bir demokrasi de hakim ve savcılar bu suçları işlemiş kişileri koruyamaz. Koruyorsa o bir hukuk devleti değildir. Burada devlet emir vermiş kimi insanlar öldürülmüş diyemezsiniz sadece. Bu suçları bizzat işleyen insanlar var. Sisteme havale ederseniz suçları işleyen bireyler kalabalığın ortasında kaybolup giderler.

Suçun kişiselliği var ama bu zorla kaybetme suçları bir emir komuta zinciriyle işliyorsa suçun kişiselliği noktasında ne söylenebilir?
Bu bir silsile meselesidir. Adım adım tepeye doğru çıkarsanız. Bu zor bir süreçtir ama arada buna göz yummuş kişilerin dahi soruşturma kapsamına alınması gerekir. Mesela bunu görmezden gelen medyanın, üniversitelerin de üzerine gideceksiniz. Bu çok zorlu ama gerekli bir süreçtir. Adım adım ilerlemek gerekir.

“Bağımsız hakikat komisyonları şart”

Bu çok meşakkatli bir süreç gibi görünüyor. Bu nasıl gerçekleştirilebilir?

Bunun en etkin yolu hakikat komisyonları kurmaktır. Bağımsız hakikat komisyonları kurulması ve bunların etkili kılınması şart. Bu bağımsız komisyonlar ancak bu ihlalleri ortaya çıkarabilecek yeterliliğe sahip olacaktır. Zorla kaybetmelerde de böyle bir komisyonun kurulması, eğer kurulabilirse çok büyük anlam ifade edecektir. Bu komisyonlar meclis, cumhurbaşkanlığı kararıyla kuruluyor, bütçesini devlet sağlıyor ve kesinlikle bağımsız olarak çalışıp, bu gerçekleri bütün topluma ifşa ediyor. Böylelikle faillerin yargılanmasının önündeki kimi gizli engeller kalkmış oluyor. Hiçbir şey olmasa dahi bu suçu işlemiş yüksek mevkilerdeki isimlerin itibarsızlaşmasını sağlıyorlar.

Peki, bu zorla kaybetme veritabanı çalışmanızı yaparken sizin devlet tarafından engellendiğiniz, etkisizleştirildiğiniz durumlar olmadı mı? Hakikat komisyonunun kurulması gereğini Hafıza Merkezi olarak ısrarla belirttiğinizi düşünürsek.
Engelleme ve pasifize etmenin çok çeşitli yolları var. Mesela Şırnak-Cizre’de çalışma yapan arkadaşlarımız sürekli polis takibi altında çalışmalarını sürdürdüler. Görüyorsunuz otelin önünde bekleyen polisleri. Ancak bir polis müdahalesiyle karşılaşmadık. Devlet bazen şiddetle engeller, yok eder. Çoğunlukla görmezden gelerek sizi yok sayar. Bunu nasıl yapar? Medya sizi yok sayar, söylediklerinizi dinlemez ya da basitleştirir. Ayrıca medya dışında suç duyurusunda bulunursunuz, devlet işleme koymaz. Zorla kaybetme vakalarında olduğu gibi yazdıklarınızı, dilekçelerinizi hasıraltı eder. Biz tabi çalışmalarımızı bakanlar dâhil sorumlu mevkide olan herkesle paylaşıyoruz. Parti yöneticileriyle de görüştük. Ancak henüz bir sonuç görebilmiş değiliz.

Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz yaptığınız sunumlardan sonra?
Mesela ceza kanununda insanlığa karşı suç tanımında bir değişikliğe gidebilirler. BM'nin uluslararası kabul gören zorla kaybedilmelere karşı sözleşmesi kanuna geçirilebilir. Bu Türkiye için çok önemli bir adım olacaktır. Ama az önce de belirttiğim gibi şu andan itibaren yürürlüğe giren bir yasa, sözleşmenin var olması geçmişte işlenen suçların haklanması anlamına gelmez. Dünyanın 45 ülkesi bu adımları uygularken, biz hala helalleşme diyemeyiz.

