Doğa Gündem Söyleşi

Her şey bir filin üstüne toprak atmasıyla başlıyor…

Yazan: Anıl Poyraz
17 Nisan 2021'de alınan görüntüde, sarı ve turuncu renkli Sahra tozları Akdeniz'i aşarak Türkiye'ye ulaştıyor (Kaynak: windy.com). 21 Nisan'da İstanbul Eyüp'te çekilen fotoğraf ise (solda), yağmurla yere inen bu tozların çamursu görünümünü belgeliyor. (Foto: Gökhan Tan) Prof Dr Cemal Saydam (sağda), kamuoyunun Sahra tozları konusunda bilgilenmesi için yıllardır çaba harcıyor (sağda).

Türkiye’nin Sahra tozlarını öğrenmesinde belki de en çok katkıyı sağlayan Prof. Dr. Cemal Saydam, bu tozların virüs yayılımına yüksek katkı sağladığı yönündeki görüşleri nedeniyle eleştiriliyor.

Bu haber yayınlandığı günlerde haber medyasında ve hava durumu raporları “Libya üzerinden esecek lodos” ve çöl tozları hakkında uyarılar yapılıyordu. Ve Türkiye’nin birçok yerine hafta sonu boyunca adeta çamur yağdı…

Sahra ya da çöl tozları, Türkiye’nin son yıllarda daha sık duymaya başladığı terim. Ve bir bilim insanının, bu doğa olayının kamuoyunda bilinir hale gelmesinde, belki de herkesten daha çok katkısı var: Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam, yaptığı uyarılar ve 1990’lardan başlayarak bizzat basında yazdığı yazılarla, binlerce kilometre mesafeden gelip camlarımızı kirleten bu tozları gündemimize soktu, kelime dağarcığımıza kazandırdı.

Diğer taraftan, doktorası okyanus bilimi (oşinografi) üzerine olan Cemal Saydam son dönemde daha ziyade Kanal İstanbul projesine kuvvetli itirazıyla gündeme geliyor. “Kanal İstanbul’u rafa kaldırın demiyorum, unutun diyorum” uyarısıyla projeye itiraz edenlerin bilim dünyasındaki sesi haline gelen Saydam’ın, projenin olası zararlarına dikkat çekmek için yaptığı “Kanal İstanbul kısırlık yapar” gibi görüşleri magazin haberlerine bile konu oluyor.

Saydam’a kimi zaman  bilim insanlarından da itiraz geliyor. Örneğin, virüslerin Sahra tozlarıyla çok daha kolay ve uzun mesafelere taşınabileceği görüşü, tıp ve meteoroloji uzmanlarının eleştirilerine neden oluyor.

Nüktedan yapısı ve özellikle gençlere hoşgörülü yaklaşımıyla tanınan Cemal Hoca’yla, Sahra tozlarından başlayıp Kanal İstanbul’la devam eden bir söyleyi gerçekleştirdik.

HaberVs: Sahra tozları hakkındaki çalışmalarınız ne kadar eskiye dayanıyor? Çalışmalara Türkiye için mi başladı?

Prof. Dr. Cemal Saydam, HaberVesaire’den Anıl Poyraz’ın sorularını görüntülü bağlantıyla cevapladı.

Cemal Saydam: Liverpool Üniversitesi’nde doktoraya başladığım 1977’den beri Sahra tozları ile ilgilenirim, 45 seneye yakın bir geçmişi var. Doktora sonrası ODTÜ’ye döndükten sonra da ilgilendim. Şimdi artık herkes biliyor Sahra tozu gelip gelmediğini ama benim bunu meteorolojiye anlatmam 20-30 sene sürdü. “Ya kardeşim buradan toz geliyor” diyorum, “Hocam Sahra nerede? Biz neredeyiz?” diyor. Bizde böyle şeyleri kabullenmek maalesef çok uzun süreçler alıyor. Şimdi bile yarısı kabul ediyor yarısı etmiyor. Ben artık “toz bulutla buluşunca ne oluyor”un ötesine geçtim. Her şey bir filin toprağı alıp üstüne atmasıyla başlıyor. Onun arkasında öyle bir dünya varmış ki insanın inanası gelmiyor.

