santralistanbul

Manşette el bombası

Yazan: Gökhan Tan

Sabah gazetesi bugünkü manşetinde, Ergenekon terör örgütüne üye iki gazetecinin tutuklanma nedeni olan delillere inancını teşhir etti.

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının ve tukulanma biçiminin, dört yıldır devam eden Ergenekon soruşturmasında bir kırılma noktası olduğuna inananlardanım. Bu yorumuma “günaydın, yeni mi fark ettin” diyenler var. Ama bu kez durum farklı. Çünkü dört yıl önce Ümraniye’de ele geçirilen el bombaları bu kez çok yakına düştü… Üniversitedeki odamıza kadar girdi. (Ahmet’in oturduğu masanın altında varmış birkaç tane, gözümüzden kaçmış. Polisler Ahmet’in bilgisayarındaki diski sökerken fark ettiler.)

***

Ahmet’le birlikte üniversitede verdiğimiz gazetecilik -dördüncü sınıf- dersinde, Türkiye basınının bir haberi nasıl ele aldığına dair örnekler üzerinde de duruyoruz. Her nevi eğitimin ve gazeteciliğin temel derdi olması gerektiği gibi, öğrencilere (geleceğin olası muhabirlerine) “neden” diye sormayı öğretmeye çalışıyoruz. Örneğin bir haberi masaya yatırarak, neden yapılmış, neden böyle yazılmış, neden manşette yer almış ya da neden diğer gazetede yer almamış ya da küçük verilmiş gibi sorularını sormaya ve cevapları üzerine düşünmeye çağırıyoruz.

Şimdi vereceğim örnek, yarınki dersin konusu olabilir mesela: Öğrencilere “Sabah gazetesinin bugünkü manşeti sizce ne anlama geliyor” diye sorabiliriz.

Bahsettiğim manşet, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün ağzından verilmiş:

“Açıklanmayan deliller var”

Sabah gazetesi editörleri, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklandığı gün Savcı Öz’ün yaptığı yazılı açıklamayı bu vurguyla manşet yapmayı tercih etmişler. Manşet olduğuna göre bu açıklama, Sabah editörlerinin en çok önemsediği ve bu nedenle en çok dikkat çekmek istediği haber olmalıydı.

Manşetin altındaki spot ise şöyleydi: “Ergenekon Savcısı Öz suskunluğunu bozdu: [Ahmet Şık ve Nedim Şener hakkında] Yazdıkları kitaplardan değil, elde edilen delillerden işlem yapıldı.”

Bu gerçekten önemli bir haberdi. Öyle ya, dört yıl önce bir anda Türkiye’nin en çok zikrettiği isimlerden biri haline gelen, buna rağmen ser verip sır vermeyen, fotoğrafı bile neden sonra çekilebilen Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz sırf bu açıklamayı yapabilmek için dört yıllık suskunluğunu bozmuştu! Spottaki ilk vurgu buydu.

Savcının görmediği Ergenekon

Spottaki ikinci vurgu ise “işlemin” yazılan kitaplarla değil, delillerle ilgili olduğuydu. Demek ki Sabah editörleri, Savcı Öz’ün elindeki delillerden çok emindi.

Emin olmaları için geçerli nedenleri de vardı aslında.

Daha birkaç saat önce “yargılama makamlarına güveni kalmadığı” gerekçesiyle davadan çekileceğini duyuran Ahmet Şık’ın avukatı Akın Atalay, Savcı Öz’ün Ahmet Şık iki yazarından biri olduğu Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu kitabını sorgu gününe kadar hiç görmediğini açıklamıştı. “Gerçekten mi ilk kez duydunuz ve gördünüz” diye sormuştu savcıya Atalay. “Ya ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim; biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz” diye cevaplamıştı Savcı Öz.

Bu açıklamanın doğruluğunu, sorguda bulunan diğer avukatlara da sordum. Olumlu cevap aldım.

Nisan 2010’da yayınlanan Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu, Ergenekon soruşturması hakkında Türkiye’de yazılmış en kapsamlı ve buna rağmen en derli toplu çalışma. Ama soruşturmayı yürüten savcının bu yayından haberi yoktu.

Dolayısıyla, kendisinin söylediği ve Sabaheditörlerinin dikkat çektiği gibi, haberi olmayan kitapları gerekçe göstererek tutuklama talep edemezdi.

“Yayınları özenle izliyoruz”

Gazetecinin bakış açısına göre, aynı haberin başka türlü verilişi de mümkündür. Bu nedenle yarın “Peki diğer gazeteler Savcı Öz’ün açıklamasını sayfalarında nasıl görmüş” diye de sorabilirim.

Radikal gazetesi örneğin, “Neden bu açıklamayı manşet yapmamış, neden iç sayfada kullanmış ve neden habere ‘Savcı Öz: Yayınları özenle izliyoruz’ başlığını tercih etmiş” diyebilirim.

Savcı Öz’ün, açıklamasındaki “Esasen savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikle hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir” bölümü ne anlama gelmektedir?

Yoksa basın, savcıların görevlerine müdahale etmek ve terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlama yarışına mı girmiş? Acaba, kamuoyu tepkisinden daralan savcılar, gazetecilere bir mesaj mı göndermek istemiş?

***

Türkiye’nin çoğu insan tarafından örnek gösterilen iki gazetecisi, özgürlüklerine mal olan bu delillerin ne olduğunu, karşılarında tutuklamalarını talep eden Savcı Öz’den bile öğrenemedi. Gelin görün ki, Savcı Öz dışında pek bir kimsenin bilmediğini varsaydımız bu delilleri Sabahgazetesi gördü. Hem de manşetten gördü.

Masalarımız bitişik Ahmet’le. Bazen gereğinden fazla uzayan ve Ahmet’in tarafına taşan eden ayaklarıma birşeyler çarpardı. Allah sizi inandırsın, bir kere eğilip de bakmadım ayaklarıma ne çarpıyor diye. Öğretmeye çalıştığım gazetecilikten de sınıfta kaldım; çünkü merak da etmedim. Bir an olsun Ahmet’in terör örgütüne hizmet ettiğine, halkı kin ve düşmalığa teşvik ettiğine uyanamadım.

Bir gün okulun temizlik görevlileri bizden önce girmişti odaya. Ahmet neden sonra gelmiş ve birden panik içinde temizlikçilerin peşinden koşmuştu. Bir kaç dakika sonra odaya eli kolu dolu geldi. O temizlikçileri de bir daha görmedim. Gel gör ki, ben, yine uyanamadım!

İşte Sabah gazetesinin manşeten gördüğü “açıklanmayan deliller”, Ahmet Şık’ın masasının altındaki bu el bombalarıydı.

Yorum yazın