Genel

Yeni yasayla daha çok ‘hapı yutacağız’

Yazan: Ahmet Şık

Başbakan Erdoğan, “Batının limitlerine uygun” diyerek marketlerde ilaç satılacağını ilan etti. Hükümetin temelde bu konu nedeniyle bir süredir kavgalı olduğu eczacılar ve meslek odaları ise uygulamanın tehlike barındırması nedeniyle karşı çıkıyordu. İlaç tekellerinin ağır basmasıyla hayata geçirilecekolan “OTC İlaç Yasası” (Over the Counter- Tezgahüstü İlaç) olarak da bilinen reçetesiz ilaç satışı projesiyle ilgili İstanbul Eczacılar […]

Başbakan Erdoğan, “Batının limitlerine uygun” diyerek marketlerde ilaç satılacağını ilan etti. Hükümetin temelde bu konu nedeniyle bir süredir kavgalı olduğu eczacılar ve meslek odaları ise uygulamanın tehlike barındırması nedeniyle karşı çıkıyordu. İlaç tekellerinin ağır basmasıyla hayata geçirilecekolan “OTC İlaç Yasası” (Over the Counter- Tezgahüstü İlaç) olarak da bilinen reçetesiz ilaç satışı projesiyle ilgili İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Semih Güngör’ün sorularımızı yanıtladığı haberimizi tekrarlıyoruz.

Sağlık Bakanlığı ve eczacılar arasında 10 yıldan fazla bir süredir tartışmaya neden olan ve “OTC İlaç Yasası” (Over the Counter- Tezgahüstü İlaç) olarak da bilinen reçetesiz ilaç satışı projesi, ilaç firmalarının da ağır basmasıyla Meclis’in önüne getirildi. “İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Tasarısı” ile Sağlık Bakanlığı’nın ilaçla ilgili tüm işlevine son verilip yetki ve sorumluluk “özerk” olacağı söylenen bir kuruma devredilecek. İlacın üretiminden, tüketimine fiyatının belirlenmesine kadar tüm yetkiler, kurulacak olan ilaç kurumunun tasarrufunda olacak. İlaç firmalarının pazarlarını genişleteceği ve karlarını artıracağı söylenen bu projeyle Sağlık Bakanlığı ve ilaç sanayii “ara ürün” adını verdiği en az bin 600 ilacın reçetesiz ve reklam serbestisiyle satılabilmesi konusunda da anlaşmak üzere.

Söz konusu ilaçlar bu sınıflandırmaya girdikten sonra devletin sosyal güvenlik kurumlarının ödeme listesinden de çıkartılacak. Sağlık Bakanlığı’nın “ara ürün” kapsamında kabul ettiği ve bugün doktorların reçeteye yazdığı, devlet tarafından ödemesi yapılan ilaçlar arasında ağrı kesiciler, öksürük, soğuk algınlığı, mide rahatsızlıkları, alerji ilaçları ve vitaminler yer alıyor. Bundan böyle bu ilaçları kullanmak zorundaki hastalar artık ilaç bedelinin tamamını kendi ceplerinden ödeyecek. Üstüne üstlük bu ilaçlar reklam serbestisiyle marketlerde, bakkallarda, işporta tezgâhlarında ehil olmayan kişiler tarafından hastalara sunulacak. Pazarın büyümesini ve en çok ihtiyaç duyulan ilaçların “ara ürün” adıyla eczane dışında da satılmasına olanak sağlayacak yasa değişikliğiyle büyük holdingler de süpermarket benzeri eczane zincirleriyle ilaç pazarına girmeye hazırlanıyor.

Bir süredir eczane vitrinlerinde “Geleceğimizi karartmayacağız” pankartlarıyla eylem başlatan eczacılar en son 14 Mayıs Eczacılar Günü’nde Taksim’de bir yürüyüş ve basın açıklaması yaparak bu projeyi protesto etti. İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Semih Güngör, eczacıları ve geniş halk kesimlerini yakından ilgilendiren bu düzenlemelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.

İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu yasa tasarısı nedir?

