Ferda Balancar
Yorum Farkı programı bundan 3,5 yıl önce NTV’de yayınlanmaya başladığında oldukça olumlu tepkiler almıştı. Türkiye’de ilk kez birbirinden farklı düşünen iki insan hafta içi dört gün “prime time”da bir araya gelerek gündemi yorumluyor, tartışıyorlardı. Üç yılın ardından Mehmet Barlas, Sabah grubuna geçince programdan ayrılmak zorunda kaldı. Barlas’ın koltuğuna oturan Cengiz Çandar’la Emre Kongar arasındaki gerilim günden güne artarak 13 Mayıs’ta zirveye ulaştı. Sesler yükseldi, yüz ifadeleri alışılmadık şekilde sertleşti. O akşamki program Emre Kongar’ın “Yarın programımız maalesef olmayacak ama bu sebepten değil… Başka bir program olduğu için…” sözleriyle son buldu. Kongar doğru söylüyordu. 14 Mayıs Çarşamba akşamı Cannes Film Festivali açılış töreni canlı yayınlanacağı için Yorum Farkı’na bir gün ara verilecekti. Ancak NTV yönetimi son programda yaşanan gerilimi gerekçe göstererek programı yayından kaldırdı.
Yaklaşık üç ay süren programda yaşadıklarını Cengiz Çandar Medyakronik’e anlattı.
Öncelikle programın başlangıç dönemini konuşalım. Size teklif nasıl geldi? Siz nasıl karar verdiniz?
NTV yetkilileri bana teklif edince ‘Neden ben?’ diye sordum. İki üç aday arasından ittifakla beni seçmişler. Hatta dediklerine göre Doğuş Holding yönetiminden de bu yönde fikir gelmiş. Ben gladyatör dövüşü gibi programları sevmiyorum. Ayrıca daha önce programı pek seyretmediğimi de söyledim.
Emre Kongar’la daha önceden şahsen tanışıyor muydunuz?
Emre Kongar’la bir samimiyetim yoktu ama görünce merhabalaşırdık. Öyle bir hukukumuz vardı. NTV yetkililerine Emre Kongar’la tamamıyla aynı şekilde düşüneceğimiz konuların da olabileceğini söyledim. Onlar da zaten kendilerinin gladyatör dövüşü gibi programları sevmediklerini, farklı düşünen insanların medeni biçimde tartışabileceklerini ekrandan göstermek istediklerini belirttiler.
Hemen kabul ettiniz mi?
İlk teklifi aldığımda ‘düşüneyim’ dedim. Eşime sormak istemiştim. Onun ‘saçmalama’ diyeceğini umuyordum ama tam tersine olumlu baktı. Bu programın kendimi kamuoyunda olduğum gibi anlatmak için iyi bir fırsat olduğunu düşündük. Hakkımda kamuoyunda pek çok yanlış fikir var. Bana ait olmayan pek çok görüş sanki benim görüşümmüş gibi lanse ediliyor ve ben bundan rahatsızım. İşte bu yüzden bu programın kendimi kamuoyuna tanıtmakta iyi bir fırsat olacağını düşündüm. Bu düşüncemi NTV yetkililerine de söyledim.
Siz zor bir dönemde başlamış oldunuz programa…
Evet. Türkiye için çok çetin bir dönemin başlangıcıydı. AKP’ye kapatma davası yeni açılmıştı. Türkiye’de siyasi kutuplaşma zirveye çıkmıştı. Ayrıca Emre Kongar’ın büyük bir aidiyet duyduğu Cumhuriyet gazetesinin İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk’un Ergenekon soruşturmasının muhatabı olarak gözaltına alınıp serbest bırakılmasının ardından henüz 24 saat geçmişti.
Program başlamadan önce Emre Kongar’la program hakkında konuştunuz mu?
