Sanat

Melankolinin dermanı: The Cure

Yazan: Zeynep Şahin

Bazı gruplar vardır dinleyicileri onları bir yere getirir. Bazı gruplar vardır dinleyicileri bir yerden bir yere getirir. The Cure ikinci tanıma girecek bir grup. Dinleyicilerini bir ruh halinden ötekine, bir anda umutsuzluğa ve çaresizliğe düşürebilir. Doludizgin geçen 31 yıl ve 12 inanılmaz albümle, The Cure kendine özgü tarzıyla, geleneksel ve kalıplaşmış davranış ve yaşam biçimine […]

Bazı gruplar vardır dinleyicileri onları bir yere getirir. Bazı gruplar vardır dinleyicileri bir yerden bir yere getirir. The Cure ikinci tanıma girecek bir grup. Dinleyicilerini bir ruh halinden ötekine, bir anda umutsuzluğa ve çaresizliğe düşürebilir. Doludizgin geçen 31 yıl ve 12 inanılmaz albümle, The Cure kendine özgü tarzıyla, geleneksel ve kalıplaşmış davranış ve yaşam biçimine karşı yıkıcı bir tavır geliştirdi. Özgürlüğümüzü yönlendiren, yaşam biçimimizi şekillendiren toplumsal organizmayı her şeyin suçlusu olarak görüp karşı çıktılar. Düzen karşıtı müzik hareketinde, punk’ın yeni sözcüsü oldular. Sonuçta hala dinlemekten zevk aldığımız bilinçli bir kışkırtıcılık yaratan müzik oluştu. Dünya çapında sattıkları 27 milyon albümle The Cure büyük bir başarıya imza attı. Bugüne kadar çıkış yapmış en yaratıcı gruplar bile en verimli ürünlerini erken dönemlerinde verirken, The Cure zaman geçtikçe her albümle birlikte farklı boyutlara açılmaya ve kendini yenilemeye devam etti. Bu yeniliğin son ürünü ise geçtiğimiz haftalarda yayınlanan The Cure 4:13 Dream isimli albümleri oldu.

Var olan sisteme alternatif

70’lerin sonuna doğru dünya yeni bir akımla karşılaştı. İdeoloji ve başkaldırışı daha çok yaptıkları müzikle dile getiren bu akımın adı Punk idi ve anarşist temelli gerçek bir devrimdi. Bu hareketli dönemde ortaya çıkan The Cure asıl ününü 80’lerin başında kazandı. Grubun efsanevi solisti Robert Smith ise kendine özgü giyim tarzı, dağınık saçları, kırmızı ruju, siyah göz makyajıyla bir tür altkültür agresif gençlik yani punk ikonuna dönüştü. Kasvetli ve melankolik şarkı sözlerinden dolayı müzik tarzları gotik rock olarak da anılan grubun yolculuğu 1976 yılında Robert Smith’in henüz 17 yaşındayken arkadaşlarıyla birlikte The Easy Cure’u kurmasıyla başladı. Michael Dempsey, Lol Tolhurst ve kendi çevresinde ufak çaplı üne sahip Porl Thompson’dan oluşan dörtlü 1977 yılında Alman müzik şirketi Ariola-Hansa tarafından düzenlenen uluslararası Battle of the Bands (Grupların Savaşı) yarışmasını kazandı.

Marjinal olan istenmedi

Bu başarı ilk single ve albüm anlaşmasını getirse de, dönemin müzik şirketlerinin aykırılık ve başkaldırıya mesafeli tutumları nedeniyle grup fazla marjinal bulundu. Başarısız bir yılın sonunda her iki taraf da anlaşmadan çekildi ve hiçbir şey yayınlanmadı. Hayal kırıklığına uğrasa da bildiği yolda devam eden grup, 1978’den itibaren adını The Cure olarak değiştirdi. Porl Thompson gruptan ayrıldı. 1980 yılında ilk yapımcıları Mike Hedges’in katkılarıyla, Killing An Arab piyasaya çıktı. 1985’e dek bir dizi ses getirmeyen çalışmalara imza atan grup 1985’te kendilerini dünya çapında meşhur eden The Head On The Door ve hemen ardından kusursuz bir hassasiyet içerisinde tasarlanan ve İngiltere müzik listelerinde 7. sıraya kadar yükselen THOTD albümünü yayınladı.
İki başarılı albümden sonra hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi edinen grup 1987’de o güne dek yaptıklarına kıyasla en zengin sözler ve müzikleri içeren Kiss Me Kiss Me Kiss Me, 1992’de ise Wish isimli albümlerine sevenlerine ulaştırdı. 2000 yılında grubun kurucusu Robert Smith’in, “en mükemmel ve kusursuz” diye tanımladığı Bloodflowers albümü yayınlandı. Adeta The Cure’nin 23 yıllık geçmişinin bir özeti niteliğindeki albümde yer alan Out Of This World adlı parçasında olduğu gibi “Başka bir dünya benim istediğim” diye anlattılar meramlarını.

13’ün uğursuzluğu

Yeni albüm gelene kadar konserler, turneler, arada birkaç kez tekrar basımı yapılan albümler ve 45’liklerle sevenlerinin özlemini gidermeye çalışan grup 4 yıl boyunca da yeni albümünün hazırlıklarını sürdürdü. Albüm çıkmadan önceki dört ayın her 13. gününde The Cure yeni bir 45’lik piyasaya sürerek gelmekte olan çalışmalarını sevenlerine damla damla müjdeledi. İlk olarak mayısta The Only One geldi. Bunu sırasıyla Freakshow, Sleep When I’m Dead ve The Perfect Boy takip etti. Albümün çıkış tarihi ekime sarkınca eylül ayında da tüm yeni 45’liklerin farklı versiyonlarının bulunduğu Hypnagogic States adlı toplama albüm piyasaya sürüldü. Tüm parçalarında The Cure, kendini ayrıcalıklı yapan, melankoli ve iyimserliği taşıyan yapıtlarıyla dinleyenleri heyecanlandırsa da hep beklenen yeni yaratılacak olan albümdü.
Grup 4 yıl süren zorlu çalışma süreci ve sürekli ertelenen çıkış tarihinden sonra nihayet geçtiğimiz eylülde, The Cure 4:13 Dream adlı 13. ve son çalışmasıyla hayranlarının karşısına çıktı. 14 yıl sonra Porl Thompson’un tekrar ekibe dahil olmasıyla artık yeniden dörtlü olan The Cure, yeni albümlerinde yeralan şarkılarındaki derin sözleriyle dinleyicilerini alıp gizil dünyalara götürüyor. Grubun önceki albümlerindeki ahengi yeniden duyabilmenin mümkün olduğu The Cure 4:13 Dream’in, dinledikçe kendini aşık eden bir çalışma olduğu kesin.

Yorum yazın