Şu anda Türkiye’de ilaçla ilgili hizmetlerin nasıl yapılacağını ve eczacının bu hizmetteki rolünü ortaya koyan 1262 sayılı yasa bulunuyor. Bu yasa ilacın üretiminden tüketimine, üretim şartlarından fiyatına kadar her noktada Sağlık Bakanlığı’nın denetimine tabi tutulmasını ve ilaç hizmetinin eczacı tarafından verilmesini zorunlu kılıyor. İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasası’nın çıkışındaki ilk amaç, başta 1262 sayılı yasa olmak üzere ilaç alanında yer alan temel yasaları ortadan kaldırmaktır. İlk kez geçen yıl gündeme geldiğinde Türk Eczacılar Birliği, eczacı odaları ve özellikle de üniversitelerin şiddetle karşı çıkmaları üzerine değişiklikler yapılacağı söylenerek tasarı geri çekildi. Şimdi karşımıza “değişiklik yapıldı” diye sunulan tasarı da aslında eskisinin aynısı. 1262 sayılı yasa yerinde duruyor gibi gösterilse de içi tamamen boşaltılmış durumda.

Tasarı neler getirecek?

Üzerinde hassasiyetle durduğumuz nokta Sağlık Bakanlığı denetiminin tamamen ortadan kalkması. Tüm eczacılık hizmetlerini yürüten, bizim de bağlı olduğumuz İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tamamen ortadan kaldırılıyor. İlacın üretiminden tüketimine dek yaşanan süreç ve hatta ilaçla ilgili yapılacak klinik deneylerin belirlenmesi sınırsız bir yetkiyle, hiçbir kamusal sorumluğu olmayan, özerk olacağı söylenen ancak sermayenin etkisi altında bir kuruma devrediliyor. İlaçla ilgili bir yasa çıkartılıyor ama içinde eczacının tanımı ve eczanenin adı yok. Bunun yerine “ilaç satış yeri” ifadesi var. Bu yasayla bizim öğrendiğimiz kadarıyla bin 500’ün üzerinde ilaç reçete kapsamı dışına çıkarılacak ve reklâm serbestisiyle marketlerde, bakkallarda satılabilecek.

İlaç Kurumu’nun kimlerden ve nasıl oluşacak?

İlaç Kurumu’nun oluşmasında hükümet inisiyatif sahibi olacak, dolayısıyla denetimsiz kalması mümkün değil deniyor. Fakat, bugün varlığını sürdüren özerk kurumların işlerini kendi bildikleri gibi yürüttüklerine tanık oluyoruz. Kurumun başında, hükümet tarafından atanan bürokratlar olacak. Yönetim kurulunda belli sayıda hekime yer vereceklerdir belki fakat görünen o ki eczacı hiç olmayacak. Oluşturulmaya çalışılan İlaç Kurumu’nun dünyada benzer örnekleri var. Fakat Türkiye’de oluşturulmaya çalışılanın tamamen bağımsız oluşu ve bu işin uygulayıcılarının adının hiç geçmeyişi kabul edilir bir durum değil.

İlaç Kurumu’nun kadrosu hükümet atamasıyla, bütçesi ise üreticilerin ruhsat bedellerinden alınacak binde beşlik payla oluşturulacak. Bu durumda gerçek bir özerklikten bahsetmek mümkün mü?

Oluşumu esnasında bağımlı, ilgili hükümet tarafından atanacak üyeleri olacak fakat işleyiş açısından tam tersi bir durumda. Mesela Sağlık Bakanlığı attığı her adımda TBMM’ye hesap vermek durumunda fakat İlaç Kurumu’nun hesap vereceği bir makam yok. Sadece açılacak idari mahkemeler otorite sahibi olabilir. Zaten sıkıntı burada, Sağlık Bakanlığı istediği her adımı atabiliyor mu? Nihayetinde biz bir kamuoyu baskısı oluşturuyoruz, yeri geliyor tasarı meclisten dönüyor, yasalarla ilgili bir süreç işliyor ve bakanlık sorumluluğunu bilerek icraat gerçekleştirmeye çalışıyor. Fakat bu kurum, söz konusu yapıdayken böyle olmayacak. Düşünün ki siz bir ilaç tekelisiniz. İlaç ruhsatı için bu kuruma başvuruda bulunacaksınız ve ruhsat bedelinin binde beşi kuruma verilecek. İlaç Kurumu işte bu gelirlerle yaşayacak. Bu kadar organik, birbirine bağımlı ilişkiler söz konusu olduğunda, sizden bir şeyler talep eden büyük tekellerin karşı çıktığı bir kararı hayata geçirme şansınız var mı? Bir bağımlılık mutlaka olacak, bizim de karşı çıktığımız işte bu!