İlk programdan yarım saat önce NTV Genel Yönetmeni Cem Aydın’ın odasında buluştuk. Kongar bana; ‘Bu program üç yıldır istikrarlı biçimde sürüyor. Eğer bundan sonra bir kesinti olursa bunun sorumlusu siz olursunuz’ dedi.
Peki, sizce daha önce programın üç yıl sürebilmesinin nedeni ne?
Bunda Mehmet Barlas’ın ustalığının çok etkisi var ama bence o ustalık büyük ölçüde Barlas’ın Emre Kongar’ın programa damgasını vurmasına izin vermesi anlamına geliyor. Konuşma süresinin yazde 80’ini Kongar kullanıyordu. Hatta Barlas Kongar’a bir keresinde ‘Size haksızlık oluyor, siz benden çok daha fazla konuşmanıza rağmen benim kadar para alıyorsunuz’ diye espri de yapmış. Program neredeyse bir Emre Kongar monologu şeklinde geçiyordu. Ben programa başladığımda öncelikle konuşma sürelerini eşitledim.
Bu da gerilimin başlangıcı mı oldu?
İlk program çok yumuşaktı. İlhan Selçuk gözaltından çıkalı henüz 24 saat olmuştu. Emre Kongar programı uzun bir İlhan Selçuk tiradıyla açtı. Ben de Selçuk’un gözaltına alınma biçimine tepki duyduğum için o ilk programda çatışmacı bir görüntü vermek istemedim. Ama yine de Ergenekon soruşturması konusunda ısrarlı oldum. İlhan Selçuk’un bu soruşturmadan aklanması gerektiğini, gözaltına alınma biçiminin yakışıksız olmasının bu gerçeğin üstünü örtmemesi gerektiğini söyledim. Emre Kongar ilk programdaki tavrımdan dolayı epey umutlandı aslında. Emre Kongar’a programa benimle devam etmeyi kabul ettiği için kendi çevresinden oldukça sert tepki gelmiş. ‘Senin bu adamla ne işin var’ demişler. O yüzden bu ilk program onu biraz olsun rahatlatmış oldu.
Sonra nasıl gelişti?
Bir süre sonra konuşma dengelerinin eşitlenmesi onun kimyasını bozdu.
Peki, gerilim hangi konularda yükseldi?
Başlarda onun sözüne müdahale ettiğim zaman terbiye sınırlarını aştığı oluyordu. Bir de akademisyen alışkanlığıyla zaman zaman öğrencileriyle konuşuyormuş gibi bir tutum takınıyordu. Zamanla benim uyarılarım neticesinde kendini değiştirmeye başladı. Ama gerilimli geçen programlardan sonra hiçbir şey söylemeden büyük bir öfkeyle, iyi akşamlar filan demeden stüdyoyu terk ediyordu. Ertesi günü geldiğinde de o gerilimin hâlâ sürdüğü belli oluyordu.
En çok hangi noktalarda gerilim çıkıyordu?
Bir konuyla ilgili olarak ben ona ‘anlamamışsınız’ dediğim zaman gerilim zirveye çıkıyordu. ‘Bana nasıl anlamamışsınız dersiniz’ diyordu. Bir keresinde kalakaldığını gördüm canlı yayında. ‘Bana bunu nasıl dersiniz’ diye çıkıştı, ben de ‘Benim kanaatim anlamadığınız yönünde. Bunda bir hakaret unsuru yok. Siz de bunu benim anladığım gibi değil farklı anladığınızı söylersiniz, olur biter, niye kızıyorsunuz ki’ dedim. Yani tartışmayı kişiselliğe kaydırmaya teşne bir ruh hali vardı. Kongar’la konuşurken kendi görüşlerinizi söylemekle yetinmeyip sürekli bir psikiyatr gibi davranmanız gerekiyor. Ama zaman zaman böyle davranamayabiliyorsunuz. Neticede Emre Kongar’ın psikiyatrı değilim. Ben de oraya kendi görüşlerimi söylemeye çıkmışım.
