Genel

Gazeteci ve akademisyenlerin gözüyle Türkiye

Yazan: HaberVs

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Konrad Adenauer Vakfının her yıl ortaklaşa düzenlendikleri Türk-Alman Gazeteciler Seminerlerinin 23’cüsü geçen hafta sonu Antalya’da yapıldı. “Tarihi Miras ve Güncel Beklentiler Arasındaki Türkiye” başlığı altında mahalle baskısından, medyada bilgi kirlenmesi ve Türkiye’nin dış politikasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan dokuz ayrı konuda yapılan panellere 40 kadar gazeteci ve akademisyen katıldı.Hayli hareketli […]

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Konrad Adenauer Vakfının her yıl ortaklaşa düzenlendikleri Türk-Alman Gazeteciler Seminerlerinin 23’cüsü geçen hafta sonu Antalya’da yapıldı. “Tarihi Miras ve Güncel Beklentiler Arasındaki Türkiye” başlığı altında mahalle baskısından, medyada bilgi kirlenmesi ve Türkiye’nin dış politikasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan dokuz ayrı konuda yapılan panellere 40 kadar gazeteci ve akademisyen katıldı.
Hayli hareketli ve tartışmalı geçen oturumlardan ilki Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun ortaya attığı “Stratejik Derinlik” kavramı üzerine cereyan etti. Konuşmacılardan Milliyet Gazetesi yazarı Semih İdiz, kavramı “Stratejik Kafa Karışıklığı” olarak nitelerken, diğer konuşmacı, Zaman yazarı Şahin Alpay ülkenin dış politikasının dar kapsamlı olmaktan çıktığını ve Türkiye’nin hem bölgesel hem de global bir güç olma yoluna girdiğini savundu. Alpay, 2005 yılından sonra AB ile ilgili reformların yavaşlamasını ise Ergenekon, Anayasa Mahkemesinin AKP’yi hedef alan kararları gibi faktörlere bağladı.
Bunu izleyen “Türk-Alman Medyası ışığında Ortadoğu” başlıklı panelde de konu gene Türkiye’nin dış politikasıydı. Milliyet’ten Kadri Gürsel de AKP hükümetlerinin dış politikasını eleştirerek, bugün izlenen yolun sonunda Türk dış politikasının “çıpasının” Irak ve ABD’ye bağlı kalacağını AB hedefinden uzaklaşılacağını ileri sürdü.
Bu oturumda konuşmacı olan Alman gazeteci Thomas Gutschker ise İsrail’in Gazze saldırısı gibi bölgede tepki yaratan olaylara Alman basının nasıl yaklaştığını anlattı. Gutschker’in İsrail’e fazla yüklenmemesi Türk meslekdaşlarının eleştirilerine yol açtı.

AB milletvekillerinin tepkisi bireysel

Daha sonraki “AB Parlamentosunda son beş yıla bakış” oturumunda konuşan AB Parlamentosu üyesi ve Türk-Alman Vakfı Başkanı Vural Öger Türkiye’de AB sözcülerinin söylediklerine aşırı tepki gösterilmesinden yakındı. Avrupa Parlamentosu üyelerinin Türkiye’yi hedef alan demeçlerinin ise bireysel yaklaşımlar olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiini ileri sürdü. Alman Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy gibi AB liderlerinin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmalarının da fazla anlam ifade etmediğini belirten Öger, bu açıklamaların iç politika nedenleriyle yapıldığını iler sürdü.
“Türkiye’nin AB Sürecindeki Gelişmeler ve Güncel Görünüm” başlıklı panelde de Türk dış politikasının eleştirilmesine bu kez Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever devam etti. Ülsever de, AB hedefinin giderek ana amaç olmaktan çıktığı görüşünü vurguladı.
“Yerel Seçimlerin ardından Türkiye’de Siyasi Kültür” oturumunda KONDA araştırma şirketi yöneticisi Tarhan Erdem son seçimlerdeki oy dağılımlarının analizini yaptı ve büyük şehirlerde AKP’nin oy kaybetmesine karşın, seçmen sayısı 780 bin ile 6 milyon 950 bin arasında değişen 11 ilde bu partinin yüzde 39,9 oranında istikrarlı bir oy ranına sahip olduğuna işaret etti. Erdem’in araştırmasına göre bu illerde diğer partilerin aldıkları oylar büyük değişim oranları göstermekte.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı ve Milliyet Gazetesi yazarı Nail Güreli ise uzun meslek yaşamından örnekler vererek, ülkede demokrasi kültürünün özellikle siyasal partiler içinde eksik olduğunu, kabile geleneğinin sürdüğünü, parti delegelerinin bu geleneğe göre seçildiklerini, parti üyelerinin bireysel iradelerini kullanamadıklarını anlattı.
Star yazarı Mehmet Altan ise Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının geri kalmış olmasından dolayı demokratik süreçlerin işlemediğini ileri sürdü.

