Genel

“Haberciliğimiz, okurlarımızın duymak istedikleriyle sınırlıdır”

Yazan: [email protected]

Alper Görmüş ABD’de Vietnam Savaşı sırasında yapılmış bir araştırmanın sonuçlarını okuduğumda çok şaşırmıştım. Soru aşağı yukarı şöyleydi: “Vietnam’da savaşan ordumuzla ilgili olarak gerçek de olsa moral bozucu haberler mi okumak istersiniz, yoksa yalan da olsa ‘güzel’ haberler mi?” Beni şaşırtan, “Yalan da olsa ‘güzel’ haberler” şıkkını işaretleyenlerin oranının çok ama çok yüksek oluşuydu; sanıyorum yüzde […]

Alper Görmüş

ABD’de Vietnam Savaşı sırasında yapılmış bir araştırmanın sonuçlarını okuduğumda çok şaşırmıştım. Soru aşağı yukarı şöyleydi: “Vietnam’da savaşan ordumuzla ilgili olarak gerçek de olsa moral bozucu haberler mi okumak istersiniz, yoksa yalan da olsa ‘güzel’ haberler mi?”

Beni şaşırtan, “Yalan da olsa ‘güzel’ haberler” şıkkını işaretleyenlerin oranının çok ama çok yüksek oluşuydu; sanıyorum yüzde 80’di.

Benim o hikâyeden çıkardığım ders şu olmuştu: Demek insanlar, bazı koşullarda sadece “duymak istediklerine” kulak kabartıyorlar, geri kalan her şeye kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlardı.

Peki, bu türden koşulların oluştuğu durumlarda (mesela şu anda Türkiye’de olduğu gibi aşırı kutuplaşmış politik ortamlar), işleri okurlarına “gerçek”i taşımak olan gazeteler ne yapacak? “Düşmanım”ın işine yarayabilecek somut olguları, tıpkı bir mücadele organı gibi oto-sansüre mi tâbi tutacak, yoksa böyle bir tavrı kendi ontolojik varlığına yöneltilmiş bir oto-saldırı sayacak, bağrına taş basıp bu türden haberleri okurlarından esirgemeyecek mi?

Telekom belgesi ve Cumhuriyet

Bir haftadır Türkiye’yi sarsan “CHP Genel sekreteri Önder Sav’ın telefonu ne suretle dinlendi?” sorusunun etrafındaki bir yığın bilgi, belge, tahmin ve yorumun izini sürmek ve ortaya çıkan malzemeyi Cumhuriyetgazetesinin nasıl aktardığına bakmak istiyorum bu yazıda. Kanımca, Cumhuriyet’in bu somut olayda izlediği habercilik çizgisi, bir gazeteden çok bir “mücadele organı”na yakışacak türdendi…

Bilindiği gibi olayın patlak vermesinden birkaç gün sonra CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Dinleme emrini hükümetin verdiğini, dinlemeyi Emniyet’in yaptığını ve ortaya çıkan dokümanın da dinci bir gazeteye servis edildiğini” ilan etti.

Aradan geçen birkaç günde, başta Cumhuriyetolmak üzere (ve bu defa “hükümete yakın” diye adlandırılan gazetelerin de katkısıyla) basında yoğun bir “bunu devlet yaptı” kampanyası başlatıldı.

Geçtiğimiz cuma günü ise bütün bu kampanyayı berhava etme potansiyeli taşıyan bir belge, Önder Sav’la bir merkez valisinin aralarında geçen konuşmayı vererek Türkiye’nin gündemini değiştiren Vakitgazetesi tarafından yayımlandı. Belge, Vakit’in, “Ortada Emniyet falan yok, Önder Sav, muhabirimizin kendisini aramasından sonra cep telefonunun kapat(a)madığı için kendisini dinledik” açıklamasını doğrulayacak nitelikteydi. Türk Telekom’dan alınan belgeye göre, Önder Sav’ın cep telefonuyla Vakitgazetesinin sabit telefonu arasında, iddia edilen günde gerçekten de 43 dakikalık bir “görüşme” gerçekleşmişti.

Bu bir yorum değil, bir belge!

Belgenin yayımlanması, o güne kadar CHP Genel Başkanı’nın “sav”ını gerçek kabul edip, bütün haberlerini bunun üzerinden kotaran gazeteleri tam manasıyla “açık pozisyon”da bıraktı. Gazeteler, açık özeleştiriden örtülü mahçubiyete kadar uzanan geniş bir yelpazede “pardon” demek zorunda hissettiler kendilerini. O kadar ki, Oktay Ekşi ve Reha Muhtar gibi yeminli hükümet muhalifleri Önder Sav’ı istifaya davet ettiler.

Telekom belgesinin yayımlanmasından bugüne kadar tam dört gün geçti, bir başka deyişle o günden sonra üç Cumhuriyetgazetesi (31 Mayıs, 1 ve 2 Haziran) yayımlandı. Fakat bu gazetelerin hiçbirinde ortada böyle bir belge olduğuna dair hiçbir haber yer almadı. Peki, Cumhuriyetgibi yapan başka gazete var mıydı? Hayır, yoktu.

Cumhuriyet’te bugün (2 Haziran) dahi, konuya ilişkin “Dinleme olayı bir facia” başlıklı haberde, CHP Hatay Millletvekili Gökhan Durgun’un şu sözleri yer alıyordu:
“Esas düşündürücü nokta; CHP’yi böyle bir yöntemle dinlemenin ardından ortaya çıkan bilgileri hükümet taraftarı, laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri karşıtı bir gazeteye servis etmektir.”

Böyle bir iddianın, ancak olayın en somut belgesi görmezden gelinerek öne sürülebileceği açık; milletvekili de onu yapıyor zaten. Hadi o bir partinin mensubu, siyasette olur böyle şeyler diyelim, fakat aynı şeyi bir gazete için söyleyebilir miyiz?

Peki bu tür “haber”lere okurlar ne diyor? Fark etmiyorlar mı? Fark edip rahatsız olmuyorlar mı? İnanmayacaksınız ama, olmuyorlar; zaten sorun da burada… Düşünün: Gazete yönetimi biliyor ki, kendileri yayımlamasa da okurları bu belgenin varlığından mutlaka haberdar olacak. Gene düşünün: Gazete, buna rağmen belgeden söz etmeme konusundaki kararlılığını sürdürüyor. Bu durumda siz, “demek ki, gazete yönetimi okurlardan bir tepki gelmeyeceği konusunda emin” diye düşünmez misiniz?

Cumhuriyet’in böyle çok vukuatı var; demek ki bu konuda bir tecrübe birikti ve gazete yönetimi bazı somut gelişmeleri okurlarından esirgeme konusunda artık her zamankinden daha rahat davranabiliyor.

Sizce bu durumda gazete mi suçlu, okurlar mı?

Yorum yazın