Yasa tasarısı hazırlanırken meslek örgütlerinden görüş alındı mı?

Yasa tasarısının geçen seneki haliyle ilgili Türk Eczacılar Birliği’nden görüş alınmıştı. Odalar görüşlerini birliğe iletir, ortak bir karara varılır ve bakanlığa sunulur. Üniversiteler de bağımsız olarak görüş bildirirler. Görüşlerin tamamı bu aksaklıkların hepsini ortaya koyduğu için ilk tasarı meclis gündemine getirilmedi. Hakikaten yoğun bir tepki oluşmuştu. Şimdi ikinci bir tasarı gündeme geldi ve son hali bize gönderildi. Ne var ki tasarının bugünkü haline dair görüş oluşturmamız talep edilmiyor. “Bilgilerinize” ibaresiyle bilgimize sunuluyor. Aslına bakarsanız, sadece bu yasayla ilgili olarak değil, Türkiye’de şimdiye kadar bizimle ilgili tüm uygulamalar, yasalar ve yönetmeliklerle ilgili tabiri caizse görüşlerimiz “usulen” alındı. Söylediklerimizin hiçbiri, yazılı olarak çıkan yasalarda, düzenlemelerde, kararnamelerde yer almadı. Burada da süreç aynı şekilde işliyor. Temel beklentilerimizle ilgili hiçbir değişiklik yok. Daha önceki tasarıda ilgili yasalar yürürlükten kalkacak deniyordu, şimdiyse bakanlığın ve eczacıların konumu, işlevi bu taslağın içine farklı bir şekilde yerleştirilmiş.

Neden böyle bir yasa değişikliğine ihtiyaç duyuldu?

İlaç özelinde konuşacak olursak amaçlanan, ilaç pazarını büyütmek. Türkiye’de bugün 12 milyar dolara varan bir ilaç pazarı söz konusu. Üstelik Türkiye, ilaç sanayii açısından bakıldığında çok hızlı büyüyen bir pazar; yalnız, bu büyüme yerli üretimden değil, korkunç hızla artan ithalattan kaynaklanıyor. İthalata dayalı bu pazarın 3-4 yıl içinde 3 kat artırılarak 30 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor. Çünkü pazarı büyütmenin iki yolu var: ya tüketim artırılacak, ya hastalık. Durup dururken hastalığı artırmak mümkün olmadığına göre yapılacak şey tüketimi yukarı çekmek. Bugünkü yasal statüyle de tüketime dayalı pazarın genişletilmesi mümkün değil. Sağlık Bakanlığı’nın denetimi sürerken, ilaçların tamamı reçeteli olarak ve eczanede satılırken olmaz. Avrupa’da da bu yönde bir takım değişiklikler yapıldı ve pazar büyütüldü. Öncelikle ilacın bir kısmının eczane dışına çıkartılması satışları pompalayacak. Reklâm seçeneğinin devreye sokulması ve reklâm giderlerine bağlı olarak da ilaç fiyatlarında artış sağlanacak. Bunun dışında izleyecekleri bir yol daha var; tedavide çok sık kullanılan ve fiyatları Avrupa ölçeğinde çok düşük olan ilaçları ödeme kapsamından çıkartarak ve reklâmla tanıtımlarını yaparak eczane dışına sürmek ve o noktada bir boşluk yaratmak.

Bu kanıya nereden vardınız?

Bunun ilk belirtileri aslında geçen yıl, patentli, ithal ve pahalı ilaçların Türkiye’ye girişiyle başladı. Türkiye’de şu anda kamu kurumlarının sağlık ödemelerinde büyük bir dengesizlik var. Bu ödemelerle, her yılın başlangıcında ayrılan bütçeler örtüşmüyor ve sürekli açık veriliyor. Ödemeyi kısarak, katılım payını artırarak, bazı ilaçları ödeme kapsamından çıkararak ilaç giderlerini halkın ve eczacının üzerine yıkma yoluna gidiyorlar. İçinde bulunduğumuz süreç de doğal olarak bunu getirecek. Bahsettiğim ilaçların yerini önce reçeteli, patentli ve yüksek fiyatlı ilaçlar alacak. Söz gelimi, birkaç YTL’ye satılan grip ilaçları varken en son ithal edilen grip ilacının fiyatı 67 YTL idi. Düşünün ki 10 reçeteye bedel bir ilaç… Fakat bu ilaç şu anda Türkiye’de reçetelendirilemiyor çünkü kamu zarar görmemek için ucuz eşdeğer ilaç uygulamasına gidiyor. Piyasada birbirinin eşdeğeri olan ilaçlar arasında en düşük fiyatlısını karşılıyor, doktor daha pahalı olanı reçeteye koysa dahi aradaki fark hastaya ait oluyor. Eşdeğer ilaçlar içinde ucuz olanları ödeme kapsamı dışına alır ve pahalı olanı tek alternatif olarak doktorun önüne sürerseniz, devlet de ödemek durumunda kalacaktır. Yani süreç hem kamu tarafından ödenen reçeteli ilaç pazarında bir büyüme sağlamaya, hem de büyük bir çeşitlilik yaratacak ikinci bir alan yaratmaya adım adım yaklaşıyor.