“Mahalle baskısı değil kamu baskısı”

Seminerin en ilginç panellerinden birisi ise “Mahalle Baskısı” başlığını taşıyan oturumdu. Gazeteci Dinç Tayanç toplumların davranış çerçevelerini hukuk, evrensel ya da yerel etik, geleneksel ve töresel değerler ve dinin çizdiğini vurgulayarak Türkiye anayasalarının devleti hep “hukuk devleti” olarak tanımladığını belirtti. Hukukun yaptırmlarının bu dünayaya ait olduğunu ama dinin yaptırımlarının ancak öbür dünyada gerçekleşeceğine inanıldığına işaret eden Tayanç, “Eğer bu dünya hukuku dinin gerisine düşürülürse bu ilkin mahalle dayatmasına sonra da mahalle terörüne dönüşür,” diye konuştu.
Kadri Gürsel ise, geçen yaz Orta Anadolu kentlerini dolaştığını çağdaş görnüşlü Kayseri gibi zengin bir kentimizde yaz günü soğuk bir şişe bira içmenin mümkün olmadığını, alış veriş merkezlerinde Ramazan ayında alkollü içki satılmadığını, Erzurum, Yozgat gibi diğer kentlerde de durumun değişik olmadığını anlattı. Böyle bir ortamın kamu görevlilerinin icazeti olmadan gerçekleştirilemeyeceğini belirten Gürsel, bunun mahalle baskısı değil “kamu baskısı” olarak tanımlanması gerektiğine işaret etti. Gürsel, “Kayseri, AKP’nin model kenti. Burası dünyanın en sıkıcı kenti, sinema, tiyatro yok, kitapçılarda yalnızca dini kitaplar satılıyor,” diye konuştu.
“Türkiye’de Anayasa ve Anayasa Yargısı” başlıklı panelde Koç Üniversitesinden Doç.Dr. Bertil Emrah Oder, siyasetin, özellikle toplumsal haklar alanında işlevini etkin bir biçimde yerine getirmediği durumlarda yargının devreye girdiini ve bir anlamda yasama işlevi yüklendiğini Latin Amerika ve Güney Afrika’dan örnekler vererek anlattı ve bu sürece “yargısallaşma” dendiğini belirtti.

Bilgi kirlenmesi

Seminerin son paneli medyada bilgi kirlenmesini konu aldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Aslı Tunç yaptığı sunumda, iletişim teknolojileri ve internetin sağladığı hızlı bilgi akışının yararları ve sakıncaları üzerinde durdu. İnternet kanalıyla hergün “üzerimize boca edilen” bilgilerin kaynaklarını ve doğruluk derecelerini bilmenin güçlüğünü vurgulayan Tunç, bilgi kirliliğinin mikro ve makro ölçekli olarak iki başlık altında irdelenebileceğini belirtti.
Habercilik pratiğinin yanlış kullanılması, hıza ayak uydurma çabası, cehalet, rekabet gibi nedenlerle yanlış ve eksik bilgilerin medyada yer almasını mikro düzeyde kirlenme olarak niteleyen Tunç, medya kuruluşlarının sistematik olarak bilginin kirletilmesine alet olması, bilinçli ideolojik çabalar, sağlık, spor, turizm gibi sektörlerle menfaata dayalı organik bağ gibi nedenlerin de makro düzeyde kirlenmeye yol açtığını vurguladı.
Gazeteci Ragıp Duran ise bilgi kirlenmesinin gazeteciliğin etik kurallarına uyulmamasından kaynaklandığını belirterek, yayımlanmasında kamu yararı olmayan bilgilerin kirlenmeye yol açtığını ileri sürdü.

Yorum yazın