Gerilimin zirveye taşındığı anı hatırlıyor musunuz?
En çok daha önce Noktadergisinde yayımlanan emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait darbe günlüklerinin içeriği konusuna girildiğinde ortam çok gerildi. Kongar’ın çok rahatsız olduğunu görmekle birlikte medyanın görmezden geldiği bu konunun kamuoyunun gündeminde tutulması gerektiğini düşünüyordum.
Hrant Dink davası, Malatya katliamı ve darbe günlüklerinde anlatılanlar arasındaki ilişkilere gönderme yaptığım zaman Kongar’ın gerildiğini gördükçe önceleri konunun derinliğine girmek istemedim. İplerin kopabileceğini hissettim. Ancak son programlardan birinde Kıbrıs konusu açıldı. Kongar kendi kampının Kıbrıs’la ilgili bildik görüşlerini tekrarladı. Ben de o hafta sonu Kıbrıs’a gidecektim. Dedim ki; ‘Bunu bir dahaki hafta konuşalım. Ben hem Talat’la hem de Hristofyas’la görüşeceğim. İzlenimlerimi de aktarırım. Ayrıca siz Kıbrıs konusunda dikkatli olun. Sizin yaklaşımınız yakın zamanda iki darbe girişimine neden oldu. Israr ederseniz, siz sıkıntıya girersiniz.’ Kongar ‘Sıkıntıya filan girmem’ cevabını verince ben de ‘Girersiniz, çünkü o darbe girişimlerinin mimarları şu anda sizin yakın çevrenizde’ dedim.
Kimleri kastettiniz?
Darbe günlüklerinde adı geçen kuvvet komutanlarının bazıları Cumhuriyet Vakfı’nın değişik organlarında yer alıyorlar. Bu konuya girersek söz İlhan Selçuk’a gelecekti. Söz konusu generalleri İlhan Selçuk getirip Cumhuriyet Vakfı’na soktu. Bunlar yazıldı çizildi. Cumhuriyetgazetesinin 24 Ekim 2004 tarihli nüshasında fotoğraf bile vardı: Önde İlhan Selçuk arkada bunlar… Bu arızi bir durum değil. 28 Şubat’ın önde gelen isimlerinden emekli General Çevik Bir de Cumhuriyet Vakfı’nın danışma kuruluna girmişti. Buna girseydim, söz İlhan Selçuk’un darbeci kimliğine gelecek, oradan da Cumhuriyetgazetesinin bir gazeteden çok bir garnizona benzediğine varacaktı. Sonuçta iş o noktaya geldi. Programın seyri içinde darbe günlükleri davası da sonuçlandı. Günlüğün gerçek olduğu Emniyet’in teknik raporuyla da ortaya çıktı. Alper Görmüş ‘Ben bu beraat kararını istemiyorum, bu teknik rapor da dosyaya girsin’ talebiyle Yargıtay’a gitti. Ben de bunları ekranda söyledim.
Peki, Kongar ne diyordu bu gelişmeler karşısında?
‘Dezenformasyon bunlar’ diyordu. Ben sürekli yayınlanmış ve gerçekliği ispat edilmiş belgelerden söz ederken, o sürekli bunlar dezenformasyon diye ısrar etti. Ben de ‘O istihbaratçıların kullandığı bir deyimdir, siz niye kullanıyorsunuz bu terimi?’ deyince ‘Ben sosyoloji profesörüyüm, iletişim alanında çalıştım, esas siz sorun o soruyu kendinize’ diyerek istihbarat dünyasıyla ilgim olduğunu ima etti. Bir de üstüne ‘Benim adım Emre Kongar, Cengiz Çandar değil’ dedi. Ben de ‘Terbiyenizi takının’ diye müdahale ettim. Gerilim öyle bir noktaya vardı ki ‘Sizinle ilgili belgeler benim çantamda dolu’ diyerek muhtemelen İşçi Partisi grubunun yıllardır yaptığı ve nerelerden kaynaklandığını benim çok iyi bildiğim iftiraları gündeme getirdi. Ben de ‘Şantaj yapıyorsunuz, varsa bir belgeniz çıkarın koyun’ dedim. İşte orada sesler yükseldi ve program bitti. O noktaya varınca da kanal programı iptal etti.