Tozların her sene belli bir dönemde mi geliyor? Yılda kaç defa geliyor?
Kaç defa gelmiyor diyeceksiniz. Lodos olduğu her dönemde geliyor. Ne zaman yağmur var, o zaman toz var. İstanbul’da arabaların üstünde güneye bakan camlarda lekeler görmeniz lazım. Onlar yağmurla yere inen Sahra tozları. Bu sene her ne kadar virüs de taşısa, “rahmet yağıyor”, “bereket yağıyor” denen şeyin aslı esası bu. Toz, bulutla buluşunca berekete, rahmete yol açıyor.

İstanbul Eyüp’te 20 Nisan’da çekilen fotoğrafta, 17-18 Nisan’daki yağmurlarla yere inen ve camlara yapışan Sahra tozları açık bir şekilde görünüyor (Foto: Gökhan Tan).

Neden berekete yol açıyor?
İnsanların vücudunda bir yer kesilse kıpkırmızı kan akar. Kanımızın kırmızı renginin nedeni, hemoglobinin demirden ihtiva etmesi. Ama insanlar kansızlık çekiyor. Onun indirgenmiş demir olması lazım ki kullanabilelim. Yani kan eksikliği çeken bir insana “em şu çiviyi” demiyoruz. İndirgenmiş demir şu demek: İnşaat, çatal, kaşık demirleri +3 değerli veya kanımızdaki de +3 değerli. Bunlar +2 ye indirgendiğinde kullanabiliyoruz. Doğa da +2 değerde kullanabiliyor. İşte bu bereketli yağmur döneminde +2’lik demirler iniyor. Artı bir de aminoasitler iniyor. Aminoasit demek hayat demek. Aminoasit demek proteininin temel taşı demek. Protein demek hayat demek. İşte bütün bunlar iniyor, bütün bunlar inince de doğa canlanıyor. Yani doğaya “canlan” mesajı geliyor bu yağmurlar ile.

Sahradan kalkan çöl tozlarının yıldan yıla artması doğanın bir savunma mekanizması mı?
Tabii. Doğa kendini soğutmaya çalışıyor. İşte o soğutma mekanizmasının bir parçası. İnsanlar sanıyorlar ki, buz çağında her yer buz. Buz çağında kutuplar buz, ama sahra en aktif döneminde. Sahra çok toz attığı için buz oluyor gibi ters bir olgu var. İşte onu da ben buldum daha dünya bilmiyor. Açıklaması biraz zor ama, bu bereketli yağmur bizde yağınca rahmet, bereket diyoruz. Denize yağınca alg oluşumuna neden oluyor. Alg dediğimiz de dünyanın net oksijen kaynağı. Bir de çok özel bir gaz çıkarıyor, Dimethylsulfoniopropionate “DMSP” diyoruz kısaca. Bu DMSP eninde sonunda atmosfere çıkıp sülfatla sonlanıyor. Sülfatta bulut oluşturma çekirdeği. Yani Sahra tozunu çok atarsanız bulut oluşturma çekirdeğini çok atmış oluyorsunuz. Buz olan yerin üstünde bulut oluşturunca bulutlar uzamaya genişlemeye başlıyor. Tabi bu süreçler senin-benim yaşarken tanık olabileceğimiz süreçler değil, bunlar iklimsel süreçler, en az bin senelik dönemler.

Sahra’dan buraya toz geldiğini meteorolojiye anlatmam 20-30 sene sürdü.

İklimin değişmediği bir sene veya yüzyıl yok. Ama nasıl değiştiğini anlaman için 10 bin sene geçmesi lazım. Mesela 10 bin sene sonra yaşamış insanlar bizim için “şunlara bak yaşamışlar, fark etmemişler” diyecekler. Onlar da ne yaşadığını fark etmeyecek.

Bir insanın yaşa sürecinde iklim değişikliğini hissetmesi diye bir şey olamaz, imkânsız. “Hocam her yer ısınıyor?” E sıcaklık artıyor tamam? Bunun tepesinde miyiz, dibinde miyiz? Bilmiyoruz. Bilmemiz için geçmesi gereken süre bin sene, hatta 3 bin 5 bin sene. Buzul çağında da çok soğumasına izin vermiyor. İşte “regulation” (düzenleme) buradan geliyor. Çok tatlı, çok harika bir şey. İnsan bunları görüp anladıkça hayran oluyor. Öyle bir düzen var ki tıkır tıkır işleyen, hayran olmamak elde değil.


