Doğa

Akkuyu Nükleer Santrali: Bağımsızlık mı, bağımlılık mı?

Yazan: Mahmut Can Altunel

Gazeteci-enerji analisti Özgür Gürbüz'e göre Akkuyu, Türkiye'nin dışa bağımlılığını arttırıyor: “Bir enerji santrali televizyona reklam veriyorsa, ortada bir sorun var demektir”

Temel atma aşamasına geldiği söylenen Mersin Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’nin yapımına yönelik ilk reklam filminin bu hafta içerisinde ekranlarda dönmeye başlaması, bu santralle ilgili tartışmaları da tekrar hareketlendirdi. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), bu reklamda yapılan “milli vurgusunun gerçeği yansıtmadığı” gerekçesi ile, yayınının durdurulması ve şirket hakkında yaptırım uygulanması talebiyle Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu'na başvurdu.

Yeri 39 yıl önce belirlenen, Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu’nun 1976’da saha lisansı verdiği Akkuyu santrali çeşitli hükümetler tarafından gündeme alınmasına, defalarca teklif toplanmasına ve firmalarla görüşme aşmasına gelinmesine rağmen çeşitli nedenlerle hayata geçirilememişti.  2010’da Rusya Federasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında “Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralin (NGS) Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliği Anlaşması” imzalanmasıyla hızlandı ve projeyi Rusya Devlet Nükleer Şirketi Rosatom’un büyük ortağı olduğu Akkuyu Nükleer AŞ üstlenmişti.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Akkuyu için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunu Aralık 2014’te onayladı. Bu rapor, santralin taşıdığı riskleri doğru yansıtmadığından, sahte imzalarla hazırlandığı iddialarına kadar pek çok tepkiyle karşılandı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a göre Akkuyu NGS reklamların yayınlanma nedeni “Türkiye’de nükleer güç santrallerinden enerji elde edilmesinin faydalı olmayacağına inanan vatandaşlarımızın da olması.”  Yıldız dün yaptığı konuşmada “O yüzden bizim bunları daha çok anlatabiliyor olmamız lazım. Çünkü hepsi vatandaşımız” diyor.

Enerji Bakanı Yıldız’ın bahsettiği o vatandaşlar gerçekten de, Türkiye’nin ekonomik gelişimini ve sanayileşmesini sürdürebilmesi için hükumetlerin “tek çare” gibi sunduğu nükleer enerji üretiminin ısrarla tehlikeli olduğunu savunuyor.

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) üyesi, enerji analisti gazeteci Özgür Gürbüz’e, Bakan Yıldız’ın işaret ettiği vatandaşların “derdinin ne olduğunu” sorduk.

Söze “Bir enerji santrali çıkıp televizyon reklamı veriyorsa, ortada bir sorun var demektir. Halk santralin müşterisi değil ki; santral neden kendini pazarlamaya çalışsın?” diye başlayan Gürbüz, Türkiye’de nükleer enerji üretimin konusunda birden fazla sorun olduğu, bu sorunların da neredeyse tamamının ülke vatandaşları için tehlike oluşturduğu görüşünde.

“Nükleer ekonomik büyüme değil, ekonomik kriz nedeni”

Gürbüz, Türkiye’nin böyle bir taşın altına elini, Rusya Devleti ile birlikte sokmasındaki sakıncalardan başlıyor. Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde, nükleer santral projeleri yüzünden yaşanan krizleri hatırlatarak, Rusya’nın da içinde bulunduğu ekonomik zorluklara değiniyor. Kurulumundan, işletilmesine kadar oldukça masraflı olan nükleer santrallerin, ülkeleri ekonomik krize soktuğu konusunda birçok örnek olduğundan bahsediyor. Rusya’nın da zaten ekonomik zorluk içerisinde olduğunu ve bu proje eğer oluşturulacaksa, bu oluşum sürecinin çok uzun süreceğine ve gitgide daha masraflı hale geleceğini belirtiyor.

