Genel

“Hah, yakaladım” gazeteciliği size daha çook özür diletir!

Yazan: [email protected]

Alper Görmüş Hürriyet’in ancak “kafayı bularak” atılabilecek, şimdiden ünlü olmuş manşeti “Bir kadeh rakı artık yasak”, hatırlayacaksınız, Ferda Balancar imzasıyla bu sayfalarda eleştirilmişti (14 Mayıs). Sonraki günlerde iş ortaya çıktı ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün özrüne kadar dayandı. Bugün ben bu özrü ele almak, Özkök’ün eski özürlerini hatırlatmak ve artık iyice can sıkıcı bir […]

Alper Görmüş

Hürriyet’in ancak “kafayı bularak” atılabilecek, şimdiden ünlü olmuş manşeti “Bir kadeh rakı artık yasak”, hatırlayacaksınız, Ferda Balancar imzasıyla bu sayfalarda eleştirilmişti (14 Mayıs). Sonraki günlerde iş ortaya çıktı ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün özrüne kadar dayandı.

Bugün ben bu özrü ele almak, Özkök’ün eski özürlerini hatırlatmak ve artık iyice can sıkıcı bir sayıya ulayan benzer hatalarının temel kaynağıyla yüzleşme cesaretini gösteremezse, başka özürlerin kaçınılmaz olacağını göstermek istiyorum.

Bu taze “manşet faciası”na geçmeden önce, izninizle akıllarda iz bırakmış bir önceki faciayı kısaca hatırlatmak istiyorum size.

“Tesettür faciası”

Hürriyet gazetesinin 17 Aralık 2006 tarihli manşetinde dev puntolarla bir “Tesettür faciası”ndan söz ediliyordu. Uğur Dündar imzalı haberin spotunda, bu “facia”nın ne surette yaşandığı da şöyle anlatılıyordu:

“Çoban A.G. testislerinde şiddetli ağrı ve şişlik şikayetiyle Konya Numune Hastanesi’ne gitti. Acilen ultrasona gönderildi. Tesettürlü kadın radyoloji uzmanı geri çevirdi. Ertesi gün yine ultrason çektirmeye gönderildi. Görevli olan ikinci tesettürlü kadın doktor da geri çevirdi. Başhekimlik devreye girdi. Hemen ameliyata alınan genç, bir testisini kaybetti.”

Bundan yaklaşık 1.5 ay sonra, 30 Ocak 2007’de gazetenin genel yayın yönetmeni bir “özür ve teşekkür” yazısı kaleme aldı. Ertuğrul Özkök, haberde sözü edilen iki kadın doktordan özür diliyordu:

16 yıllık genel yayın yönetmenliğim süresince, hiç gocunmadığım bir şey, yanlış yaptığımızda ‘özür dilemek’ ve düzeltmek oldu. İtiraf edeyim, mesleğimizde herkes bu konuda benim kadar bonkör değildir.

(…)

Soruşturma geçen hafta tamamlanarak kamuoyuna duyuruldu. Sonuçlarını Hürriyet’te okudunuz. Müfettişler, gerçekten iyi bir soruşturma yaptılar ve şu sonuçlara ulaştılar: İki kadın görevlinin bir kusuru yoktu. Başhekim, iki kadın radyoloğun o gün görevde olmadıklarını söylemişti. Biri görevdeymiş ancak kendisinden çekim istenmemiş. Öteki ise görevde değilmiş. Bu sonuçtan sonra bize yapılacak tek şey kalıyor. İki kadın görevliden özür dilemek. Onu da kamuoyunun önünde açıkça yapıyorum.”

Özkök, özür yazısının bundan sonrasında, haberlerinin iki kadın doktoru suçlayan bir rapora dayandırıldığını; bu raporun açıkça iki doktora iftira atmak amacıyla düzenlendiğinin açığa çıktığını; kendilerine düşen görevin, bu raporu daha sıkı bir şekilde kontrol etmek olduğunu, fakat bunu yapmayarak hataya düştüklerini anlatıyordu.