Sahra dünyanın en büyük çölü, fakat dünyanın her yerinde çevresinin iklimini etkileyecek çöller var.  Çöl tozları isimlerini oluştuğu çöllerden mi alıyor? Örneğin Gobi çölünden Gobi tozu gibi?
Gobi Çölü “Asian Dust” (Asya Tozu) diye geçiyor. Asya’da bir de Taklamakan Çölü var. Hava akımları bu iki çölün üstünden geçip toz üretme kapasitesine sahip. Orada mesela Afganistan, İran, Pakistan toprakları da toz üretebiliyor. Hindistan’da öyle bir şey yok ama o da Muson yağmurlarından Afrika tozlarını alıyor. Onun için yemyeşil Hindistan. Güney yarımkürede de Patagonya (Arjantin, Şili), Namibya’nın (Güney Afrika) düzlükleri ve Avustralya var. Yani her yeri düzenleyebilecek bir çöl kaynağı mevcut.

“Çöl Tozları” makalenizde geçen sülfat dünyadaki her yerde verimli bir şekilde değerlendirilebilseydi küresel ısınma dediğimiz küresel problemlere de çözüm olabilir miydi?
Tabii. Benim “Havadan Tozdan” diye bir kitabım var. Onu yeniden yazıyorum. Başlığı şu olacak: Kontrol edilebilir iklimler çağı. Yani bundan sonra iklimleri kontrol edebileceğiz. Çünkü mekanizmayı öğrendikten sonra istediğin şekilde müdahale edersin. Bu kadar basit. “Yok ya” falan diyebilirsin ama öyle değil işte. Hakikaten yapabileceksin.

Sülfat da tehlikeli bir şey değil. Herkes onu asit yağmuru zanneder halbuki öyle değildir. Yani bu Sahra’dan gelen yağmurlar hiç asidik olmaz, içinde bol bol sülfat taşır. Ama bunu bilmeyen, sülfat ölçemeyenler, bizim üniversiteler özellikle “Sahra’dan asit yağmuru geliyor” diyor. “Nasıl geliyor? Sahra’da fabrikalar mı var?” dediğimizde, “E işte geliyor” diyor. Sadece bizimkiler değil dünyadaki bilim adamları da bilmiyor. “Hocam neden yazmıyorsun?” dersen uğraşma çağlarımı geçtim. Çünkü bu iş öyle bir iş ki, şu anda bunu Afganistan’dan bir bilim adamı benim bulduklarımı bulsa. Biz ona nasıl bakıyorsak dünya da ona öyle bakıyor. Benim kabahatim değil, Türkiye’yi bu hale sokanların kabahati. “Ya sen bilim adamısın, sana ne siyasetten?”. E tabi “Bana ne?” de senin sayende ben etkileniyorum yani sonuçta.

Türkiye’de tozların varlığı koronavirüsü nasıl etkiliyor?

Cezayir’in güneydoğusunda, Libya, Nijer ve Mali sınırındaki Tassili n’Ajjer Platosu’nda, tarihi MÖ 10 bine kadar uzanan binlerce mağara resmi bulunuyor. Bu resimlerde büyük havyan göçlerinden, iklim değişimlerine, doğanın binlerce yılda geçirdiği evreler tasvir ediliyor. (Fotoğraf: unesco.org/Gruban)

Toz kuru halde havada ya da yerde kaldığında hiçbir şey farketmiyor. Ama ıslanınca işler değişiyor çünkü içindeki bakteri mantarlar aktif hale geliyor.

Şöyle anlatayım: Bakteri mantarlar ise Sahra’nın geçmişinden geliyor. Sahra’nın en acımasız yerleri ortasının doğusu, Tassili N’ajjer denilen yer. Orada şu anda yağmurun damlası yok. Mağaralarındaki duvarlarda timsah, hipopotam resimleri var. Çizen adam  bunları gördü de çizdi. Sahra bundan 10 bin sene önce ormanlık, yeşillik bir yermiş. Bize gelen tozlar da Sahra’nın o zamanki kalıntıları.

Virüs canlı bir organizmaya yapışmak durumunda ve çok ufak bakteri mantarın üzerine yerleşebiliyor. Bakteri mantar da çok ufak o da tozun üzerine yerleşebiliyor. Dolayısıyla tozlu günlerde bir hasta hapşırdığı zaman atmosferde çok daha uzun süre kalabilme potansiyeline sahip. Normal bir günde hapşırdığında virüs 1 metre gidiyor ise toz gelen günlerde hapşırdığın virüs yüzlerce kilometre gidiyor.