Hangi ilaçlar “ara ürün” adıyla reçete kapsamı dışına çıkarılıyor?

Bir takım bilgilere sahibiz ama bunları şimdiden paylaşmak doğru olmaz. Ama elimize ulaşan son listeler bin 600 kalem ilacın ödeme kapsamından çıkarılacağını gösteriyor. Bunlar arasında ağrı kesiciler, mide ilaçları, soğuk algınlığı ilaçları, vitaminler, öksürük şurupları vb. var. Oluşturulan listenin ölçütü, çok uzun süre kullanıldığından artık istenen etkiyi gösteremediği düşünülen ilaçların yerini yenilerine bırakmak olarak tanımlanıyor. Fakat siz 10 yıldır ilaç diye kullanılan bir kimyasala bu artık ilaç değildir diyemezsiniz. Onun için de tuhaf uygulamalar gidiyorlar. Mesela ‘ara ürün’ diye bir kavram yarattılar. Bu ne demek? Ne ilaç, ne ilaç değil, ikisi arası bir şey. Böyle bir nitelemenin anlamı yok ama amaç bir başka pazar yaratmak olduğundan bir şekilde isimlendirmeleri gerekiyor. Söz konusu bin 600 kalemin tümü işte bu ara ürün kapsamına giriyor.

Bir ilacın “ara ürün” adıyla reçete kapsamı dışına çıkarılmasının belirlenmesindeki ölçüt nedir?

Öncelikle Avrupa’da OTC olarak ifade edilen ürünlerin tanımına bakalım: “Günlük hayatta sıkça rastlanan basit hastalıkların giderilmesi için, hekim müdahalesi olmaksızın, gerektiğinde sadece eczacının tavsiyesiyle kullanımında tıbbi sakınca olmayan, kısa bir süre kullanılmak üzere güvenli ve belirli endikasyonlar için etkili oldukları kabul edilmiş ilaçlar”. Tüm bunlar o kadar yuvarlak ifadeler ki… Buradan anladığım, halk tarafından çok iyi tanınan ve reçetelere sıkça konulan, ucuz, alınabilir ve eczanelere de yük teşkil etmeyen, kamu üzerinde yük oluşturmayan ilaçlar kastediliyor. Neden bunlar diye soracak olursanız, ilacın zaten pahalı eşdeğerini bunların yerine koymak amaçlanıyor. Bunun için de bu alanı önce bir boşaltmak gerekiyor. O yuvarlak tanımı doldurmak üzere Sağlık Bakanlığı bir çalışma yaptı; ilaç sanayii ile bakanlığın çalışma sonucunda ulaştığı listenin uyumlu hale getirilmesi üzerinde çalışılıyor. İlaç sanayii, reçeteli satışından daha fazla kar edeceğini düşündüğü ilaçları listeden çıkarmak istiyor. Sonunda uzlaşma sağlanacak ve bugün yarın listeler açıklanacak. Bunun sonucunda da kutu bazında yüzde 35-40’lık bir pazar boşaltılmış olacak. Tarım Bakanlığı kanalıyla gelen besin takviyeleri veya vitamin türü ürünlerle pazarı büyütmek mümkün değil. Hastaneye gelen bir sosyal güvenlik kurumu mensubuysa, hekim reçeteye ağırlıklı olarak ödenebilecek bir ilacı yazar. İlacın pahalı veya ucuz olduğuna bakmaz. Hekimin kıstası ilacın tedavi etkinliğidir. Şimdi muhakkak pahalı olmasına rağmen piyasada alternatifi olmayanı reçeteye yazmak durumunda kalacak.