Sitenizde zorla kaybetmelerle ilgili AİHM sözleşmesine referans verdiğiniz linke tıkladığımızda karşımıza çıkan sitenin mahkemece engellendiğini görüyoruz. Bu konu hakkında bilginiz var mı?
Bunu araştıracağım.

28 Şubat davasında zorla kaybettirmeler üzerine gidilmediği, bu davalara daha ziyade siyasi açıdan yaklaşıldığını gördük. 28 Şubat süreci ve zorla kaybetmeler üzerine bu açıdan ne söylemek istersiniz?
Zorla kaybetmeler sadece 28 Şubat ile değil, aynı zamanda Ergenekon ve Balyoz'la da ilişkili bir suç. Bu ciddi bir mesele, haklısınız. Seçilmiş hükümetlere askeri darbenin ya da teşebbüsün yasal olarak cezalandırılması doğaldır. Nitekim öncelikle bu noktanın üzerine gidilmesi de beklenen bir şeydir. Ancak bu süreçlerde yapılan ihlaller, suçlar ne yazık ki yeterince gündeme gelebilmiş değil. Bu noktada bu adı geçen davaların yetersiz kaldığını söylemeliyim. Çünkü kararlar her şeyden önce siyasiydi. Bir askeri vesayetle mücadele ederken bu baskının Kürtlere ve Türklere karşı işlemiş olduğu suçlarında cezasını bulmasını gerektirirdi. Zorla kaybetmeler, faili meçhuller ve tecavüzlerle yeterince yüzleşilmemesi insanlarda suçla hesaplaşma, demokratikleşme konusunda çeşitli şüpheler doğuruyor ve şüphelerde de haklılar. Ama bu söylediklerin bu davaların önemini inkar ettiğim anlamına gelmiyor. Sadece eksik olduklarını söylüyorum.

Kürt meselesi ve medya etiğiyle ilgili projelerde çalıştı. 2010 yılından bu yana Hafıza Merkezi’nin kuruluş çalışmalarında yer alıyor.Veri tabanınızın yanısıra gelecek projelerinizi merak ediyorum.

Murat Çelikkan

Murat Çelikkan, 25 yıllık gazetecilik hayatı boyunca muhabirlik, editörlük, köşe yazarlığı ve yayın yönetmenliği gibi çeşitli görevler üstlendi. Türkiye insan hakları hareketinde aktif olarak yer alan Çelikkan, İHD, Af Örgütü – Türkiye, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurucusu oldu ve yönetim kurullarında yer aldı.

Biz genel olarak beş alanda çalışıyoruz. Hafızalaştırma çalışmaları, cezasızla mücadele, gençlik, kapasite geliştirme ve savunuculuk-kamuoyu oluşturma. Bu beş alanda örgütlüyüz. Henüz İngilizcesi üzerinde çalıştığımız ve 40 tane hafızalaştırma çalışmasını paylaştığımız yeni bir sitemiz olacak. Bu sitede kalıcı ya da periyodik olarak yapılmış insan hakları ihlallerinin hafızalara kazınması için yapılmış anıtlar ve eylemler gündeme alındı. Ayrıca gençlik alanı kapsamında çalışmamız oldu. Geçmişten Öğrenmek, Bugünü  Değiştirmek başlığı altında 18 üniversitede geçmişle yüzleşme konusunda seminerler verdik.

Ardından geçmişle yüzleşme konusunda bir yarışma açtık. 32 proje aldık. Bağımsız jüri bu projeleri değerlendirdi. Şimdi bu projelerden altısının maddi destek sağlayarak gerçekleşmesini sağlıyoruz. Sitemizden merak edenler bu projelerin ayrıntılarına ulaşabilirler. Bir diğer projemizde, bizim gibi insan hakları konusunda çalışmalar yürüten başka ülkelerdeki kuruluşlarla entegrasyonu artırmaya yönelik bir çalışma. İstanbul’da bu minvalde bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıların sayısını arttırarak uluslararası bir ağ kurmak istiyoruz.

Zorla Kaybetmeler Veritabanı
http://www.zorlakaybetmeler.org/

Yorum yazın