Program kendi akışı içinde mi bitti?
Programın süresi zaten dolmuştu. Stüdyodan bize bu yönde uyarı geldi. Programı ben açtığım için onun kapatması gerekiyordu. Ben de ‘Hadi artık, kapatın programı’ dedim. Bazıları bunu ‘Susun artık’ şeklinde anlamış. Oysa ben programın süresinin dolduğunu kastetmiştim.
Bitirirken bunun son program olduğunu sezmiş miydiniz?
O gün programın kaldırılacağını düşünmedim. Kapatırken bir sonraki gün Cannes Film Festivali açılış töreni canlı yayınlanacağı için program olmayacağını söyledik. Ben de bir sonraki gün görüşmek üzere dedim. Ama ertesi gün kanal yönetiminden beni aradılar ve ‘Tartışmanın geldiği noktada programa bir süre ara vermek istiyoruz. Emre Bey’le de konuştuk, o da bu fikirde, siz ne diyorsunuz?’ dediler. Ben de ‘Programı siz başlattınız, bitirmek istiyorsanız da siz bitirirsiniz, diyecek bir şey yok’ dedim. Ama şunu da ekledim: ‘Devam etsin deseydiniz de devam ederdim ama şu da açık ki bu gelinen noktada pek kolay olmaz.’
Peki, yayıncı kuruluşun bu kararı vermesinde bir dış etki hissettiniz mi? Mesela NTV’nin sahibi olan Doğuş Holding’den ya da siyasi otoritelerden?
Ben hissettim. Bazı duyumlarım var. Bunlar kanıtlanabilir şeyler değil. Ama sezgilerim ve bu duyumlar birleşince böyle bir dış etkinin söz konusu olabileceğini düşünüyorum. Kanal yönetimi bu kararın tümüyle kendi tasarrufları olduğunu söyledi ama bunun pekâlâ mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Bu dış etki nereden gelmiş olabilir?
Bugünkü Türkiye’de iki kesim programın geldiği noktadan rahatsızlık duymuş olabilir. Biri askeri otoritedir. Her ne kadar darbe tartışmaları geçmiş dönemle ilişkili olsa da o kurumun geçmişine aittir ve bunun sürekli telaffuz edilebilir hale gelmesinden memnun olmamışlardır. Sonuç itibariyle darbe günlüklerinde adı geçenler kısa süre öncesine kadar kuvvet komutanı olan kişiler. Dönemin genelkurmay başkanı ‘Öyle şeyler olmadı’ demiyor, ‘Şimdi konuşmayalım’ diyor.
Peki, ikinci ihtimal?
İkincisi, hükümet de bu durumdan rahatsız olmuş olabilir. Hükümet, AKP’ye açılan kapatma davasından rahatsız ve toplumda kutuplaşmanın olduğuna dair herhangi bir belirtinin görünür olmamasını istiyor. Demokratik reformlar, anayasa değişikliği gibi konuların ertelendiğini bizzat başbakan açıkladı. Bu ortamda hükümet darbe tartışmalarının gündeme gelmesinden rahatsız olmuş olabilir. Bu, bazı duyumlarıma ve sezgilerime dayalı olarak yaptığım bir yorum. Yoksa kesinlikle böyle olmuştur, diyemem.
Programda darbe tartışmaları dışında hükümeti ya da askeri otoriteyi rahatsız edecek başka bir yön de var mı?
Emre Kongar ateşli bir AKP karşıtı olarak her taşın altında AKP parmağı arıyordu. Ben de zaman zaman, mesela 1 Mayıs tartışmalarında olduğu gibi hükümeti ağır şeklide eleştirdim. Yani körü körüne hükümeti eleştiren Kongar’ın karşısında AKP yanlısı tutum takınan birisi yoktu. Bu da hükümeti rahatsız etmiş olabilir.