Peki pahalı ilacın yazılması devlete bir ekonomik yük getirmeyecek mi?

Pahalı ilaç yazılırsa devlet mecbur ödeyecek. Bu da masrafların artması demek doğal olarak. Bunun önüne geçmek için doktorlar reçetesiz olan ilacı da yazabilir. Fakat bu sefer vatandaş cebinden ödemek zorunda kalacak. Üstelik bu ilaç eskisi gibi ucuz olmayacak çünkü reçetesiz sıfatını aldıktan sonra üzerine reklam gideri binecek ve fiyatı da serbest bırakılacak. Aslında bu da önemli bir nokta, bugün reçetesiz ilaçların fiyatı Sağlık Bakanlığınca belirleniyor. Reçetesiz ilaçların fiyat aralığı çok geniş, bununla ilgili bir sınır belirlenmiş değil. Mesela reçeteli ilaçlarda, 10 Avrupa ülkesinin Euro bazında en alt sınırında yer alan fiyatın üzerinde bir fiyat koyamıyor üretici. Koyduğu takdirde aradaki farkı hastadan almak zorundasın. Reçetesiz ilaçlara fiyat serbestliği geleceğinden doğal olarak fiyat yükselecek.

Bu ilaçların ödeme kapsamından çıkartılması aslında daha çok vatandaşın mağdur olacağı anlamına mı geliyor?

Elbette. Fakat 30 milyar dolara ulaşması hedeflenen bir ilaç pazarını devletin finanse etmesi mümkün değil, zaten niyeti de yok. Sağlık sistemimizde de bir aksaklık var. İşleyen sistem hastalığı tedavi etmeye yöneliyor. Başbakan çıkıp “Ben halka ilacı açtım, sağlık sorunu kalmadı” diyor. Öte yandan sağlık sorunu aynen yerinde duruyor. Sadece ilaç sorununu SSK’dan aldı, serbest eczanelere aktararak halkı kuyruklardan, uygulamaya yönelik sıkıntılardan kurtardı. Hâlbuki daha sağlıklı bir toplum yaratmaya çalışmak, hastalıkların önüne geçmek gerekiyor. O yüzden kimse kalkıp da sağlıkta devrim yarattım demesin. Bunun sonu devrim değil yıkım.

Bu konuda AB’deki düzenlemeler ne yönde?

2006’da Avrupa Komisyonu, ilaç sektörüyle ilgili bizim şu anki uygulamalarımıza sahip olan Özellikle Fransa, İtalya, Avusturya ve İspanya’ya bir uyarı yayınlıyor. AB dâhilinde sermayenin serbest dolaşımı ve serbest kuruluş tesis etme özgürlüğüne ilişkin Avrupa Komisyonu anlaşmasının 43 ve 56. maddeleri ile uyumlu olmadığı gerekçesiyle, eczacılık kanunlarının tadilini istiyor. Değiştirmemeleri halinde cezalandırma veya birlik dışına atma uyarısında bulunuyor. Tadil konuları ise bizde yapılmak istenen yasal değişikliğin aynısı. Eczane açılması ve yönetimi üzerindeki kısıtlamalar, ilaç dağıtım ve perakendesi arasındaki uyumsuzluk, eczane mülkiyetinin eczacılarla sınırlandırılması, farklı milliyetten eczacıların yeni eczane açamamaları, eczane açılmasında bölgesel ve demografik sınırlamalar, birden fazla eczane sahipliğindeki sınırlama ve eczane yapısındaki zorunluluklar. Bunların tamamının kaldırılması, yeniden düzenlenmesi ve sermayeye, yani girişime uygun hale getirilmesi talep ediliyor. Avusturya direnemedi, Fransa 2007 sonu itibariyle hala direnmeye devam ediyordu fakat yeni cumhurbaşkanı konuyla ilgili yasal düzenlemeleri meclise sunma hazırlığındaydı, diğer ülkelerse çoktan teslim olmuş durumda. Türkiye’deki siyasi iktidar temsilcileri AB’ye giriş süreci için gereken her şeyi yapacağım dediği anda bu şartları da kabul etmek zorundadır. Karşımızda dünyanın 3. büyük endüstrisi olan ilaç tekelleri var.

Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren yerli sermayenin bu konuya bakışı nasıl?

Türkiye’de yerli ilaç sanayisinde bahsetmek pek mümkün değil. Pazarın yüzde 80’i yabancı ilaç tekellerinin hâkimiyetinde. Geri kalanyüzde 20 de ya bu işten çekilme aşamasında, ya da adım adım fason üretime veya evliliklerle ortaklıklara dönüştürme çabasında. Yabancı ilaç tekellerinin kurduğu fabrikalardaki üretim dışında üretime yönelik bir çaba yok. Ama bu yasa değişikliğinden yanalar doğal olarak. Bu konuda sermayenin iki yıl öncesinden başlayan çalışmaları olduğunu biliyoruz. Grup adı vermek istemiyorum ama gelişmelere bakın durum zaten kendini gösteriyor. Eczacı alımlarıyla başladılar, o yetmedi eczaneyi çok andıran bir takım yerler açmaya başladılar, şimdi de yasal düzenlemeler tamamlandıktan sonra şirketin eczanesi/eczane zinciri konumuna gelecek ayrı birimler oluşturmaya başladılar. Kimi büyük sermaye gruplarının zincir eczaneler kurmak için bir takım girişimleri olduğuna dair haberler yayımlandı gazetelerde. Bir de yurt dışında gelmeyi bekleyen büyük bir güç var; bu işi profesyonel olarak yapan gruplar Türkiye gibi bir pazarı hiç boş bırakmayacaktır. Eczacıların mücadelesinin süreci belli bir noktaya taşımadaki başarısı esasında kamuoyu desteğine bağlı.

Yapılan araştırmalara göre dünyadaki zehirlenme vakalarının yarısının ilaç kaynaklı olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, reçete kapsamından çıkarılan ilaçların reklamının yapılacak olması bir risk barındırmıyor mu?

RTÜK başkanı 2008’in başında ilaç alanında reklam yapılmasına yönelik düzenlemeleri hazırlamak istiyoruz demişti. Bu sayede reklam pastasının büyümesi, ilaç reklamlarının pazara yüzde 5-7’lik bir katkı sağlaması bekleniyor. Yani reklam pastasından da çok kişi pay bekliyor. Ben bunu bir oda başkanı olarak, yaklaşık 2 aydır reklam ve tanıtım firmalarından gelen başvurulardan biliyorum. Bunun hazırlıkları yapılıyor. Daha üç ay evvel, Tarım Bakanlığı’nın izniyle gelen ve bitkisel ürün sınıfına giren bir maddenin yanlış kullanımı nedeniyle insanlar hayatını kaybetti. Üstelik reklama ve tanıtıma çok inanan bir toplumuz. Tutup ilaç gibi stratejik bir ürünün tanıtımını serbest bıraktığınızda bunun önünü alamazsınız. Özellikle Amerika’da 70 yaşın üzerindeki ölümlerin yüzde 20’si yanlış ilaç kullanımından kaynaklanıyor. Türkiye’de bu rakamların çok daha fazla olacağı kanaatindeyim. Firmaların üretim aşamasında tespit edemedikleri etkilerin genel kullanım sürecinde ortaya çıkması çok yaygın bir durumdur. Ama oluşturulmaya çalışılan düzenin yaratacağı tahribat çok daha akut ve tehlikeli olacaktır.

2009’da Türkiye’nin, dünyada en fazla ilaç tüketen 10’uncu ülkesi olacağı öngörülüyor ve son 4 yılda pazarda yüzde 57’lik büyüme olduğu vurgulanıyor. Böyle bir Pazar şimdiye kadar nasıl büyümüş olabilir? Hasta sayısı mı arttı?

Türkiye hâlihazırda önemli bir pazar, ilaç tüketiminde 13. sırada. Hedeflenen ilk onda yer alması. Daha üst sıralardaki ülkeler ilaç tüketiminin pompalandığı ve yasal engellemelerin önünün açıldığı yerler. Türkiye’de ileriye dönük yasal düzenlemeler yeni başladı. Bu hızla devam ederlerse hedeflenen sıralamaya çok daha önce varılacak. Bu iş hastaların sayısını artırarak değil, ilaçların pahalılaşması, ilaç çeşitlerinin artması ve en önemlisi de ilaç tüketimine özendirme üzerinden yürütülecek.

1 Yorum

Yorum yazın