Genel yayın yönetmeninin son cümleleri de şöyleydi:

Ayrıca olayı hemen ‘Tesettür Faciası’ olarak sunmak da açıkça önyargılı bir davranış olmuş. Bütün bunlar için, haberi yapan arkadaşımızı uyarıyoruz. Yazı işleri olarak biz de gereken dersi çıkarıyoruz.”

Oysa Özkök, daha önce, haberin yayımlanmasının hemen ardından ortaya çıkan kimi gerçekleri görmezden gelmiş (mesela iki doktorun son bir haftada toplam 200 civarında testis ultrasonu çektiğinin ortaya çıkması), “ortada rapor var, haberimiz de oraya dayanıyor, daha ne yapsaydık” yollu bir yazı kaleme almış, haberi eleştiren “Hürriyet düşmanları”nın ağzının payını vermişti.

Ben, “tesettür faciası”nın yayımlandığı günlerde Nokta’nın genel yayın yönetmeniydim. O günlerde dergi için kaleme aldığım bir yazıda, Hürriyet’in, Özkök’ün bir özür yazısı kaleme almak mecburiyetinde kalmasıyla sonuçlanan bazı manşetlerini de hatırlatarak (Başta Özdemir İnce imzalı “Mini etekli kızı diri diri yaktılar” olmak üzere), genel yayın yönetmeninin daha çook özür dileyeceğini yazmıştım.

Özkök’ten bir kadeh özür

Ertuğrul Özkök’ün, özür dileme konusunda “bonkör” olduğu doğru, çünkü hiçbir büyük gazete onlar kadar manşet faciasına uğramıyor. Hürriyet’in garip bir kibri ve özgüveni var, “ben doğru değilim” diye bağıran manşetleri kolaylıkla atabiliyorlar, elleri titremiyor.

Öte yandan “hatalardan gereken dersleri çıkardıkları” iddiası, kesinlikle içi boş, süslü bir laftan ibaret. Zaten bütün mesele de burada: Ortaya çıkan rezaletlerden sonra samimi bir üzüntü duysalar, geceleri gözlerine uyku girmese aynı hataları tekrar etmeyeceklerinden hiçbir kuşku duymuyorum. Hatalarının bedelini böyle ödemedikleri için onları tekrar tekrar yaşıyorlar.

İşte buyurun, genel yayın yönetmeninin, gazetesinin “Bir kadeh rakı artık yasak” diyen manşetine ilişkin son özrüne:

(…) Manşetteki kesin ifade, yanlış anlamaya yol açacak mahiyetteydi. Belli ki bir hatamız olmuş. Ne yazık ki bazen bir haberi okutma çabası böyle yol kazalarına sebep oluyor. Ama benim de konuştuğum bazı hukukçular maddenin yazılışında bir belirsizlik olduğunu söylüyor. Bazı belediyelerin içkiyle ilgili kanunları uygulamaları geçmişte AKP yönetimini de rahatsız etmişti. Burada da benzer bir durum ortaya çıkabilir, bunu keyfi yorumlayanlar çıkabilir, diye düşünmüştük. Yönetmeliklerle buna açıklık getirilmesi gerekiyordu. O nedenle, manşetteki ifade kastımızı aşsa da, eğer yönetmeliklerle uygulamaya bir açıklık getirilmesi sağlanırsa, bir işe yaramış olacaktır diye teselli buluyoruz. Zaten okur temsilcimiz de benzer bir uyarıyı yaptı. Pazartesi günü onu da yayımlayacağız. Bu açıklamayı da bizi iyi niyetle eleştirenlere karşı bir görev bilinciyle yapıyorum.”

