Genel

Vakıflar Kanunu’na gayrimüslim cemaatlerden beş itiraz

Yazan: http://www.tesev.org.tr/etkinlik/demokratiklesme_c

Ferda Balancarfbalancar@medyakornik.com 20 Şubat’ta TBMM’de yapılan açık oylamada 72 ret oyuna karşılık 242 oyla kabul edilen ve dün de (26 Şubat) Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanan yeni Vakıflar Kanunu gayrimüslim cemaatleri ve onların temsilcilerini memnun etmiş değil. Yasanın bizzat kendisinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava konusu olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Buna karşılık TBMM’deki görüşmelerde yasaya şiddetle […]

Ferda Balancar
fbalancar@medyakornik.com

20 Şubat’ta TBMM’de yapılan açık oylamada 72 ret oyuna karşılık 242 oyla kabul edilen ve dün de (26 Şubat) Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanan yeni Vakıflar Kanunu gayrimüslim cemaatleri ve onların temsilcilerini memnun etmiş değil. Yasanın bizzat kendisinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava konusu olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Buna karşılık TBMM’deki görüşmelerde yasaya şiddetle muhalefet eden CHP ve MHP milletvekilleri, değişikliğin Avrupa Birliği istedi diye yapıldığını ve “Türkiye’yi bölmek isteyen güçler”in bu vakıfları kendi amaçları doğrultusunda kullanabileceklerini savunuyorlar. Ancak yasaya bu açıdan muhalefet edenler tek tek yasa maddelerini ele alıp eleştirmekten ziyade yasanın bütünüyle ilgili kaygılarını dile getiriyorlar.
Gayrimüslim cemaatler ise yasaya ilişkin eleştirilerini beş maddede somutlaştırmış durumdalar. Bu beş noktanın değişmemesi halinde yasanın mevcut duruma göre bazı olumlu yönleri olsa da cemaat vakıflarının sorunlarına köklü bir çözüm getirmeyeceğini iddia ediyorlar. Aşağıda TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) Demokratikleşme Programı Yöneticisi Dilek Kurban tarafından hazırlanan rapordan özetleyerek Gayrimüslim cemaatlerin itiraz ettiği beş noktayı dikkatinize sunuyoruz.

1- Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi

Yasanın ikinci maddesinde “Bu kanunun uygulanmasında milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklıdır” ifadesi yer alıyor. Buna karşı çıkanlar “karşılıklılık kuralı” olarak da ifade edilen mütekabiliyet ilkesinin devletlerarası ilişkileri düzenleyen bir ilke olduğunu ifade ediyorlar. Buna göre bir devlet kendi sınırları içinde yaşayan başka bir devletin vatandaşlarına tanıdığı hak ve ayrıcalıkları, söz konusu diğer devletin sınırları içinde yaşayan kendi vatandaşlarına tanınan hak ve ayrıcalıklar esasında belirliyor. Örneğin Almanya vatandaşlarının Türkiye’de gayrimenkul satın alabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da Almanya’da gayrimenkul satın alabiliyor olmasına bağlıdır. Oysa gayrimüslim cemaat vakıfları Türkiye’nin kendi vatandaşları tarafından Türkiye’de geçerli olan yasalar çerçevesinde kurulmuş olan tüzel kişiliklerdir. Cemaat vakıflarının hak ve yükümlülüklerini düzenleyen bir yasa söz konusu olduğunda bir devlet kendi vatandaşlarına tanıyacağı hakları, diğer devletlerin tutumu ve politikaları esasında belirleyemez. Örneğin Türkiye’de Ermeni cemaatine ait vakıfların hak ve yükümlülükleri, Yunanistan’da Batı Trakya’da faaliyet gösteren vakıfların durumuna bakarak belirlenemez. Mütekabiliyet ilkesine yasada yer verilmesine karşı çıkanların bir başka iddiası da devletin vatandaşlarının bir bölümüne tanıdığı hak ve özgürlükleri, o vatandaşların dini kökeni nedeniyle mütekabiliyet esasına tabi tutması, bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılıktır. Anayasanın, Lozan Anlaşması’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan hükümleriyle çelişen bu maddenin tasarıda yer alması, devletin gayrimüslim vatandaşları hâlâ eşit vatandaş olarak görmediğini gösteriyor.

2- Madde 5: “Yeni vakıflar; Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterir.”

Bu maddeye itiraz eden görüş sahiplerine göre Türk Medeni Kanunu’nun 101. Maddesi’nin 4. fıkrasındaki “belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz” ifadesi gayrimüslim cemaatlerin kendi cemaatlerini yaşatmak ve desteklemek için yeni vakıf kurmalarını engellemek için kullanılıyor. Vakıflar Kanunu yürürlüğe girdikten sonra da yeni vakıfların Medeni Kanun’a göre kurulacak olması bu engellemenin sürmesi anlamına geliyor. Bu görüşü savunanlara göre bu kısıtlama AİHM Sözleşmesi’nin 11. maddesi ve Anayasa’nın 33. maddesi altonda güvenceye alınan örgütlenme özgürlüğü ile gayrimüslim cemaatlere kendi kurumlarını kurma ve yönetme hakkı tanıyan Lozan Antlaşması’nın 40. maddesiyle bağdaşmıyor. Buna göre bu kanunla birlikte Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinin tümüyle kaldırılması gerekiyor.