Rusya Devleti’nin ekonomik durumundaki bozukluğun kimse tarafından ele alınmamasını algılayamadığını belirterek, hükümetin gözü kapalı halde bu proje için çalışıyor olmasını yadırgadığını dile getiriyor.

Orta ve düşük seviyeli atık ne olacak?

Gürbüz, Rusya’nın nükleer atıkları kendi ülkesine götürme konusunda verdiği garantinin de gerçeği yansıtmadığını söylüyor:

“Rusya’nın özel konteynerlerle kendi ülkesine götürmeyi taahhüt ettiği atıklar, kullanılmış yakıt çubukları. Bunları da hemen gemiye yükleyip götürmek mümkün değil. 10-15 yıl özel havuzlarda soğutulmaları gerekecek. Bir de orta ve düşük seviyeli atıklar var.  Bunların Akkuyu’da depolanacağını biliyoruz. Yüzlerce yıl doğadan yalıtılmaları, havaya, suya, insane temas etmeden korunmaları gerekecek. Bu atıklarla  ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadı.”

Üstelik Rusya’nın yakıt çubukları Rusya’ya götürme taahhüdü bile, bu atıkların Türkiye’den güvenli bir şekilde taşınacağı anlamına gelmiyor. “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunda, deniz yoluyla taşınacak bu atıkların Boğazlar’dan geçişi sırasında alınacak önemlerle ilgili bilgi verilmiyor. Bir kaza yaşanması durumunda kayıpların nasıl önüne geçilecek?” Gürbüz, soruyu gündeme getiren Greenpeace Akdeniz Sorumlusu Devin Bahçeci’nin Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından “konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamakla” itham edildiğini belirtiyor.

“Bağımsızlık değil, bağımlılık”

Enerjide dışa bağımlı olan Türkiye, Gürbüz’e göre, Akkuyu anlaşmasıyla dışarıya daha da bağımlı hale geliyor. “Çünkü sözleşmeye göre Rusya’nın Akkuyu’da ürettiği elektriği 15 yıl boyunca satın almamız gerekiyor. Doğalgaz ve petrolde dış ülkelere bağımlıyken, elektrikte de Rusya’ya bağımlı hale gelmek büyük bir çelişki.  Bağımsızlık iddiasıyla yapılan bu iş, tam aksine bağımlılığımızı arttırıyor.”

Akkuyu Nükleer Santrali’nin en büyük zararlarından bir tanesinin de turizm sektörüne olacağını belirten Özgür Gürbüz, ciddi bir gelir kaynağımız olan turizmin bu santral yüzünden düşüşe geçeceğine inanıyor. Birçok insanın nükleer santral yakınında tatil yapmak istemeyeceğini söylüyor. “Bir kaza olduğu takdirde ise Akdeniz’i unutmanız gerekecek” diyen Gürbüz, “Elektrik üretmek için onlarca farklı ve daha ucuz yol varken böyle bir riski neden alıyoruz” diye soruyor.

Özgür Gürbüz, insanların bu konuda nasıl bilinçlenebileceği ve bu konuda nasıl katılım sağlayabileceği konusundaki sorulara ise NKP’de gönüllü çalışmayı öneriyor. NKP’ye destek vererek ve bu ekiple beraber çalışmalar yaparak, nükleer santrallere karşı duruş sergilenebileceğini savunuyor. Sosyal medyadaki kampanyalara destek verilebileceğinden bahsederken, çevrimiçi imza kampanyalarına destek vermenin önemsiz görülmemesi gerektiğini, iyi planlanan, sokakla bağını koparmayan imza kampanyalarının da amacına ulaşabileceğini belirtiyor.

Toplumu bu konuda bilinçlendirmek için, en önemli rolün gazetecilere düştüğünü savunan Gürbüz, doğru ve içerikli haberler yapılarak, karşıtlık konusunda bir yerlere gelinebileceğinden bahsediyor. Fakat maalesef, ülkemizde bu şekilde haberciliğin çok az yapıldığından ve doğru habercilik felsefesiyle ilerleyenlerin de yeterli okunma sayılarına ulaşamadığından söz ediyor. (MA/GT)

Yorum yazın