Okur Temsilcisi çok daha netti

Özkök’ün dediği gibi, Okur Temsilcisi Temuçin Tüzecan da dün (19 Mayıs) konuyu ele alan bir yazı yayımladı. Genel yayın yönetmeninden çok daha net ifadelerin yer aldığı metinde Tüzecan şöyle diyordu:

Geçen haftanın en çok okur tepkisi alan haberi salı günü ‘Bir kadeh rakı artık yasak’ başlığı ile yayımlandı. Hürriyet, Türkiye’deki içki sanayicilerinin ve ithalatçılarının hep şikâyet ettiği merdiven altı üretimi ve satışı ortadan kaldırmayı hedefleyen bir kanunun getirdiği bu düzenlemeleri birinci sayfadan, ’Bir kadeh rakı artık yasak’ başlığı altında ve ’Evin dışında içmek zor’, ’Kokteyl içmek hayal’ gibi alt başlıklarla verdi.

(…)

Haberde Türkiye’deki içki sektörünün en önemli oyuncularından, örneğin rakı üreticilerinden ya da büyük içki ithalatçılarından alınmış bilgi yok. Sektörün nispeten önemsiz temsilcilerinin kaygıları ise sanki gerçekmiş gibi sunuluyor başlık ve spotlarda. (…) Yani yeni çıkan yasada yer alan bir maddenin başındaki ’Yetkili olmadıkları halde’ tanımlaması denklem dışında bırakılınca ortaya bu durum çıkmıştı.”

Tüzecan, hatanın kaynakları konusunda da son derece isabetli teşhislerde bulunuyordu:

Türkiye’de Tekel ürünleri satış ruhsatı, içkili mekan işletme ruhsatı gibi belgelerin içki satılan ve tüketilen yerlerde bulunması mecburi iken, ’yetkili olmadıkları halde’ ibaresi nasıl görülmemişti; ya da değerlendirilmemişti?

Sektörün en büyüklerinin yasa ile ilgili düşünceleri neden alınmamıştı?

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu ile yasa hakkında neden görüşülmemişti?

Bu üç unsura dikkat edilseydi; haber daha güçlü hale gelecek, başlık ise ’kayıtdışı ile mücadele’ merkezli bir anlam kazanacaktı.”

İşin püf noktası

Tüzecan’ın “hatanın kaynakları” konusundaki teşhisi, bizi meselenin püf noktasına getiriyor. Sorduğu sorular mesleğe yeni başlayan bir muhabire bile “hakikaten ya” dedirtecek türden…

Peki, bunların, haberi hazırlayan Hürriyet yazıişlerinin kurt kadrosunun aklına gelmediğini düşünebilir miyiz? Herhalde düşünemeyiz, çünkü böyle bir durumda onları yeniden bir iletişim fakültesinin tedrisatından geçirmemiz gerekir.

Bu durumda geriye tek bir ihtimal kalıyor: Meslektaşlarımız, böyle “güzel” bir haberin “düşeceği” korkusuyla haberin olmazsa olmaz koşullarının gereklerini yerine getirmemişlerdir. Başımızın belası militan-ideolojik gazetecilik tarzının bir yansıması yani…

Bu “tarz” gazeteciliğin “gerçek”le yetinmeme ve kurgulanmış bir gerçeği kamuoyuna “hakikat” diye pazarlama gibi kötü bir huyu var.

Bu “tarz” gazetecilik, “tesettür faciası” manşetinin suçlanan doktorların görüşünün alınmadan atılamayacağını gayet iyi bilmesine rağmen o manşeti onlara sormadan atar… Tıpkı, Tüzecan’ın sıraladığı noktalar yerine getirilmeden “Bir kadeh rakı artık yasak” manşetinin atılamayacağını bilip de manşeti patlatması gibi…

Sonra da gelsin özürler… Aynı hatayı bir daha, bir daha tekrar etme sonucunu doğurduktan sonra özür konusunda “bonkör” olmanızın, biz okurlara ne faydası var?

Yorum yazın