Tozlu ve bulutlu günlerde Ankara’daki hapşıran adamın virüsü İstanbul’a gelebilir.

Virüsü soluduktan sonra semptomlar beş altı gün sonra belli oluyor. Ben toz gelen yerlere beş altı gün sonra bakıyorum vakaların kesinlikle yükseldiğini görüyorum. Bu dünyanın her yerinde geçerli. Kore’ye, İsrail’e, Yeni Zelanda’ya uyarı yapıyorum, çıkıyor. Bize yapıyorum “Uyduruyor” diyorlar.

Mesele sadece bunları bilmek değil, nasıl korunacağını da aktarmak. Toz ve bulut olan yerlerde dışarı çıkınca çok dikkat etmek gerekir. Ankara’daki bir adamın bile virüsü İstanbul’a gelebilir. Evine “poyrazmatik” koyacaksın aynı zamanda havayı temizleyeceksin. Benim doğru söylediğim de ne zaman ortaya çıkacak biliyor musun? Yabancı biri bunları söylediğinde. O zamanda beni suçlarlar “Hocam şöyle demedin böyle dedin” diye. Ama ben ikisini de dedim.


Türkiye geçmişten bugüne Sahra tozları hakkında bilinçlendi mi?
Sıfır. Sıfır, çünkü ben “Sahra tozu geliyor, geldiğinde de virüslerin yaşamasına olanak sağlayacak ortamı hazırlıyor” dediğimde gazeteciler başka uzmanlara da başvurdular. Orası sorduğu hocalardan referansla benim yanlış olduğumu söyledi. Gazetecilerin danıştığı insanların içinde meteoroloji hocası var. “Sahra tozuyla virüs gelmez” diyor. Toz gelmez demiyor Allah’tan! ‘Toz çok yüksekten geliyor o sıcaklıkta virüs yaşamaz’ diyor. Yanlış kişiye sormuyorlar, gidip İTÜ’deki meteoroloji mühendisliği hocasına soruyor. Daha kime sorsun? Ama oradan yanlış cevap geliyor. “Toz içinde virüs olmaz o çok soğuktan geliyor” diyor. Independent Türkçe‘de ve teyit.org‘da benim “yanlışımı düzelten” haberler çıktı.

Gazeteciler yanlış yere sormuyor, İTÜ’deki meteoroloji mühendisliği hocasına soruyor. Ama hoca yanlış cevap veriyor. Gazetecinin kabahati ne?

Aerobiyoloji diye bir bilim dalı var. Benim bu lafımı onaylayabilmek için ben bile Amerikan kaynaklarını referans alıyorum. Niye? Çünkü bizde bir aşağılık kompleksi var. Ben yapamam bunu, illa bir yabancı yapacak. Bak ben bile sana yabancıyı referans veriyorum. Bana bazen “Sahradan ne geliyor hocam?” diye soruyorlar, “soru yanlış” diyorum. “ Ne gelmiyor diyeceksin.” Dünyada ne var ise orada da var. Çünkü geçmişteki yaşamın kalıntıları geliyor.

Bu haberleri düzeltme girişiminiz oldu mu?
Hayır, hiç olmadı. Öyle şeylere girmem. Ne gireceğim? Gazeteciler araştırıyor, doğru uzmanlara soruyor. Ama o uzmanlardan yanlış cevap geldiyse gazetecinin kabahati ne? Meteoroloji mühendisi bilmiyor yani bu ayıptan sonra ne yapacaksın? Bıraktım peşini ilgilenmiyorum, ben uyarımı yapıp geçiyorum.