Peki, Emre Kongar cephesinde durum nasıl yorumlanıyor? Program bittikten sonra hiç konuştunuz mu? Dolaylı veya dolaysız?
Hayır, programdan sonra hiç konuşmadık. Yalnız kulağıma bir şey geldi. İlhan Selçuk programın bu şekilde bitmesinden rahatsız olmuş ve Kongar’a ‘Yanlış yaptın’ demiş. Ama bu ne derece doğru onu bilemem.
Şimdi dönüp baktığınızda keşke böyle olmasaydı diyor musunuz?
Ben aslında darbe tartışmalarına bu kadar derinlemesine girmek istemiyordum. Girersek işin ucunun Cumhuriyet’e geleceğini o noktada da gerilimin çok yükseleceğini tahmin ediyordum. Ben programın bitmesini istemiyordum. ‘Prime time’da böyle bir programda demokratikleşme konusundaki görüşlerimi dolaysız biçimde anlatabilmek bence önemliydi. Bu nedenle de aslında son iki programda gerilimi düşürmek için başka konulara girmeye çalıştım ama Kongar darbe tartışmalarıyla ilgili söyleyecek hiçbir sözü kalmayıp ‘Benim de çantamda sizinle ilgili belgeler var’ gibi bir çıkış yapınca ipler koptu.
Bugün dönüp baktığınızda programın seyrini nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’de farklı görüşten insanların bir araya gelip tartışması o kadar zor mu?
Emre Kongar’ın temsil ettiği siyasi pozisyonun çok vahim bir tarafı var. Düşünce olarak müthiş sığ, Türkçe’yi çok az kelimeyle konuşan, laiklik, mahkeme kararı, cumhuriyetin temel değerleri gibi üç beş tane slogan dışında bir derinliği olmayan bir yaklaşım bu. Türkiye’deki ana düşünce akımlarından biri bu kadar sığ bir dile sıkışmışsa sağlıklı bir kamusal tartışma yapmak çok zor. Bu sığlık, karşısındakini de aşağıya çekiyor. Siz de bir süre sonra ister istemez daha dar bir kelime hazinesine sığınıp sloganlaşmaya başlıyorsunuz. Bu düşünce sistematiği, sığlığı nedeniyle otokratik davranışlara sığınıyor. Tehdit, şantaj, belden aşağı vurma ve yasaklama… Aslında bu programın önemi Türkiye’deki siyasi tartışma ortamının bir tür mikrokozmosu olmasından geliyordu.
Benzer bir program size tekrar teklif edilse düşünür müsünüz?
Şu anda düşünmem. Çok zor ve stresli bir iş bu…
Peki Kongar’ın yerine daha farklı bir insanla, daha az stresli olsa yine de istemez misiniz?
Kongar o kamp içinde bulabileceğiniz en makul insanlardan biri… Onunla program bu noktaya gelmişse gerisini siz düşünün… Bu düşünce sistematiğinden, bu sığlıktan daha yukarı çıkabilmek çok zor… Bunlarla ne konuşabilirsiniz. Kişisel hakarete maruz kalıyorsunuz. Darbe günlüklerinden bahsettik, program iki günde bitti. Noktadergisi darbe günlüklerini yayınladı, sahibi dergiyi kapatmak zorunda kaldı. Yasakçı bir zihniyetle nereye kadar konuşabilirsiniz. İşte en makullerinden bir Emre Kongar. Onun da geldiği nokta bu…
Peki, bu süreçte medyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kötü. Bu yaşanan olayla ilgili hiçbir yerde ciddi bir habere rastlamadım. Sanki olup biten sinirlerine hâkim olamayan iki insanın kavgasıymış gibi lanse edildi. Oysa durum böyle değil.