Sanat

Kameradan dayak yiyen kadın

Yazan: HaberVs

Özlem Özbaş oozbas@medyakronik.com İlk kısa filmini henüz 16 yaşındayken çekmiş Yeşim Aslan. O yaşta kendisini sinemaya yönlendiren şeyi şöyle açıklıyor: “O yıllarda yan flüt ve bateri çalıyordum, resim yapıyordum, fotoğraflar çekiyordum… Yapmak istediğim şeyin ‘sanat’ olduğu çok açıktı.”Biri üzerinde profesyonelleşmesi gerektiğinin farkına vardığı gün, bunların hepsini içinde barındıran şeyin “sinema’’ olduğunu anlayarak sinemaya yöneldiğini ekliyor.İlk […]

Özlem Özbaş

oozbas@medyakronik.com

İlk kısa filmini henüz 16 yaşındayken çekmiş Yeşim Aslan. O yaşta kendisini sinemaya yönlendiren şeyi şöyle açıklıyor: “O yıllarda yan flüt ve bateri çalıyordum, resim yapıyordum, fotoğraflar çekiyordum… Yapmak istediğim şeyin ‘sanat’ olduğu çok açıktı.”
Biri üzerinde profesyonelleşmesi gerektiğinin farkına vardığı gün, bunların hepsini içinde barındıran şeyin “sinema’’ olduğunu anlayarak sinemaya yöneldiğini ekliyor.
İlk filmi “150. Sayfa’’dan sonra “Tarihin Doğurduğu Kent: Safranbolu” isimli belgeselle devam etmiş serüveni. Üniversite yıllarında çektiği “Süper Kahraman Okurları Üzerine Kısa Bir Film”i birçok yerde gösterilme şansı yakalamış. Yeşim Aslan, sinemadan uzak kaldığı yıllarda “Sekans” dergisinde sinema yazıları yazmış ve Ankara’da “Sinema Dostları Derneği’’nde sinema derslerine katılmış.
İlk filminin üzerinden geçen 11 yılda nelerin değiştiğini şöyle anlatıyor Aslan: “O dönemde sinema algım çok farklıydı. Tek bildiğim sinema yapmak istediğimdi. İzlediğim, sevdiğim gibi bir şey çekmek istedim. Kısa filmde neyi anlatabilirim, kısa filme hangi öyküler yakışır bilmiyordum. Sonra 150. Sayfa’nın konusunun kısa filme ne kadar yakışmadığını öğrenmiş oldum.’’
Kameralı Kadın’ı çekme fikri çok önce, sinemada “kameranın varlığı’’nı sorgulamaya giriştiği sırada başlamışsa da, bir gece arkadaşlarına “Benim şöyle de bir hayalim var” dediği bir anda doğmuş. Filmde kameranın, yönetmenle oyuncu arasında nerede durduğunu, işlevsel olarak sadece kayıt tuşuna basılınca bize “an”ı gösteren bir makine olup olmadığını sorguladığını söylüyor Aslan.
Filmi izleyenlerin verdiği tepkiler ise hayli ilginç. “Bazılarına filmdeki şiddet yetmedi, ‘Neden kan yok?’ dediler. ‘Ben bu filmde böyle bir şiddet izlemek istemezdim’ diyenler de oldu. Marilyn Monroe’nun da kameralar tarafından öldürülmüş bir kadın olduğunu söyleyenler oldu. İzleyenlerden biri de kadının aslında kendi kendisini dövdüğünü söyledi, kadının toplumsal baskı karşısında kendisini cezalandırması olarak okudu bunu. Çok farklı yorumlar, çok farklı okumalar çıktı.’’

Yönetmenin tercihi

Yeşim Aslan’ın kendi okumasını soruyoruz bu durumda. Aldığımız cevap şöyle: “Kadın kamerayı öpüp koklasaydı da hemen hemen aynı mesaj verilirdi. Yine kameranın işlevi sorgulanmış olurdu, yine kadının toplumsal rollerine, medyadaki yansımasına gönderme yapmış olurdum. Ama yönetmenin varlığı işte tam da burada ortaya çıkıyor. Ve ben kadının dövülmesini tercih ettim.”
Aslan, kısa film diliyle anlatmanın zorluğunu şöyle anlatıyor: “Kısa filmde kısa zamana sığdırılmak istenen çok şey var. Mesela Kameralı Kadın’da ben sadece bir kadını döven bir kamera gösteriyorum. Fakat bunun hakkında bile sayfalarca yorum yazılabilir. Kısa filmin de farklı avantajları var, sürenin kısa olması konsantrasyonun tam olmasını sağlıyor bir taraftan. Agnieszka Holland’ın ‘Avrupa Avrupa’sının bir bitiş sahnesi vardır. Orada, bütün bir film boyunca anlatılanlar tek bir metaforla yaşatılır. Birbirilerini bulmaya çalışan iki erkek kardeşin öyküsünü izlersiniz, filmin son sahnesinde yağmur altında iki kardeş çiş yapıyorlardır. Bu inanılmaz bir özgürlük, inanılmaz bir rahatlama. Özgürler, rahatlar artık. Filmde asıl başarı bu bence.’’

Yorum yazın