3- Mazbut vakıflar sorunu

Kanunun 7. maddesi’nde “Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu Kanuna göre mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz” ifadesi yer alıyor. Mazbut vakıf, bulunduğu ilçede yeterli üye sayısı olmadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş vakıf anlamına geliyor. Kanunun bu maddesine karşı çıkanlara göre bu düzenleme ile geçmişte Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) tarafından mazbutaya alınmış olan cemaat vakıflarının el konulan yönetiminin ve mallarının iadesi öngörülmediği gibi, hukuka aykırı ve keyfi bir bürokratik uygulama olan cemaat vakıflarının mazbutaya alınması usulünün devam etmesinin önü açılmıştır. Bir başka deyişle TBMM, Türkiye’nin kendi anayasası ve kanunları ile taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri altındaki yükümlülüklerine tamamen aykırı olan gayri hukuki idari bir uygulamaya yasal ve demokratik meşruiyet sağlamaktadır. Bu ise, demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayan bir yasal düzenlemedir.
Bu maddenin mevcut haline karşı çıkanlar şu şekilde değiştirilmesini öneriyorlar:

“Vakfiyesi bulunmayan cemaat vakıflarının yöneticileri kendilerince seçilir.

Vakfiyesi bulunan cemaat vakıfları vakfiyelerindeki şartlara uygun şekilde yönetilir.

Cemaat vakıfları yönetim kurulu seçimlerinin tabi olacağı esas ve usuller, kanunun yürürlüğe gireceği tarihten itibaren altı ay içerisinde çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Seçim esas ve usullerinin belirlenmesinde cemaatlerin teamülleri dikkate alınır. Seçim çevresi, her cemaat vakıf için bulunduğu il sınırlarıdır.

Vakıf yöneticileri, il sınırları içinde ikamet eden, seçilme hakkına sahip tüm cemaat mensupları arasından, vakfın bulunduğu ilçe sınırları içinde ikamet eden, seçme hakkına sahip tüm cemaat mensupları tarafından seçilir. Tüm cemaate hizmet veren hastane, yetimhane, orta öğretim kurumu ve ana kilise ve sinagog yönetim ve denetim kurulları üyeleri ise il sınırları içinde ikamet eden seçme hakkına sahip tüm cemaat mensupları tarafından seçilir. Seçmen sayısı 20’nin altına inmiş veya cemaati kalmamış illerde bulunan vakıf yöneticileri, cemaati olan en yakın ilde ikamet eden, seçilme hakkına sahip cemaat mensupları arasından, aynı ilde ikamet eden ve seçme hakkına sahip cemaat mensupları tarafından seçilir.

Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce, 2672 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 1(d) maddesine dayanılarak mazbut vakıflar arasına alınan cemaat vakıflarının yönetimi, kanunun yürürlüğe gireceği tarihten itibaren bir yıl içerisinde yapılacak yönetim kurulu seçimlerinde belirlenecek vakıf yöneticilerine devredilir.

Mazbut vakıflar arasına alınan vakıflar ile halen yöneticisi olmayan veya yönetim kurulu oluşturulamayan vakıfların yöneticileri, ilgili cemaat mensuplarının başvurusu üzerine seçim yönetmeliğindeki esas ve usullere göre yapılır.

Yapılacak yönetim kurulu seçimleri ile mazbut vakıf olmaktan çıkarılarak yönetimleri cemaatlere iade edilecek olan vakıflar, diğer cemaat vakıflarına tanınan tüm haklardan yararlanırlar.”

4- Vakıfların uluslararası faaliyetleri

Yasanın 25. maddesinde “Vakıflar; vakıf senetlerinde yer almak kaydıyla, amaç veya faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilirler, yurt dışında şube ve temsilcilik açabilirler, üst kuruluşlar kurabilirler ve yurt dışında kurulmuş kuruluşlara üye olabilirler” ifadesi yer alıyor. Karşıt görüş sahiplerine göre Gayrimüslim vakıfları Osmanlı döneminde padişah fermanı ile kuruldukları için vakıf senetleri yoktur, dolayısıyla bu şartı yerine getiremezler. Böyle bir ifadenin yasaya konmuş olması bu nedenle gayrimüslim vakıflara ayrımcılık yapılması anlamına geliyor. Gayrimüslim vakıf temsilcileri yasa maddesinde yer alan “vakıf senetlerinde yer almak kaydıyla” ibaresinin metinden çıkarılması gerektiğini savunuyorlar.

5- 1936 beyannamesi tartışması

Yasanın Geçici 7. maddesine göre; “a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar, b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle4 halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır.”
Bu maddeye karşı çıkanlara göre Geçici 7. madde, bugüne kadar çeşitli nedenlerle cemaat vakıflarının haksız yere ellerinden alınmış olan taşınmazların bazılarının belirli koşullarda iadesini öngörmektedir. Bu açıdan, bu düzenleme ile sınırlı bir ilerleme sağlanmaktadır. Ancak, geçici 7. madde, cemaat vakıflarının hukuk dışı uygulamalarla el konulan bütün taşınmazlarının iadesini veya tazminini öngörmemektedir; bu nedenle, acilen değiştirilmelidir.

İlgilenenler için:
TESEV’den Dilek Kurban’ın yukarıda özetleyerek sunduğumuz raporun tamamına http://www.tesev.org.tr/etkinlik/TESEV-VakiflarKanunuGorusu.pdf adresinden ulaşılabilir.
Konuyla ilgili yaşanan tarihsel süreci bilmek isteyenler de Etyen Mahçupyan’ın Türkiye’de Gayrımüslim Cemaatlerin Sorunları ve Vatandaş Olamama Durumu Üzerine” başlıklı makalesine adresinden ulaşabilirler.

Yorum yazın