Bahsedilen tozlar doğru değerlendirildiğinde tarım sektörüne katkı sağlıyor.  Türkiye’nin farklı yerlerindeki farklı toprak türlerinden de aynı verimi alabilir miyiz?
Kesinlikle alabilirsin. Toprak bitkinin tutunması için. Yağmur yağınca neden ağacın altına giriyorsun? Topraktaki kök su almak için bir mekanizma ise, milyarlarca senelik evrim geçiren bir ağaç, yapraklarını yağan bütün yağmuru köküne iletecek şekilde evrimleşmesi gerekirdi. Her şey yapraktan alınır. Yaprakta “stoma” denilen bitkinin içerisine doğru çalışıp oradaki suyu içeri alan canlı yapılar var. Eğer yaprakta yoksa kökten alır. Evrim neden besini bitkinin köküne iletecek bir yol seçmiyor da hep yapraktan beslenip yaprağı büyütüyor? Çünkü doğa dediğimiz şeyin arkasında milyarlarca sene var. Doğa ne yapıyor ise onu yapacaksın. Ben öyle yaptığım için bütün bunları buldum.

Marmara endüstriyel kire sahip, Karadeniz ise ekolojik değişikliğe uğramış, ama Akdeniz temiz partiküllere sahip. Peki tozları verimli bir şekilde kullanabilmemiz için deniz temizliği tek şart mı? Doğru yapılanma ile bir İskandinav ülkesi kadar balık yetiştiriciliği yapabilir miyiz?
Hayır kirli denizde de yapılabilir. Kirli deniz de gayet iyi. Kirli deniz demek besin tuzu çok demek. Kir dediğimiz şey organik madde ise kullanılabilir. Endüstriyel kir de kullanılabilir ama alg yiyerek kullanabilir ama önemli olan endüstriyel kir atmamak.

Karadenizin yapısını bildiğim için bir İskandinav ülkesi kadar balık yetiştiriciliği yapabiliriz. Norveç somonu soğuk su istiyor, su derecesi 10 dereceyi geçmeyecek, ışık görmek istemeyecek. Ben Karadeniz’in dip yapısını iyi bilirim. Karadeniz’in belirli yerlerinde, dibinde 7 dereceyi geçmeyen yerler var yaz kış. Orada yetiştirsen Norveç somonunu da geçersin. Tozları kullanmadan da bunu yapabilirsin.

Kanal İstanbul’un Marmara Denizi bitirebileceğini söylediğinizi biliyoruz, peki bu durum ekolojik olarak Türkiye’nin sonu mu olur? Çevre coğrafyalar bundan nasıl etkilenir?
Marmara bölgesinin sonu olur. İstanbul Türkiye ekonomisinin yüzde 90’ı. Bilimle dalga geçilmiyor. Süveyş’te olan hadise Kanal İstanbul’da olabilecek bir hadisenin en çıplak örneği. Süveyş’te akıntı yok, gelgit sayesinde kurtardılar. Bizde gelgit de olmaz, esen rüzgarlardan dolayı Karadeniz’den Marmara’ya bir akıntı olur.

Kanal İstanbul Marmara’nın sonu olur. Göçeriz yani, bunun şakası yok.

Cemal Saydam’ın, seviye ve tuzluluk farkı nedeniyle Marmara ve Karandeniz’in bağlanmasının felakete yol açacağı gerekesiyle yaptığı “Kanal İstanbul’u unutun” uyarısı, 2013’ten beri bağımsız medyada geniş yer buluyor. (Kaynak: tr.sputniknews.com, 13 Aralık 2019)

Marmara’nın sonu, dediğimiz uzun vadede binlerce senede olur. Göçeriz yani bunun şakası yok. Marmara elden giderse bunun geri dönüşü de olmaz. Karadeniz de etkilenir. Balık nedir onu unutursun. Marmara da balık geçişi olmaz, balık da karadeniz’e hapsolur. Karadenizin ekolojisi değişir. Ama nasıl değişir bilemem. Çevre ülkeler de etkilenir, benim bildiğimi onlar da biliyor. Ama neden söylesinler? Uluslararası diplomasi hiç acıması olmayan ve tamamen ülkelerin kendi çıkarları için savaş verdiği bir yer. Benim Kanal İstanbul için harcayacağım para, pul, mesai beni sevmeyen ülkelerin kâr hanesine yazılır. İki denizi birleştirirken bir denizbilimciye sormak lazım.

Kanal İstanbul için “kısırlığa yol açar” yorumuz da çok tartışıldı, bunu biraz açar mısınız? 
Marmara Denizi’nin ölmesi ölü kokması demek. Sülfattaki oksijeni çekince çürük yumurta kokusu oluşur. Bu koku da boğazı kokutur. Çinlilerin yayınına göre bu koku farelerde kısırlığa neden oluyor.

Yorum yazın